12 Aralık 2021

Bir kadın kimin için giyinir?

Demet Özdemir'in geçenlerde bir davette giydiği bu kıyafeti, 'Gardırop Cadısı' Hande Can eleştirmiş. Hıncal Ağabey ise giysiyi çok şık ve şirin bulmuş. 'Kadınlar genelde erkekler için giyinir. Yani benim beğenmem daha değerli' diyor

Demet Özdemir hanımı ben tanımıyordum, Hıncal "Ağabey" Uluç sayesinde varlığından haberim oldu; iyi de oldu.

Hoş bir genç kadın. Yetenekliymiş de: Hem oyuncu hem dansçı hem de model olduğu yazılı öz geçmişinde. Oynadığı diziler yurt dışında da tutulmuş, kendisini kutlarım.

Geçenlerde bir davette giydiği giysi, Babıali esnafının bir günü daha maaşlarını hak ederek, mutlu geçirmesine yol açmış, bugün de bu kervana ben katılıyorum.

Niyetim "Bu kavgada bir iki yumruk da ben sallayayım" değil, baştan söylüyorum, darılmaca yok.

Elbiseyi şöyle tarif edeyim: Bir erkek gömleğini andıran beyaz bir elbise giymiş. Sanki yataktan aceleyle kalkıp sevgilisinin gömleğini giymiş gibi. Ayaklarında da dizlerinin üstünü bir karış kadar geçmiş bir çizme var. Beyaz çantası şıklığını tamamlıyor!

Etek boyu doğal olarak kısa, çizme ile arasında ben diyeyim 10 santim, siz deyin 15 santim bir boşluk kalmış ki böylece bacak boyunun uzunluğu hakkında da bir fikrimiz oluyor, Allah nazardan saklasın.

Sevgililerini dövmek, bazısını kurşunlatmakla maruf İbrahim Tatlıses'e, "yaşam boyu onur ödülü" veren gazetede Gardırop Cadısı mahlasıyla yazan Hande Can da bu giysiyi eleştirmiş.

"Ama herkes, her şeyi giymesin" diye emir buyurmuş ki Demet Hanım o gün gözyaşlarına boğulmuş bile olabilir.

Hıncal Ağabey ise giysiyi çok şık ve şirin bulmuş, Hande Can'a "gerçek cadı" diyor, Hande Hanım kızımızı da "bu işten anlamamakla" suçlayıp, zevklerin tartışılmayacağına dikkat çekiyor.

Aşağıdaki alıntı Hıncal Ağabey'in yazısından:

"… ben erkeğim Cadı.. Kadınlar genelde erkekler için giyinir, bizim sizler için giyindiğimiz gibi. Karşı cinsin dikkatini çekmekte kıyafet en önde gelir. Yani… Benim beğenmem, senin yerin dibine sokmandan çok daha değerli.."

Ve böylece bu haftanın konusunu da bulmuş oluyoruz: Bir kadın kimin için giyinir, süslenir? Erkeklerin dikkatini çekmek için mi, hemcinslerini ortadan çatır diye çatlatmak için mi?

* * *

Benim kişisel teorime göre insanlığın başına gelen her şeyin üç temel sebebi vardır.

Bu üç temel nedenin her birinin de ayrı ayrı üç temel nedeni.

Günün birinde havamı bulursam sizlere de anlatırım ama bugün birincisinden söz edeceğim: İncir, üzüm, zeytin!

Bu üç "şeytani meyve", başımıza gelen her şeyin başlangıç noktasına işaret eder.

Sadece bu üçünden yararlanan bir insan, başka herhangi bir gıdaya ihtiyaç duymadan bütün yaşamını sürdürebilir, öldüğünde hekimler "yetersiz beslenme" teşhisi de koyamazlar.

Daha önce de yazmıştım, özellikle de incir!

Dalında olgunlaşmış bir incir, 40 yaşından gün ya da ay ya da yıl almaya başlamış bir kadına tekabül eder ki ikisi de kafa tarafından çatlar; içinden bir bal süzülür.

Şair Nedim'in o ünlü gazelindeki gibi:

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı âl olmuş sana

Bu sözler aklıma doğal olarak somut bir tek kadını getirir ancak bundan size söz edemem.

