20 Mayıs 2023

"Kolay yanıtlar" motivasyonu kırmak içindir

Sandıkta hile yapıldığına dair komplo teorileri, seçime daha çok asılması gereken muhalefetin motivasyonunu olumsuz etkiler. Böyle şeylerin yayılması iktidara yarar. Onun için bu boş lafları bir kenara bırakıp 10 gün içinde yapılacaklara odaklanmak doğru olur

Seçim gecesinden beri birçok kişi "Ne oldu da böyle bir sonuç çıktı" sorusunun yanıtını arıyor. Nasıl oldu da asgari ücret 8 bin 500 lirayken 1 kilo kıymanın 500 liraya yaklaştığı bir ülkede insanlar Erdoğan'a daha çok oy verdi? Nasıl oldu da depremde, orman yangınlarında, sel baskınlarında liyakatsiz ve beceriksiz olduğu ortaya çıkan bir yönetime yeniden oy verebildiler? Erdoğan "yarım puan" ile seçimi ilk turda bitirememeyi nasıl kabul etti?

Sorular böylece uzayıp gidiyor ve her şey için hazır cevabı olan bir çokbilmiş değilseniz, kendinizi bunları düşünmekten bir an olsun alamıyorsunuz. Bizim gibi doğu toplumlarında bu soruların toptan bir yanıtı var: Birileri bir şeyler yaptı! Bu "birileri" bir dış güç olabileceği gibi içerideki birtakım mahfiller de olabilir. Hangisini seçeceğiniz meşrebinize, siyasi eğiliminize, eğitim durumunuza, içinde bulunduğunuz sosyal gruba bağlı. Yani keyfinize kalmış! Bununla da kalmıyor elbette. Dış güçlerin de yerli mahfillerin de alt kırımları var.

Dış güç Amerika da olabilir, Rusya da. Kıskanç Almanları da hesaba katmak gerekir. Masonlar, siyonistler, bizi savaşta sırtımızdan vuran Araplar, ASALA... Dedim ya hangisini seçeceğiniz meşrebinize bağlı. Yerli daha çok: "İçimizdeki İrlandalılar"dan tutun da tarikatlar, masonlar, hainler, PKK, dönekler, yetmez ama evetçiler... "Sıralı tam liste" yazsam, bu sayfayı doldurabilirim. Seçim gecesi ilk sonuçlar açıklanmaya başladığından beri "Ne oldu da böyle oldu?" sorusuna yanıt arayanlar, gerçek bir açıklama bulamayınca "komplo teorilerine" sarıldılar.

Zihnimiz öyle ister

Çünkü insan zihni yaşadığı her şeyi anlamlandırmaya odaklıdır. Eğitimli ya da eğitimsiz fark etmez, yaşadığımız olayları kendi kafamızın içinde bir sıraya koymak, kategorize etmek ona bir anlam vermek isteriz. Eğitimli kişiler için daha karmaşık, eğitimsiz kişiler için daha basit bir süreçtir bu. Aksi takdirde içinde yaşadığımız olaylar, bizi zihni bir kaosun içine sürükler, zihnimiz bulanır, kendimizi toplumsal yaşam içinde rüzgâra kapılmış, ne yöne gideceğini bilemez bir halde hissederiz. "Komplo teorisi" dediğimiz şeyler böyle ortaya çıkar.

Bunlar, anlamlandıramadığımız olayları anlamlandırır, zihnimizde ani bir küşayişe neden olur. Karmaşık olanları da vardır, basit olanları da. Nasıl olursa olsun bir tek işe yarar: Anlam veremediğimiz olayları çözmemizi sağlar, kolaylaştırır. Sahip olduğumuz bilgilerle çözemediğimiz sorulara bulduğumuz en kötü yanıt bile yanıtsız kalmaktan daha iyidir. Seçim sonuçlarının böyle çıkmasında yapılan bazı hilelerin rolünün olduğu ile ilgili komplo teorileri, muhalif seçmene böyle bir olanak sağlıyor. Tersi olsaydı aynı komplo teorisine bu kez AKP-MHP seçmeni inanacaktı.

