Yıla üzücü bir haber ile veda ediyoruz: Dua Lipa, Enver Hadid’den ayrıldı.
Tabii bu sizin için ne kadar üzücü bir haber bilmiyorum, ama biz sıradan faniler, bizimle hiç ilgisi olmayan şahane hayatlar yaşayanlara, onların kendileri için üzüldüklerinden daha çok üzülürüz.
Hiç unutmam, İran Şahı Pehlevi, Prenses Süreyya’dan ayrıldı diye anneannem gözyaşı dökmüştü. Sanırım bu nedenle Şahbanu Farah Diba’yı da hiç beğenmezdi.
Ayrılık kararının ardında ikilinin “kendi kariyerlerine odaklanmak” istemeleri yatıyormuş, Sun gazetesinin yalancısıyım.
İki şahane tip, kız çok meşhur bir şarkıcı, oğlan desen yakışıklılıkta bir numara sayılan bir manken ve “kariyerlerine odaklanmak için” 45 gündür de görüşmüyorlarmış.
Haberi ilk önce Power FM’de Gizem’den duydum. Yanlış hatırlamıyorsam Burçin ile çene yarıştırıyorlardı.
Bazen çok ve boş konuşuyorlar, bunu da bir huysuz ihtiyar eleştirisi olarak kulaklarının kenarında tutsunlar.
Neresi mükemmel?
Gizem, o laf salatasının arasında Dua Lipa ile Enver Hadid’in ayrıldığını şöyle haber verdi:
“İki yıllık mükemmel bir ilişkinin ardından ayrıldılar.”
O anda telefon edip sormak istedim aslında: İki yıl süren bu ilişki gerçekten mükemmeldiyse, neden ayrıldılar?
Bu iki yıl içinde bir şeyler kötü gitmiş olmalı ki “kariyer” bahanesiyle birbirlerinden kolayca uzaklaşabilmişler.
Yoksa Ahmet Rasim’in “birbirleriyle evlenmemesi gerekenler, birbirlerine âşık olanlardır” diye yazdığını biliyor olamazlardı her halde.
Sun’daki habere göre ayrılıktan sonra Dua Lipa, Londra ve Los Angeles’deki albüm kayıtlarına devam etmiş, Hadid ise köpeği Dexter ile New York’ta kalmış.
Tak sepeti koluna
Tamam kabul ediyorum, ikisinin de işleri o ülke senin bu şehir benim çok gezmeyi gerektiriyor ama sonuç olarak ikisinin işi de sabah 8’de kart basarak girdiğin, akşam 17’ye kadar bir masaya çakılmak zorunda olduğun ve yılda 15 gün izin hakkının olduğu işler değil.
Sırtlarında taş taşımıyorlar, yerin bilmem kaç kilometre altında kömür tozu yutmuyorlar.
Ceplerinde para bol, kız Londra’ya mı gitti, kalk sen de git.
Oğlan Milano’da defileye mi çıkacak, sabah kahvaltısını otelde yatakta yapmaya kim engel olabilir? Hangi kariyer bundan zarar görebilir?
Demek ki aşk varsa kariyer yok, kariyer varsa, aşka zaman yok diye düşünüyorlar.
Ya da ortada zaten aşk filan yok, bir süre takılıp sıkılmışlar, ikisinin de seçeneği çok, tak sepeti koluna herkes kendi yoluna olmuş!
Ve oturup konuşmuşlar, dostça yollarını ayırmışlar cart curt!
Böyle bir şey olmaz arkadaşlar, baştan söyleyeyim.
Aşk, insanların bol vakti olduğunda yaşayabilecekleri bir duygu değildir.
Evet, bu yaşıma geldim gayet iyi biliyorum ki aşk özen ister birbirine zaman ayırmak ister filan ama “Kariyerime zaman ayıracağım, sana zaman ayıramam hadi dostça ayrılalım” konseptini pek anlayamadım.
Çünkü eğer aşk; böyle bir boş zaman faaliyeti ise planlanabilir, öngörülebilir bir şey olmalı.
Planlanabildiğine göre kime âşık olunacağına da insan kendisi oturup, hesap kitap yapıp, karar veriyor olmalı.
İki albümlük kayıt yaptım, Covid yüzünden konser de yok, zamanım bol, hadi âşık olayım bari!
Bu durumda süreç şöyle ilerliyor olmalı:
Enver yakışıklıydı ama çocuk gibi, sıkıcı, onu bırakıyorum. Recep ile ayrı dünyaların insanıyız, o olmaz. Galiba en iyisi Mehmet. Hem ağzı laf yapıyor eğlenceli hem de orta yaşını geçti, kıymetimi bilir!
Gerçekten bu mümkün olabilir mi?
Çıkıp adam gibi “geçinemedik” ya da “boynuzlandım” demiyorlar da “kariyer” diye gerekçe uyduruyorlar.
Kimse inanmaz
Kusura bakmasınlar ama Gizen Hanım’a “iki yıllık mükemmel ilişki” efsanesini yutturmuş olsalar bile buna kimse inanmaz.
Ve gerçek bir aşkın ardından kimse de “dostça” ayrılmaz.