Her neyse.

Bugün "Antik Ege medeniyeti" dediğimiz şeyin olgunlaşmasını sağlayan da bu üç meyvedir.

Ve emin olun ki dini kitaplarda Havva'nın, Adem'e sunduğu dedikodusu yapılan elmadan daha yararlıdırlar.

Ve her şey o Ege güneşinin altında olup biter.

Hayatının bir döneminde balık tutmaya çalışan herkes bilir ki kullandığın yem ve olta, avının niteliğini belirler.

Çupra tutmak için kullanacağın olta ile gümüş yakalayamazsın.

Gerçi ben bir keresinde çupraya attığım olta ile kefal yakalamıştım ama oltayı geri çekerken iğne bir gariban kefalin solungacına takılmıştı.

Milli Piyango'da son üç rakama ödül kazanmak gibi yani.

Erkekler ile kadınlar arasındaki ilişkiyi bir balık avına benzetecek olursam ki Mudo benden iyi bilir, "sırtı çekmek" daha uygun bir tanımlama olur.

Bazıları "serpme ağ" da kullanır ama bu tipler beğenileri olgunlaşmamış, zevkleri rafine olmayan tiplerdir ki bizim arkadaş aleminde onlara hoş gözle bakmayız.

"Onayladığım" tür balık avcılığında misinanın ucuna parlak pullu bir sahte balık takılıyor. Küçük bir çıpayı andıran iğneler de bu sahte balığın gövdesinde sallanıyor.

Tekneyle çekmeye başladığınızda bu sahte balık denizin içinde göz alıcı ışıltılar saçarak hareket ediyor ve civardaki "canavarların" dikkatini çekiyor.

Balığı yemek için hamle yaptığında da zokayı yutuyor ve doğru tavaya!

Bu insanoğlunun erkek cinsini avlamakta da yararlı bir taktiktir.

Göz alıcı giysiler giyip, makyajını da yapan bir kadın, eğer canı istiyorsa bir balıkçı gibi sırtı çeker ve kendisini avcı zanneden açgözlü erkekler de üzerindeki iğneyi fark etmeden "balığı avlarlar" ama avlanan aslında kendileridir.

İnsanlık tarihinin uzunluğu içinde bir kadının avcı olup av aramaya çıkmasının geçmişi bir nokta kadar bile sayılmaz.

Çok yakın zamanlara kadar bireyselliğin en geliştiği toplumlarda bile bu ayıplanan bir tutumdu ve o kadına hoş gözle bakılmazdı.

Kadınlar erkeklerden daha akıllıdırlar, göze batmamak için de pasif teknikler kullanırlar.

Yine geldik, Ege güneşine!

Girit Kralı Minos, denizlerin tanrısı Poseidon'dan kurban etmek için güçlü bir boğa istemişti.

Poseidon, Minos'un neyini severdi bilmiyoruz ama bu isteğini özenerek yerine getirdi.

Ona o kadar güzel bir boğa hediye etti ki Minos hayvana kıyamadı ve hayvan pazarından aldığı bir başka boğayı kurban etti.

Büyük hata!

Bunu bilir bunu söylerim ki bir Antik Ege tanrısını kızdıracağına git Boğaz Köprüsü'nden atla, başına gelecek olanlar daha hafif olur.

İnanmıyorsanız buyurun sonuç burada:

Bu durumu öğrenen Poseidon'un tepesi atar ve Minos'un karısı Pasiphae'yi boğaya âşık eder.

Pasiphae, boğanın ilgisini çekmek için Daidolos'a bir inek heykeli yaptırır, içine girer ve boğayı baştan çıkarır.

Bu aşkın meyvesi boğa başlı ve kuyruklu ama insan bedenli Minotor'un doğumu olur ki tam bir baş belasıdır. Bunun üzerine Daidolos'a yeniden görev verilir, o da labirenti icat edip Minotor'u içine hapseder.

Minotor, bugün çoğunu yakından tanıdığımızı düşündüğümüz karakterlerin bir bileşimidir.

Hikâyenin sonu acıklı, bu güzel hafta sonunu ağlayarak geçirmemeniz için anlatmayacağım.