Seçim 60 milyon 677 bin kişinin kayıtlı olduğu 191 bin 885 sandıkta gerçekleşti. En kalabalık sandıkta 350 seçmen kayıtlıydı. Seçimde 54 milyon 919 bin 932 seçmen oy kullandı. 1 milyonun biraz üzerinde geçersiz oy vardı. Yüzde 1 oranında "hile" yapabilmek için 540 bin adet oy üzerinde oynama yapmak gerekir. Onun için "Erdoğan isteseydi yarım puan farkı kapatırdı, ikinci turu özellikle istedi" diyenler tekrar hesap yapsalar iyi olur. Sandık kurullarındaki parti görevlileri eğer işlerini düzgün yaptılarsa, partiler iddia ettikleri gibi "sandıktaki son oya kadar sahip çıktılarsa" hile filan olmaz.

Bu konuda hâlâ kuşkusu olanların, YSK'nın internet sitesinde "Sandık Kurullarının Oluşumu, Görev ve Yetkilerini Gösterir 135 Sayılı Genelge"yi bulup okumalarını öneririm. Böyle bir ortamda hile yapılabiliyorsa bunun sorumlusu, sandık kurulları oluşturulurken görevini düzgün yapmayan parti yöneticileridir. İkinci sıradaki sorumlu sandık görevlileri olur. "Hem sandıklara sahip çıktık" demek hem de hile yapıldı demek, birbiriyle çelişir.

Heyecan korunmalı

Öte yandan böyle bir komplo teorisinin yayılması, seçime daha çok asılması gereken muhalefetin motivasyonu üzerinde olumsuz etki yapar. Böyle şeylerin yayılması, iktidara yarar. Onun için bu boş lafları bir kenara bırakıp önümüzdeki 10 gün içinde yapılabileceklere odaklanmak daha doğru olur. İkinci turda da sandık görevlileri aynı heyecanla görev yerlerinde olmalı, son oy sayılıp kayıt altına alınana kadar yerlerinden kımıldamamalıdırlar. Veri akışında hatalar oluyorsa da bunun sorumlusu Anadolu Ajansı filan değil, doğrudan doğruya kendi parti örgütünüzdür. Her sandığa sahipseniz, ıslak imzalı oy pusulalarını bir merkezde toplayacak bir düzen kurabildiyseniz ve aritmetik biliyorsanız, veri akışı filan aksamaz.

Bizi biz yapan değerlerden uzaklaşmayalım

Sosyal medyada izleyebildiğim kadarıyla AKP'nin özellikle deprem bölgesinde ezici bir hakimiyet sağlamasına hayret edenlerin sayısı bir hayli fazla. İşi abartıp "Bir daha size yardım filan yok" gibi pespaye yorumlar yapanların olduğunu da görebiliyorum. Ekonomik bozulmaya rağmen iktidar ortaklarının TBMM'de çoğunluğa ulaşması karşısında bazı kişilerin "Oh olsun, kuru soğana muhtaç olsunlar" duygusu içine girebildikleri de bir başka acı gerçek.

Günün birinde böyle bir cumhurbaşkanına sahip olabilecek miyiz, çok umutlu değilim ama bir dönem Çek Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olan Vaclav Havel önemli bir oyun yazarı ve şairdi. Havel'in özel danışmanı Péter Hunčík ise uzmanlık alanı "kişilik sakatlanması" olan bir psikiyatrdı. Hunčík, Demir Perde yıkılmadan önce izlenen politikaların, bireysel sorumlulukları köreltilmiş insanlar yarattığını düşünüyordu. Devlet otoritesinin üstünlüğünün sürekli vurgulanmasının vatandaşları pasifize ettiğini yazmıştı. Bireysel sorumlulukları köreltilmiş insanlar, toplumun eksiklikleri nedeniyle kişisel hiçbir eksiklik hissetmiyordu. 20 yıllık AKP iktidarı döneminde de böyle bir "kişilik sakatlanmasına" yol açan ağır bir deneyim yaşadık. Önce Fetullahçı çete ile "aynı menzili maksuda yürüdüğünü" zanneden bir partinin yönetiminde insanların haksız yere hapse atıldığına, Anayasa'ya rağmen partili mahkemelerce mağdur edildiklerine tanık olduk. Toplumumuz derin bir korkunun esiri haline getirildi.

