20 Haziran 2020

"Kendi benliğini ezmeden 'biz' olma hali"

Aşk, insanın egosunu yenip, bir başka varlığın içinde eriyip, yok olma isteği ile ilgilidir

Zeynep Bastık'ı ilk kez Emirgan'daki Gizli Kalsın'da dinlemiştim.

Tabii o günlerde bu kadar ünlü olacağını tahmin edemezdim ama yapmacık olmayan yorumculuğu ve sempatik hali tavrıyla bir şeyler olacağı çok belliydi.

Tabii "bu yaşta" gece kulüplerinde filan dolaşıyor olmamı eleştirebilirsiniz ama ben henüz "o yaşta" olmadığım kanısındayım.

Zaten Gizli Kalsın'ın müdavimi olan gençler de beni Hasan Cemal zannediyorlardı, onun için kendimi rahat hissedip, kasmıyordum.

Zeynep Bastık, geçenlerde Hakan Gence'ye bir demeç verdi ve nişanlısı Tolga Akış'ı kastederek "bu ikimizin de hayatındaki en huzurlu ilişki" dedi.

Küçücük kızların, böyle gün görmüş – geçirmiş ve sonra bir dağdaki mağarada inzivaya çekilmiş aksakallı ihtiyarlar gibi konuşmalarına bayılıyorum.

Düşünün ki 30 yaşına varmasına bile daha yıllar var ve ama kendinden çok emin olarak bunu söyleyebiliyor: "Hayatımdaki en huzurlu ilişki!"

Bunu okurken tahtaya vurdum ki nazarım değmesin.

Zeynep Hanım, nişanlısıyla ilişkisini "huzur" ortak parantezine aldıktan sonra "bu aşkı en iyi teslimiyet kelimesi ile açıklayabiliriz" diyor.

Ve böylece bu haftaki sohbet konumuza da karar vermiş bulunuyoruz.

* * *

Aşk dediğimiz duygunun bir yönü de insanın kendisinden vazgeçme halidir.

Kişiliğinin, bir başkasının kişiliği içinde eriyip, yok olmasına gönüllü olmak demektir.

Tabii günümüz bireyselliğinin bizlere öğrettikleri ile çelişiyor bu durum.

Çevrenize bakın, aşk duygusunun kendilerini yaralayabileceğini düşündükleri için "ıssızlaşan" adamlar ve kadınların sayısının hiç de az olmadığını göreceksiniz.

Rahmetli arkadaşım Meral Okay, ondan da vakitsiz kaybettiğimiz Yaman Okay'ın ardından bir veda mektubu yazmıştı, şu bölümünü not etmiştim:

"Aşk kendinden vazgeçme hâlidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme hâlidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz."

Kendi varlığından uzaklaşarak bir başka varlığın içinde erime, yok olma isteği.

Bu durum bugünden yarına gelişmez tabii. Küçük ayrıntılarla beslenerek ilerler.

Önce mesela sadece saçının rüzgarda savruluşunu beğenirsiniz, size dünyanın en güzel kadını (ya da en yakışıklı erkeği) gibi gelmeye başlaması için hayli zaman gerekir, emek gerekir.

O insana doğru aktıkça yeni "ayrıntılar" keşfedersiniz. Oturuşu, konuşması, bardağını tutuşu, bakışlarındaki anlam değişimi, ilgisini çeken konular.

Bitmek bilmez bir keşif yolculuğudur çünkü bu.

Sonunda sesinin tınısından bile nasıl bir ruh durumu içinde olduğunu hissedebileceğiniz bir keşif süreci!

Onun da sizde böyle ayrıntılar keşfetmesini bekler, bunun gerçekleştiğini gördükçe mutlu olursunuz.

Birçok insanın en sevdiği dönemin ilişkinin flört evresi olmasının nedeni budur.

Her yeni ilişki başlarken heyecanlanırsınız, duyum yeteneğiniz de artar, çünkü bilirsiniz ki sonsuza kadar sürecekmiş gibi görünen bir yolculuğa çıkıyorsunuzdur.

Ne mutlu o insanlara ki hiç bitmeden sonsuza kadar o yolda yürümeyi başarabilenler de var!

* * *

Fuzuli, Leyla vü Mecnun'da, yüz yıllardır anlatılan sıradan bir aşk hikâyesinden yola çıkarak ilahi bir aşk öyküsü yazmıştır.