(Meraklısı kitaplardan okuyabilir tabii. Benim önerdiğim kitaplar şunlar: Robert Graves. Yunan Mitleri. Say Yayınları. Çeviren: Uğur Akpur / Derman Bayladı. Mitoloji Sözlüğü. Say Yayınları.)

Pasiphae'nin bir inek giysisi giyerek boğayı tavlaması, günümüz kadınlarının giysiler, makyaj malzemeleri, takılar, ayakkabı, çanta gibi aksesuarlar ile aynı işi yapmasının bilinen ilk örneği.

Antik mezarlardan çıkan takı – tukuların çokluğu da bu işin nesilden nesile aktarıldığını gösteriyor.

Ama acaba gerçekten öyle mi?

Kadınlar, erkekleri tavlamak için mi süsleniyorlar?

Söylemesi ayıptır, bu yazıyı yazmaya başlamadan önce kadim dostum Faruk Bayhan ile Papermoon'da geleneksel öğlen yemeklerimizden birindeydim.

Beş farklı masada, beş farklı kadının, ortalama 10 arkadaşıyla doğum günü kutlamalarına tanık olduk.

Bunu da nereden anladın derseniz, herkes elinde bir küçük poşet hediye ile geliyor.

Oradan gelir durumlarını da anlayabiliyoruz. Büyük poşet getirenler milli gelirden daha az pay alıyor, poşet küçüldükçe milli gelirden alınan pay artıyor.

Poşette yazılı markaları söylemeyeceğim.

Gördüğüm kadarıyla o gün, orada tavlanabilecek bir erkek yoktu.

Faruk ile benim için süslenip, püslendiklerini iddia edecek kadar megaloman değilim tabii.

Günün o saatinde saçların yapılması için kaçta kalktın, berbere nasıl gittin, onunla da kalmayıp bir de üstüne nasıl makyaj yaptırdın sorularını sormayacağım; beni ilgilendirmez.

Peki onca kadın, neden o kadar süslüydü?

Allah sizi inandırsın, hemen arkamdaki masada oturan 12 kadının giysi, çanta, ayakkabı, mücevher, parfüm, saç bakımı, makyaj için harcadıkları parayı toplasam eminim ki Moritanya'nın gayri safi milli hasılası kadar bir bütçeye ulaşabilirdik.

Sizce üç – beş erkeğin ancak olduğu bir lokantaya öğlen vakti böyle gelen kadınlar, kimin için süslenmişlerdi?

Hıncal Ağabey duymasın ama aynı masada oturdukları, hemcinsleri ve arkadaşları için süslenmiş olmalarından daha tutarlı bir açıklama bulamıyorum.

Kuşkusuz ki erkeklerin ilgisi ilk başta plastik güzelliğe kayar, onun çekimi altına girerler.

Ama bu "gerekmez de yetmez de"!

Max Planck Enstitüsü'nde yapılan bir araştırma erkeklerin göz alıcı seksi giysiler içindeki kadınları çekici bulmakla birlikte, uzun süreli bir ilişki için tercih etmediklerini ortaya koyuyor.

Landau Üniversitesi'nin Cinsellik Araştırmaları Enstitüsü'nün araştırması da erkeklerin "arzu listelerinde" birinci sırayı "doğal görünümün" aldığını gösteriyor.

"Güzel bir eş" isteği ancak dördüncü sırada kendisine yer bulabiliyor.

İkinci ve üçüncü sırada "bakımlı görünüm" ve "sağlıklı görünümün" yer aldığını da belirteyim.

Seven göz, kusur görmez ve aramaz çünkü.

Selülit avcısı paparaziler çektikleri fotoğraflarla marifet yaptıklarını zannediyor olabilirler ama bunun gerçek bir erkek için hiçbir anlamı yoktur.

Bununla öteki kadınlar ilgilenir, erkekler değil.

Şimdi Hıncal Ağabey ile "Gardırop Cadısı" Hande'nin arasından çekiliyorum.

Şunu söyleyeyim ki tanımış olsaydı, Hıncal Ağabey de Hande'nin "gerçek bir cadı" olduğu fikrini değiştirirdi.



Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

"
"