01 Mayıs 2021

Bir Türk kadını ile mutlu 17 gün geçirme rehberi

Kendini bilen ve huzurunun bozulmasını istemeyen her erkek eşinin taleplerine saygılı olur, onun taleplerini kendi talepleriymiş gibi içselleştirir, gül gibi geçinip gider! Bunu bilir, bunu söylerim

Başka WhatsApp gruplarında da benzer geyikler dönüyor mu, yoksa tuhaf arkadaşları olan bu evrende bir tek ben miyim, bilmiyorum.

17 gün kapanma kararı çıktığından beri dönen geyiğin önemli bölümü evde büyük kavgalara yol açmadan günlerin nasıl geçirilebileceği ile ilgili.

Aslına bakarsanız bir yolunu bulup kadınların oluşturduğu WhatsApp gruplarına da sızmak isterdim.

Acaba onlar erkeklerle baş başa geçirmek zorunda kalacakları bu 17 gün için ne tür geyikler çeviriyorlar diye!

Kim bilir, belki de Süleyman Soylu hepsini takip edip, Reis'e raporluyordur ama bizlerin bundan haberi olmuyor tabii.

Geçen gün, amiral gemiliğinden, uzatmalı onbaşı kayığına evrilen gazetede de, çiftlere bu 17 günü hır gür çıkarmadan nasıl geçirebileceklerine ilişkin tavsiyeler veriliyordu:

"Çiftler ihtiyaçlarını açıkça belirtmeli ve birbirlerinin taleplerine saygılı olmalı. Herkes aynı anda uyumak ya da uyanmak zorunda değil."

Benzeri önerileri radyoların genç diceylerinden de duyuyorum. (Evet, biliyorum dj diye yazıyorlar, ben böyle yazmayı tercih ediyorum.)

Siz beni dinleyin ve bu saçmalıkları boş verin arkadaşlar.

Çiftlerin birbirlerinin taleplerine saygılı olması konusunun altını özellikle çiziyorum.

Kendini bilen ve huzurunun bozulmasını istemeyen her erkek eşinin taleplerine saygılı olur, onun taleplerini kendi talepleriymiş gibi içselleştirir, gül gibi geçinip gider!

Bunu bilir, bunu söylerim.

Mesela geçen gün JBL'in müthiş bir hoparlörünü aldım; acayip sesi var, disko ışıkları gibi yanıp sönmesi de cabası.

Ama daha parayı öderken bile biliyordum ki o aletin sesini istediğim gibi açamam.

Bu tıpkı otomobilinizin klimasını canınızın istediği gibi açamamanıza benzer.

Türk kadınlarının bu konuda ortak bir kod geliştirdiklerine inanıyorum.

Erkeğin müziğin sesini açmasıyla, kadının "biraz kıs" demesi arasında en fazla 5 saniye geçer, tıpkı otomobilin kliması gibi!

Süre 5 saniyeden uzunsa, şüphelenin derim, yatak odasına bir göz atın, bavulunu topluyor olabilir.

Onun için böyle kışkırtmalara karşı uyanık olmalısınız. Ne demek çiftler birbirlerinin taleplerine saygılı olsunlar?

İşte buradan Reis'e şikayet ediyorum, Türk aile birliğine zarar verecek hareketler bunlar.

Düşünün ki kız ile oğlanın 12 saniyeden daha uzun öpüşmelerinden bile zarar gören, son derece hassas ve dış etkenlere açık bir aile yapımız var bizim.

İnanmayan RTÜK'ün sakallı başkanına sorsun.

Bu tür "karşılıklı saygı davetleri", Türk aile yapısına ne kadar zarar verir, düşünmek bile istemiyorum.

Özellikle müzik konusu çok hassas, aman diyeyim.

* * *

Barcelona Üniversitesi'nden Josep Marco-Pallares'in yaptığı bir araştırma bazı insanlarda müziğin hiçbir etkisinin olmadığını ortaya koyuyor.

Üzüntü, sevinç, iğrenme, coşku, hüzün, melankoli gibi insanları diğer canlılardan ayıran temel duygulardan söz ediyorum.

Bir grup denek üzerinde yapılan bir dizi psikolojik ve fizyolojik testler gösteriyor ki bazı insanlarda bir "kör nokta" var ve o insanlar müzikten hiçbir şekilde etkilenmiyorlar, ilgi duymuyorlar, hatta müziği duymuyorlar bile.

Araştırmacılar bu tipleri "müzikal antihedonist" olarak tanımlıyorlar.

Bu insanlar cinsellik, maddi kazanç, kavga gibi uyarıcılara herkes gibi doğal tepkiler veriyorlar ama müziğe asla!

Dünya nüfusunun yüzde 3'lük bölümünün böyle olduğu da tahmin ediliyormuş.

Evinizde müziğin volümüne yüklenirken aklınızda tutmanız gerekli bir bilgi.

Çok nadir bulunacak bir kadın ile tanışıp, birlikte olduğunuzu, evlendiğinizi düşünmüştünüz ya, belki de gerçekten öyledir.

Bakın yüzde 3'ü geçmiyor dünya nüfusu içindeki payları!

Onun için kıymetini bilin derim.

* * *

Yıllar önce Ally McBeal isimli bir tv dizisi vardı, dizinin avukat kahramanı Ally, halüsinasyonlar görmeye başladığında psikiyatrı kendisine bir "fon şarkısı" edinmesini öneriyordu.

Kendisini güçsüz ve mağlup hissettiği günün herhangi bir anında beyninin içinde çalacak ve yeniden yaşamın güçlüklerine direnme gücü kazanmasını sağlayacak bir "fon müziği"!

