31 Ekim 2021

Bir insanı ne kadar tanıyabilirsiniz?

“Falancayı gerçekten iyi tanıyorum” cümlesini kurabilmeniz için o insan ile ne kadar süredir iletişim içinde olmalısınız? Altı ay? Bir yıl? Yedi yıl? On yıl? Daha az? Daha fazla?

Toru Okada’yı tanıyanımız azdır. “Bunu nereden biliyorsun” diye sormayın, iddiaya gireriz, kaybedersiniz.

Toru Okada, Haruki Murakami’nin muhteşem romanı “Zemberekkuşu’nun Güncesi”nin baş kahramanı. (Doğan Kitap, Çeviren: Nihal Önol.)

Bir avukatlık bürosunda çalışırken işsiz kalıyor ve günlerini çoğunlukla evinde geçirmeye başlıyor.

Romanın hemen başında mutfakta yemek pişirirken evdeki telefon çalıyor ve o güne kadar hiç tanımadığı, sesini hiç duymadığı bir kadın, daha telefonu açar açmaz, “Bana on dakikanı ayır” diyor.

Toru Okada, yanlış arandığını düşünüp kadına “kiminle görüşmek istemiştiniz” diye soruyor ve “Seninle tabii” yanıtını alıyor.

Kadın on dakika telefonda konuşabilirlerse birbirlerini daha iyi anlayacaklarını söylüyor.

Ve romanın çarkları böylece dönmeye başlıyor. Devamını anlatacak değilim. İlgilenenler romanı okuyacak ve bu önerimle ilgilendiklerine pişman olmayacaklardır diye düşünüyorum.

Romanın bize sorduğu soru basit: Bir insanı anlayabilmek, onu iyice tanıyabilmek için onunla on dakika konuşmak yeterli midir?

“Yetersizdir” diyenlere benim bir sorum var: “Falancayı gerçekten iyi tanıyorum” cümlesini kurabilmeniz için o insan ile ne kadar süredir iletişim içinde olmalısınız?

Altı ay? Bir yıl? Yedi yıl? On yıl? Daha az? Daha fazla?

Şurası bir gerçek ki “filancayı gerçekten iyi tanıyorum” cümlesi, bir insanın kurabileceği en iddialı cümlelerden biri olmalı.

Bunu bilir, bunu söylerim:Gerçekten tanıdığınızı düşündüğünüz kişiyi, onun istediği ölçüde tanıyor olabilirsiniz.

Ne kadarını istiyorsa o kadarını gösterir!

İyi dost olduklarını sandığımız insanların günün birinde selamı sabahı kestiklerini çok görmüşüzdür.

Çünkü haklarında bir kanaat sahibi oldukları insanın aslında başka birisi olduğunu görmüşlerdir.

***

Eski dostumuz İspanyol gazeteci – filozof Jose Ortega y Gasset bakın “Santillana Markizi’nin Portresi Önünde Düşünceler” başlıklı denemesinde neler yazmış, biraz uzunca bir alıntı yapacağım, ama okumaya değer.

“Kadında bir kendini saklama ve gizleme iç güdüsü vardır: Kadın ruhu, sırtını sanki dış dünyaya dönmüş gibi, içteki tutkulu mayalanmayı saklayarak yaşar. Alçakgönüllü davranışlar, bu içi saklama tutumunun yalnızca simgesel biçimidir. Kadının, erkeğin bakışlarından saklamaya çalıştığı, aslında bedeni değil, erkeğin bedene yönelttiği niyetlere karşı gösterdiği tepkidir.”

“Kadın, kamunun önüne çıkmadan önce ne kadar çok hazırlık yapar, ne denli çekici olmaya çalışırsa, kamuyla gerçek kişiliği arasında o denli büyük bir uzaklık yaratmış olur. Kadının, çevresinde yarattığı hayranlık ne oranda artarsa, o kadın tarafından seçilmeyecek erkeklerin sayısı da o ölçüde artar. Ve bu erkekler uzaktan seyirci kalmaya yazgılı olduklarını anlarlar. Bir kadının kendisiyle başkaları arasına koyduğu bütün o lüksten ve zarafetten, bütün o süslenmeler ve mücevherlerden güdülen amaç, kadının, iç benliğini saklama, bu benliği daha gizemli, daha ulaşılmaz, daha erişilmez kılma isteğidir.”