Büyüklüğü bundan kaynaklanır, sadece zamanın Türkçesine verdiği değerle sınırlı değildir.

Leyla ve Mecnun'un Fuzuli versiyonunda aşkın bedensel sınırlarının olmadığı, tamamen ruha ilişkin olduğu anlatılır.

Daha sonra bunu Batı'da da, Doğu'da da yazıp çizecek yüzlerce filozof çıktı ama kimse kusura bakmasın hiçbiri Fuzuli gibi anlatamadı.

İlk kez anlatılmış olması da cabası diyelim. Hikâyeyi biliyorsunuz: Leyla ve Kays (Mecnun'un asıl adı) birbirlerine medrese yıllarında âşık olurlar, ailesi Leyla'yı okuldan alır, Kays âşık olduğu kadını kaybettiği için mecnun olur ki bu Arapça "deli" anlamına geliyor.

Kays, çölde aşkın her türlü ıstırabını yaşarken, gerçeklikle bağlantısını da keser.

Leyla da dahil olmak üzere artık hiçbir maddi varlıkla ilişkisi kalmamıştır. Leyla ile karşılaştığında da gerçeği yadsır: "Leyla benim içimdedir, sen kimsin?" Öykünün sonunu bilmeyeni döverler aslında ama yine de yazayım: Leyla ölür, Kays, onun mezarının başında Allah'tan ölmeyi diler, gökler gürler ve Kays da ölür.

Seven ve sevilenin bir olma isteği diye tanımlanan metafizik durumun ifadesi bu aslında.

Maddeden soyutlanmışlardır ve artık bu noktada iki kişiden bahsetmek de doğru değildir.

Kays'ın sevdiği kadın kendi içindedir. Bunun için dışarıda bir yerlerde aramasına gerek de yoktur, olanak da.

Ruhlar, birbirlerine sonsuza kadar ayrılmayacak şekilde kavuşmuşlardır.

Onları sonsuza kadar kavuşturan şey ölüm değil, aşktır. Buna dikkat etmenizi rica ediyorum!

Ölüm, kavuşturmaz, ayırır.

Günümüz âşıkları için ne ifade ediyor bilemiyorum tabii ama unutmayalım ki muhtemelen Fuzuli'nin yaşadığı yıllarda da böyle aşklara çok sık rastlanmıyordu.

Ancak unutmamak gerekiyor ki aşk dediğimiz şey, o vakit de aynı şeydi, bugün de.

Aşk, insanın egosunu yenip, bir başka varlığın içinde eriyip, yok olma isteği ile ilgilidir.

Roland Barthes, "İlk açılım geçtikten sonra 'seni seviyorum'un hiçbir anlamı yoktur" diye yazıyor.

Tabii bunu söylemeden de olmaz, hatta mümkün olduğunca sık söylemekten de zarar gelmez

Bunu ilk kez söylediğinizde yeni bir şey ifade ediyorsunuz demektir. Bundan sonrası kesin tutumlar ister, pazarlık kaldırmaz.

Bir kere ilk mesajı verip "Seni seviyorum" dedikten sonra devam etmelisiniz. Sözlerinizle, davranışlarınızla içinizdeki duyguyu karşı tarafa sonsuz bir akış şeklinde tekrarlamalı, ilişkiyi derinleştirmelisiniz.

Rosa Luxemburg'un sevgilisine yazdığı bir mektuptan bir parça aktarayım da lafı toparlayalım:

"Bana gönül alıcı, güzel mektuplar yaz, biraz alçakgönüllü ol, inayet et de beni sevdiğini söyleyiver. Sen bana, bugün benim sana verdiğimden üç kuruşluk daha çok sevgi vermişsin, eee n'olmuş yani? Benden karşılık görmezsin korkusuyla duygularını açıklamaktan çekinme. Ruhunla diz çökmeyi de öğren, yalnızca ben kollarımı açıp seni çağırdığımda değil, ben arkamı döndüğümde de. Kısacası cömert ol, harca, israf et sevgini benim için. Senden bunu istiyorum." (Sevgiliye Mektuplar, Rosa Luxemburg, çeviren: Nuran Yavuz, Agora Kitaplığı)

Yazarın Diğer Yazıları

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

"
"