Sonuç doğurmasa da açılan soruşturmalar, sabaha karşı basılan evlerden gözaltına alınan insanlar korkunun yayılmasını da sağladı. Birçoğumuz "Bana bulaşmasın" tavrını sergiledi. Bu kayıtsızlığı kendileri açısından daha da rasyonalize etmek isteyen kalabalık bir grup, yapılanların haklı olduğuna inanmak istedi. Kötülüklere tanık olup sesini çıkarmadan bir kenara çekilmenin kişiler üzerinde yarattığı travma bir tür kişilik sakatlanmasına yol açtı. Unutmayalım ki deprem gibi, büyük yangınlar gibi toplumsal felaketler karşısında yardım ve dayanışma duygularımızın yükselmesi, bizi biz yapan şeylerden biridir.

Deyim yerindeyse bu tür bir dayanışma duygusunun içine girmemizin nedeni, kişiliğimizden kaynaklanır. Yaşanan felaketleri görmezden gelmek, hayattaki konumunu bunun üzerine kurmak ciddi kişilik travmalarına, vicdani körlüklere yol açar. Böyle bir durum karşısında kayıtsız kalabilmek, bizi olduğumuzdan farklı bir insan haline getirir. Kötülükleri görmezden gelen insan ile dayanışma duygusunu kaybeden insanın paylaştığı ortak şey bu kişilik sakatlanmasıdır. Öte yandan kuşkusuz ki Türkiye toplumunu, geçmişin "bürokratik sosyalist" devletlerinde yaşayan toplumlarla kıyaslayamayız. Ancak son 20 yıldır sistematik bir şekilde sürdürülen politikaların, insanlarımızın önemli bölümünü "sosyal yardımlara bağımlı" hale getirdiğini de biliyoruz.

Bunun oy verme tercihlerini etkilemiş olması kuvvetle muhtemel. Son bütçe görüşmeleri sırasında öğrendik ki devletten şu ya da bu nedenle sosyal yardım alan hane sayısı 6 milyonu geçmiş durumda. Ortalama hane büyüklüğü ile bakınca devletten yardım alanların sayısı neredeyse 25 milyon kişiye ulaşıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın açıkladığı verilere bakarsak 2020 yılı itibarıyla devlet yardımı alan yoksul hanelerde yaşayanların sayısı 11 milyon 370 bin kişi. Bu sayı bir yıl önce 4.4 milyon kişiydi. Giderek yoksullaşan bir ülkede devletin kendisine bakmasını bekleyenler nüfusumuzun üçte birinden biraz az.

Bu kişilerin oy verme saiklerini yakından etkileyen bir faktör bu. Yardımlar miktar ve sayı olarak artıyor, ekonomideki bozulmanın yaratabileceği olumsuz etkiler zaten kıt kanaat yaşamaya alışmış bu kitle tarafından daha az hissediliyor. Erdoğan'ın kendisini iktisatçı zannetmesinden kaynaklanan ekonomik çöküşün, seçimde çok etkili olmuş gibi görünmemesinin bir nedeni de bu olabilir. 


Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sabretmeyen belalarına aşkın adını anmasın!

Franz Kafka’nın yaşamı boyunca dört kere aşık olduğunu biliyoruz. Kısacık bir yaşama dört gerçek aşkı sığdırabilmiş olmak, gerçekten muazzam bir şey. İlişkileri “tutku-korku-acı-ayrılık” kısır döngüsünde yürüyordu. Tutkuyla bağlanıyor, bu bağlanmadan korkuyor ve ayrılıyordu. Bir tür “ıssız adam” yani...

Yalnız ama 100 yıl yaşamak ister misiniz?

Aşk insanın yaşam çakralarını açtığı gibi hayatınızın sondan beş on yılını da götürüyor olabilir. Ama yine de sorum şu: Hangisi iyi? Tek başınıza 100 yıl mı? Yoksa sizi görünce heyecandan eli ayağına dolaşan, isminizi söylerken içi titreyen biriyle daha kısa bir süre mi?

Şarkıyı senin için çaldığımı bilseydin!

Toplumları birleştiren şeyleri bir çırpıda sayabiliriz: Ortak inançlar, bayrak, ortak vatan, etnik aidiyetler. Ders kitaplarında da böyle yazılır, çocukluktan itibaren ezberler, içselleştirir, sonra da sorgulama gereği duymadan kabulleniriz. Ama bunun dışında bazı şeyler vardır ki farkına varmadan bizleri bir ortak paydada birleştirir. Şarkılar böyledir...

"
"