"Öpüşürken gözlerini kapamayan bir kadına güvenme!” H. Jackson Brown Jr.’ın Hayata Dair Büyük El Kitabı’nın 880’inci öğüdü böyle diyor. Brown, üniversiteye yeni başlayan oğluna, ilerdeki yaşamı için bir “yol haritası” vermek amacıyla yazmış bu öğütleri. Sebebini bilemiyorum tabii.
Jackson Brown Jr. Bey’in başına bu nedenle neler gelmiş olmalı ki oğluna bıraktığı öğütler kitabındaki bin beş yüz küsur öğüt içinde bu da kendisine bir yer bulabilmiş.
Bana kimse bugüne kadar böyle bir öğüt vermiş değil.
Ancak düşününce bu fikrin, yani gözleri açık bir kadın ile öpüşme fikrinin pek de hoş olmadığını söylemeliyim.
Gerçi erkekler öpüşürken gözlerini açabilirler, kimi öptüklerini içlerine iyice bir sindirebilsinler diye!
Yıllar önce okuduğum bu öğüdü hatırlamama neden olan şey T24’te yayımlanan bir haber oldu: Göz kontağı insanı neden etkiler?
Birisiyle göz kontağı kurmak iletişimin başıdır.
Ve zaten konuşurken gözlerini sizlerden kaçıran bir kişiyle sohbeti ne kadar erken kesseniz o kadar hayırlı olur.
T24’teki haberde, göz teması kurulmaz ise reddedilmiş olma fikrine kapılacağımız anlatılıyor.
Psikolog ve nörologların bu konuda yıllardır sürdürdüğü araştırmalar, bakışlarımızın neleri ele verdiği ve göz teması kurduğumuz kişi hakkındaki düşüncelerimizin nasıl değiştiği de dahil olmak üzere, göz kontağının gücü ve etkisine dair ilginç bulgular ortaya koyuyor. Bunları haberde daha sonra okursunuz.
Ben Türkiye’de yaşadığınızı unutmamanızı, göz kontağı süresinde ipin ucunu kaçırmamanızı hatırlatmakla yetineceğim.
Uzatırsanız, tartışma “maymun mu oynuyor” diye de başlayabilir, “benim karıya ne bakıyorsun” diye de.
Ama sonu her halükarda hır – gür, patlamış kaşlar, kanayan burunlar olabilir; daha beterlerinin olabileceğini de gazetelerin üçüncü sayfalarında sıkça okuyoruz.
Öte yandan bakışmak kadın – erkek ilişkisinin de ilk adımıdır, her zaman!
Görücü usulü evlenecek çiftler bile önünde sonunda karşılaşırlar ve birbirlerini süzerler.
Biz çocukken bununla ilgili bir tekerleme de vardı: “Baktım, baktı, bakıştık / Babası geldi, kaçıştık!”
***
“Bakışmak” bir ilişkinin ilk adımıysa, “dikkat çekmek” de ikinci adımıdır.
Balıkçılık ile ilgili bir kitapta okumuştum bu sözü: “Yeminiz, avınızın türünü belirler.”
Hiç “sırtı” çektiniz mi, bilmiyorum. Bazı yerlerde “kaşık” da derler. Hareket eden bir tekneden olta salınarak yapılan avlanma türüdür.
Misinanın ucuna parlak pullu bir sahte balık takılıyor. Küçük bir çıpayı andıran bir iğne de bu sahte balığın gövdesinde sallanıyor. Tekneyle çekmeye başladığınızda bu sahte balık denizin içinde göz alıcı ışıltılar saçarak hareket ediyor ve civardaki “canavarların” dikkatini çekiyor. Balığı yemek için hamle yaptığında da zokayı yutuyor ve doğru tavaya!
Benzetmek gibi olmasın ama insanoğlunun erkeği de zaten böyle avlanır.
Göz alıcı giysiler giyip, makyajını da yapan bir kadın, eğer canı istiyorsa bir balıkçı gibi sırtı çekmeye başlar ve açgözlü erkekler de üzerindeki iğneyi fark etmeden atlarlar! İnsanlık tarihinin uzunluğu içinde bir kadının avcı olup erkek aramaya çıkmasının geçmişi bir nokta kadar bile sayılmaz.
Çok yakın zamanlara kadar bireyselliğin en geliştiği toplumlarda bile bu ayıplanan bir tutumdu ve o kadına hoş gözle bakılmazdı. Hâlâ da birçok toplumda böyle karşılanır onun için de kadınlar “pasif teknikler” geliştirmişlerdir. Mitolojide bunun bir örneği de var: Girit Kralı Minos, denizlerin tanrısı Poseidon’dan kurban etmek için güçlü bir boğa istemiş, Poseidon da bu isteği yerine getirmiştir. Ama Minos hayvanı o kadar beğenir ki kıyamaz ve bir başka boğa kurban eder. Yunan tanrıları kolayca sinirlenirler, belki öfkelerinden siz de nasibinizi almışsınızdır. Bunu duyan Poseidon’un tepesi atar ve Minos’un karısı Pasiphae’yi boğaya aşık eder. Pasiphae, boğanın ilgisini çekmek için Daidolos’a bir inek heykeli yaptırır, içine girer ve boğayı baştan çıkarır. Bu aşkın meyvesi boğa başlı ve kuyruklu ama insan bedenli Minotor’un doğumu olur ki tam bir baş belasıdır.