Ortega y Gasset bunları yazdıktan sonra da diyor ki “bir kadını gerçekten tanımak istiyorsanız onunla flört etmelisiniz.”

Kosovalı bir göçmen ailesinin İngiltere’de büyüyen kızları, şarkıcı Rita Ora da arkadaşımız Hakan Gence’ye aynı şeyi söylemişti, bizler de Hürriyet Pazar’da okumuştuk: “Karanlık taraflarımı öğrenmek için önce benimle aşk yaşaman gerekiyor.”

***

Ingrid Bergman’ı hatırladım. Sinema tarihinin en güzel kadınlarından biri.

Onu çağdaşı diğer güzel oyunculardan ayıran şey muazzam zekasıydı.

Şöyle demişti bir keresinde:

“Öpüşmek, sözcükler kifayetsiz olduğunda konuşmayı kesmek üzere doğa tarafından tasarlanmış çok hoş bir oyundur.”

İşin sırrı konuşmak

Tabii insanın karşısında Inga gibi bir kadın dururken konuşmakla vakit kaybetmek istememesinde şaşılacak bir durum yok ama konuşmadan da onu tanıyamazsınız, o sizi tanıyamaz ve hayalini kurduğunuz o ilişki hiç başlayamaz.

İlişkiyi derinleştirecek şey en başında karşılıklı konuşmak, konuşmak, konuşmaktan geçiyor.

İşin sırrı budur.

Bir kadını beğeniyorsanız ve onu hayatınızın içine sokmak istiyorsanız yapmanız gereken şey bıkıp usanmadan ona olan ilginizi göstermeye devam etmektir.

***

Tabii Sünger Bob örneğini de unutmayalım.

Çizgi dizinin bölümlerinden birinde Sünger Bob, Sandy’nin ilgisini çekebilmek için olmadık şaklabanlıklar yapmış, halter kaldırmaya bile çalışmış ama sonunda şortunu cart diye yırtmıştı!

Kadının / erkeğin ilgisini çekeceğim diye şortu yırtıp, eğlencelik olmaya varacak hareketlerden de kaçınmanızı öneririm.

Ve hep aklınızda tutmalısınız ki “tamam artık onu iyi tanıyorum” cümlesini hiç kurmayın.

İnsan karakteri biraz da Matruşka bebeklerine benzer. İsterseniz lahanaya da benzetebilirsiniz.

Her bebeğin içinden yeni bir bebek çıkar. Her yaprağı soyduğunuzda yeni bir yaprak katmanı, farklı damar yapısıyla karşınızdadır.

Aynı durum karşınızdaki insan için de geçerlidir. Karakterinizin bazen sizin bile farkında olmadığınız yönleri otaya çıktıkça sizinle ilgili düşüncesi de değişecektir.

Not: Yurt dışındayım, yazı yazacak zamanım olmadı. Bu yazım 19 Ekim 2018 günü Hürriyet’te yayımlanmıştı.

Yazarın Diğer Yazıları

Daha iyi sevmenin yedi yolu

The New York Times’ın “Modern Love” köşesinin editörü Daniel Jones, 20 yıldır okuduğu mektuplardan süzülen deneyimlerinin ışığında “Daha iyi sevmenin yedi yolu” başlıklı bir yazı kaleme aldı. O yazıyı bu sayfaya sığdırabilmeme olanak yok ama sizin için özetledim...

Türkiye’nin yumuşak gücü

Türkiye televizyon dizileri üretiminde dünya çapında üçüncü büyük güç. Ve tahmin edebileceğiniz gibi devletin sektöre destek olmak yerine köstek olmak gibi bir tavrı var. Sektör devlet tarafından desteklenmediği gibi, RTÜK’ün ideolojik saplantılarından kaynaklanan ahlakçı sansürün tehdidi altında ama o kadar güçlü ki ayakta kalabiliyor...

Gölgesinde ot bitmeyen mimari

Elimde kesin bir veri yok ama kişisel gözlemim şu ki Türkiye’deki bütün kentlerin merkez bölgelerinde Cumhuriyet’in kuruluşundan beri aynı arsaya en az iki bina yapılmış olduğuna iddiaya girerim. Öyle bir mimari akım geliştirmişiz ki, civarında kendisinden başka hiçbir mimari eğilimin yeşermesine izin vermemiş!

"
"