Tabii ilişki, çıkar üzerine kurulmuş “seviyeli ilişki” ise durum değişir.
Yani taraflar birbirleriyle yattıkları için maddi ya da manevi birtakım menfaatler kazanıyorlarsa, ona da aşk demiyoruz zaten.
Aşıkların ayrılık noktası, öyle cici çocuklar gibi el sıkışarak geçilecek bir aşama değildir.
Theodor Reik, “Aşk ve Şehvet Üzerine: Romantik ve Cinsel Duyguların Psikanalizi” isimli eserinde şöyle diyor:
“Kaybolmakta olan aşk, kayıtsızlıktan çok, nefrete yakındır.”
Evet, birbirlerine zaman ayıramayan aşıkları bekleyen şey önünde sonunda ayrılıktır bunu biliyoruz.
Ama uzun sürmüş bir aşkın da ağrısız, sancısız bitivereceğine bizi inandıramazsınız.
Onun için bu iki ünlünün menajerlerinin gazetecilerin kulağına fısıldadığı doğru bir iletişim yöntemi sayılmaz.
Yalan üzerinden yönetilen halkla ilişkiler faaliyetleri, mutlaka ama mutlaka döner, yalanı uyduranı vurur.
Dijon Katedrali’nden Diyanet’in Cuma Hutbesi’ne
24 Aralık 1951 sabahı kruvasanını, kahvesini alıp, France – Soir gazetesini açan Fransızlar dehşet içinde şu haberi okudular:
“Noel Baba, Dijon Katedrali’nin çıkışında kilise okullarından gelen çocukların önünde yakıldı!”
Haber şöyle devam ediyordu:
“Noel Baba dün öğleden sonra Dijon Katedrali’nin parmaklıklarına asıldı ve kilise meydanındaki halkın huzurunda yakıldı. İbretialem için kilise okullarından gelen yüzlerce çocuğun önünde vuku bulan bu gösteri, Noel Baba’yı gasp ve sapıklıktan mahkûm eden din adamları tarafından kararlaştırılmıştı. Noel Baba, bayramı paganlaştırmak ile suçlanıyor. Özellikle de İsa’nın doğduğu yemliği gösteren köşelerin titizlikle uzak tutulduğu devlet okullarının tümüne Noel Baba’nın girmiş olması şiddetle kınanıyor.”
Kamçılı baba
Noel Baba’nın Dijon Katedrali’nin demir parmaklıklarına asılmış maketi, kilisenin yakarak cezalandırdığı son günahkarlardan biri olmalı.
İnfazdan sonra kilise tarafından yayınlanan bildiride şöyle deniliyordu:
“Biz Hristiyanlar için Noel Yortusu, Kurtarıcı’nın doğumunun kutlandığı gün olarak kalmalıdır.”
Hristiyanlar, Noel Baba’nın, “Kamçılı Baba” olarak bilinen dini figürün karşıtı haline getirilmesini de onaylamadıklarını ilan ediyorlardı.
Kamçılı Baba, her yıl 6 Aralık gününün arifesinde Aziz Nikola’ya yoldaşlık eden karanlık bir karakter.
Aziz Nikola, uslu çocukları ödüllendirirken, Kamçılı Baba da yaramazları ucunda garip şekiller olan kamçısıyla cezalandırır. Fransa ve Belçika’nın bazı bölgelerinde çocukların kafalarına pancar ya da kömür attığı da vakidir.
Beyaz sakallı, kırmızı elbiseli tonton bir ihtiyarın maketinin yakılması doğal olarak Dijon kentini ikiye böldü.
Bir bölüm seçmeninin bu işten hoşlanmayacağını bilen Dijon Belediye Başkanı (ki kendisi aynı zamanda piskoposluk kurulunun üyesiydi) tarafsız kalmıştı ancak ondan başka herkes tarafını seçmişti.
Laikler kazandı
25 Aralık akşamı Dijonlular bu kez bir başka gösteriye katılmaya çağrıldılar.
“Düşman (Nazi) işgalinden kurtuluşun” anısına Kurtuluş Meydanı olarak isimlendirilen meydanda, dev projektörlerin aydınlattığı Vilayet Binası’nın çatısında Noel Baba alkışlar arasında yeniden doğdu.
O yıllar Fransa’da, Nazi işgalinin anıları hala tazeydi ve laik uygulamalar gevşeme istidadı gösteriyordu.
Noel Baba’nın kilise tarafından yakılmasıyla başlayan tartışma, laik kesimin yeniden güç kazanmasına da hizmet etti.
Bu tartışmanın en ilginç yönü ise kendisini “rasyonalist” olarak tanımlayan laik kesimlerin bir tür “hurafe” sayılması lazım gelen Noel Baba’yı savunmaları olmuştu: Kilise’ye karşı bir hurafeyi savunan laikler!
Bu ne yaman çelişki anne!
Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı, her yıl olduğu gibi yılbaşı kutlamalarının “Müslüman’ı bozacağını” anlatan bir Cuma Hutbesi yayınladı.
Bu vesileyle tam 60 yıl önce Dijon’da yakılan Noel Baba’ya rahmet dileyeyim dedim!
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.