Bunun üzerine Daidolos’a yeniden görev verilir, o da labirenti icat edip Minotor’u içine hapseder. Bütün öyküyü anlatmayacağım tabii, sonu acı bitiyor çünkü. Pasiphae’nin bir inek giysisi giyerek boğayı tavlaması, günümüz kadınlarının giysiler, makyaj malzemeleri, takılar, ayakkabı, çanta gibi aksesuarlar ile aynı işi yapmasının bilinen ilk örneğidir. Antik mezarlardan çıkan takı–tukuların çokluğu da bu işin nesilden nesile aktarıldığını gösteriyor.
Tabii bu her ne kadar tarihsel olsa da temel bir kadın yanılgısıdır. Türkiye’nin kişi başı milli gelirini bir ayakkabıya ya da bir çantaya parfüme rahatlıkla harcayabilmelerin nedeni de bu yanılgıdır. Erkeklerin ilgisi ilk anda plastik güzelliğe kuşkusuz ki kayar ama bu ne gereklidir, ne de yeterli! Max Planck Enstitüsü’nde yapılan bir araştırma erkeklerin göz alıcı seksi giysiler içindeki kadınları çekici bulmakla birlikte, uzun süreli bir ilişki için tercih etmediklerini ortaya koyuyor. Landau Üniversitesi’nin Cinsellik Araştırmaları Enstitüsü’nün araştırması da erkeklerin “arzu listelerinde” birinci sırayı “doğal görünümün” aldığını gösteriyor. “Güzel bir eş” isteği ancak dördüncü sırada kendisine yer bulabiliyor. İkinci ve üçüncü sırada “bakımlı–temiz görünüm” ve “sağlıklı görünümün” yer aldığını da belirteyim. Seven bir erkek, sevdiği kadının ne yaşlandığını fark edebilir, ne vücudunun şeklinin değişmesinden rahatsız olur. Selülit avcısı paparazziler olmasa, beğendiğimiz oyuncuların, şarkıcıların bile yaşlandıklarını fark edemeyiz.
Sophia Loren (solda) ve Jayne Mansfield’i bir yemek masasında gösteren bu fotoğraf bir Hollywood davetinde 1957 yılında çekilmiş, ben Papermoon’un duvarında görmüştüm. İkisi de bu fotoğrafın çekildiği yıllarda dünya starıydılar, peşlerinde bir zengin erkek ordusu dolanıyordu, parası olmayanlar gece rüyalarında onları görüyordu. Sophia Loren’in, Jayne Mansfield’in dekoltesine nasıl dikkatle baktığını fark etmiş olmalısınız. Sanki bir kıskançlık kokusu alır gibiyim. Oysa o tarihte Sophia Loren de dünyanın en güzel kadınlarından biriydi. Onun göğüsleri Jayne Mansfield’inki gibi 102 santim değildi belki ama o da 38 C sutyen giyiyordu. Bugün bile “kum saati vücut tipinin” bilinen en mükemmel örneği olarak anılıyor! Ama bütün bunlar o ilginç bakışa engel olamamış.
Sophia Loren, yıllar sonra Entertainment Weekly dergisine bu fotoğrafın öyküsünü şöyle anlatacaktı:
“Paramount benim için bir parti organize etmişti. Bütün sinema dünyası oradaydı, inanılmazdı. Derken en son olarak Jane Mansfield geldi. Benim için unutulmaz bir andı. Doğrudan benim masama yürüdü, herkesin ona baktığının farkındaydı. Oturdu. Fotoğrafa bakın. Gözlerim nerede? Gözlerim göğüslerine takılmıştı çünkü tabağımın içine girecekler zannettim. Yüzümdeki korku dolu ifadeyi görüyor almalısınız. Elbisesinin içinden patlayıp, her şeyin masaya saçılacağından ürktüm.”
Bakışmaktan çıkıp geldiğimiz yere bakın!
Sizce Jayne Mansfield bu bakışların kime ait olmasını tercih ederdi? Sophia Loren’e mi, Richard Burton’a mı?
Sizin yanıtınızı bilemem elbette.
Ama bence Sophia Loren’in bu bakışı onu bütün erkeklerin bakışlarından daha fazla mutlu etmiş olmalı!
Mehmed Gökkaya’nın güftesi üzerine, Erol Sayan’ın nihavend şarkısını Zeki Müren’den dinleyelim:
Kalbe dolan o ilk bakış, unutulmaz, unutulmaz
Sevda ile ilk uyanış, unutulmaz, unutulmaz.