Ally, "aşk acısı" çeken bir tipti, o yüzden kendisine bir aşk şarkısı seçmesini önermişti! O da bir aşk şarkısı seçmişti kendisine ama öyle ağır, ağdalı insana terk edildiğini hatırlatacak "damar" bir şarkı değil, tam tersine neşeli, aşkın insana yaşam enerjisi verdiğini yeniden çağrıştıracak bir şarkı. Böylece terk edilmenin üzüntüsüyle yaşamaktan bezdiği her an o neşeli şarkıyı hatırlıyor ve yeniden yaşama gücü kazanıyordu.

Onun için hiç olmazsa bu 17 gün için kendinize böyle bir şarkı seçebilirsiniz.

Ama sakın bu bir aşk şarkısı olmasın. Düşündüm de alaturka şarkılarımızın hatta pop şarkılarımızın çoğunluğu da böyle bir iş için uygun sayılmaz.

Şarkılarımızın çoğu bitmiş bir aşkın ardından düzülmüş ağıtlar gibi. Ses dalgalarının asla kaybolmadığını, uzayın boşluğuna doğru ama elbette giderek zayıflayarak yayılmaya devam ettiğini okumuştum bir yerlerde.

Eğer Einstein’ın dediği gibi "Tanrı evrenle barbut oynamadıysa", uzaklarda bir yerlerde bize benzeyen ya da tamamen benzemese bile gelişmiş medeniyetler kurmuş olan canlılar olmalı.

Bu ses dalgalarını yakalayıp çözümleyerek anlamaya ve uzayın bir başka ucunda yaşayan Türklerin nasıl yaratıklar olduğunu çıkarsamaya çalıştılarsa, hakkımızdaki fikirleri hiç iyi olmayacak.

Bir kere ilk tespitleri şu olurdu: Türkler, kolayca âşık olabiliyorlar ama sadakat ve tekeşlilik konusunda problemleri var.

Acımasızlar. Aşık adamı ya da kadını kolayca bırakıp, kapıyı çekip çıkabiliyorlar. Adam (ya da kadın) ne diller döküyor, giden sevgili geri gelsin de ona sadece bir bakış atsın diye ama tınmıyorlar bile.

Ve kesin teşhis: Terk edilen âşıklar olmasaydı, Türkiye’de müzik de olmayacaktı!

Her neyse, lafı uzattım, bu 17 gün için kendinize, gerektiği zaman içinizden söyleyebileceğiniz neşeli bir fon şarkısı seçin.

Sevdiceğinizin taleplerini içselleştirmekte zorlandığınız her anda içinizden bu şarkıyı söyleyin, bakın ne güzel olacak.

* * *

Daha önce de sözünü etmiştim, oksitosin diye bir hormonumuz var.

Çiftlerin birbirlerine sevgiyle bağlanmalarını sağlayan bir hormon bu.

Ve ne yazık ki sabahları kahvaltıdan sonra yiyeceğiniz bir kaşık bal ya da ne bileyim kuru fasulyenin üzerine dökülecek bir tutam kırmızı pul biber gibi yiyeceklerle kazanılabilen bir şey değil.

Bunun salgılanması ancak "yakın temas" ile mümkün olabiliyor. Birbirine yapışık gibi sürekli "muck muck" yaşayan, durduk yerde birbirine sarılan, sevgilisi yanından geçerken bir makas alan, eşine "sarkıntılık eden" insanlar bunu kolayca salgılayabiliyorlar.

Mesela "eşim çok horluyor" diye yatağını ayıran çiftlerde bu hormonun salgılanmasının da azaldığını hatırlatayım!

Söz meclisten dışarı, bu isimli bir veterinerlik ilacı var; "uterus tembelliği olan" ineklerde kullanılıyormuş, arkadaşım veteriner İrfan Voyvoda’dan öğrenmiştim.

Ve hayır, bir şey ima etmiyorum, sadece onunla karıştırmayın, ilacı içmeye kalkmayın.

Eşinize sarılın, durduk yerde öpün, poposunu çimdikleyin, yanağından makas alın, yaramazlık yapın. 

Hayatın anlamına ulaşamazsanız bile bu 17 günü eğlenerek geçirirsiniz!

Yazarın Diğer Yazıları

Kadınlar her yaşta çekici olabilirler

Sharon Stone yıllar önce gösteri dünyasında kadınlara karşı acımasız bir ayrımcılık yapıldığına dikkat çekip "40 yaşıma geldiğimde menajerler bir cüzzamlı gibi beni kaldırıp bir kenara attılar" demişti. Aynı yaştaki bir erkek için "yaşlandı" yorumunu duymuyoruz ama Sharon için "genç kız gibi" denmesi iltifat sayılabiliyor. Oysa insanlar kabul etmeli ki, kadınlar yaşları ilerledikçe de güzel olabiliyor

Köklerinizi salacağınız toprak, aşktır

Köklerini bir toprağın içine salmadan, onunla bütünleşmeden hangi ağaç büyüyebilir ki? Bizlerin ihtiyaç duyduğu toprak aşktır arkadaşlar! Kökle toprak birleştikçe, birbirinden ayrılmaları imkânsız hale geldikçe yaşamın derin anlamına da ulaşabiliriz...

Nigel'a ve tüm kalbi kırıklara saygıyla

Yeni Zelanda'da heykelden benzerine aşık olup 3 yıl boyunca dizinin dibinden ayrılmayan sümsük kuşu Nigel'ın 'eşsiz' hikayesini bir kez daha hatırlıyoruz...