Üzerinde çok hassasiyet göstermemiz gereken bir şey var: Geleneksel Türk aile yapısı!
"Geleneksel Türk aile yapısı", sorunlu bir hamilelik döneminin ardından erken doğmuş ve iki ayını da kuvözde geçirmiş bir bebek gibi.
Başına her an bir şey gelebilir, onun için sıkı sıkıya korunup esirgenmelidir.
Bunu ben demiyorum, yüce devletimizin, ondan da büyük yetkilileri her fırsatta söylüyorlar ki kulaklarımızda yer etsin, biz de onlar gibi bu "yapı" üzerine hassasiyetle eğilelim.
Kafayı İstanbul Sözleşmesi'ne takanların gerekçesi de aynıydı, hatırlarsınız.
Bu kulaklar, "Sözleşme, Türk aile değerlerine aykırı" gibi konuşmalar duydu, bu gözler yazılar okudu.
Çin vazosu gibi
RTÜK de bir şeyi yasaklayacağı zaman bu kavramı kullanmayı seviyor.
Bu alıntı RTÜK'ün yıllık programlarından:
"Görsel, işitsel ve sosyal medyanın haber, magazin, film ve benzeri tüm yapımlarının geleneksel aile değerlerimize uygun olmasına yönelik tedbirler alınacak; olumsuz yayınları caydıracak etkin düzenlemeler yapılacaktır."
Panik yapmayın, "caydırıcılık" deyince emirlere itaat etmeyenleri kırbaçlamaktan söz etmiyorlar.
RTÜK'ün uygulamalarına bakarsanız Türk aile değerleri, kolayca kırılabilecek bir Çin vazosu gibi.
Hassas bir bünyeye sahip.
Filmlerde öpüşen bir çiftin aile değerlerimiz üzerinde yarattığı etki, benim laktoza gösterdiğim tepki gibi adeta.
Dizilerde öpüşmek, sevişmek, içki içmek yasak.
Türk dizilerinin iyi iş yaptığı Orta ve Güney Amerika ülkeleri halkları acaba hakkımızda ne düşünüyor?
Sevişmeyi bilmeyen, çaydan başka içki içmeyen insanlar olduğumuzu mu?
Kim bilir, belki de biz Türklerin, amipler gibi mitoz bölünme yöntemiyle ürediğimizi bile düşünüyor olabilirler.
Eşeyli üremeyi tercih eden, mesela Almanlar filan, bu yüzden bizimki gibi sağlam bir "Alman aile değerleri sistemine" sahip değiller.
Gerçi onların üreme yöntemleri, mitoz bölünmeyle üremeye göre daha zevkli ve eğlenceli görünüyor ama olsun.
Tabii "Türk aile değerleri" konusu durduk yerde aklıma gelmiş değil.
Biliyorsunuz yüce devletimiz, hassas olduğu her konuda araştırmalar yapar ki kendisiyle benzer hassasiyetlere sahip olmayan vatandaşları hizaya çekebilsin.
Nitekim TÜİK tam da Nisan ayının 1'inde "Türk Aile Yapısı Araştırması" adı verilen bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı.
Şaka değil, gerçek bir araştırma yayınlanan.
İstatistiklere bakarak ilk söyleyeceğimiz bulgu şu olmalı: Türkler aşk evliliğini değil, mantık evliliğini tercih ediyorlar!
Evliliklerin yarıya yakını (yüzde 46,1) görücü usulüyle yapılıyor.
Türk erkekleri evlenecekleri kadında aradıkları özelliklerde birinci sıraya (yüzde 86,4) "ev işlerini yapabilmesini ve çocuklara iyi bakmasını" koyuyor.
Önce cüzdan
Maşallah kadınlarımız da çok "duygusal", evlenecekleri erkeklerde aradıkları ilk özellik, "gelir getirici bir işe sahip olmaları." (Yüzde 92,1)
Yani "Mankenler fakir erkeklerle mi çıksın yani" diye magazin medyasının alevden toplarının ağzına konulan genç kadınlara boşuna yükleniyorsunuz.
Türkiye'de bir kadının kalbini çalacaksanız, gözlerinizden önce cüzdanınızı konuşturmanız gerekiyor. Tabii istisnaların genel kuralı değiştirmediği gerçeğini de hatırlatayım ki kafama sivri topuklu bir ayakkabı ile vurmasınlar.
Türk kadınları, evlenecekleri erkeklerde şunları aradıklarını söylüyor:
1 – Gelir getirici bir iş.
2 – Bakımlı ve özenli.
3 – Benzer hayat tarzı.
4 – Ev işleri ve çocukların bakımını paylaşması.
5 – Çalışma saatlerinin belli olması.
Beşinci maddeyi neden istiyorlar, tahmin edebiliriz. Bu biraz da erkeklere güvensizlikle açıklanabilir sanırım.
İşe giriş – çıkış saatinin belli olması, takibin de kolay olmasını sağlar ki bu sonuç Türk kadınlarının "kuşkucu" karakterini de ortaya koyuyor.
Bu temel sonuçlara bakınca şunu da söyleyebilirim, Türk kadınları hayalci tipler.
Geleneksel aile değerlerine bağlı bir Türk erkeğinin "ev işinden" anladığı, televizyonun kumandasının her zaman doğru yerde durması ve aradığı zaman çorabını kolayca bulmasıdır.
"Bakımlı ve özenli olmak", metro ve halk otobüsü deneyimlerinden çıkardığım kadarıyla Türk erkeklerine has bir özellik olmaktan ziyade kadınların kendi kafalarında yarattıkları bir tür "sapık hayal" olmalı.
Ve işte Türk erkeğinin, evlenecekleri kadından bekledikleri, sıralı tam liste:
1 – Ev işleri ve çocukların bakımı.
2 – Ev işlerinde beceriklilik.
3 – Bakımlı ve özenli olmak.
4 – Aile yapılarının benzerliği.
5 – Bekâret! (TÜİK, bunu "ilk kez evlenecek olması" diye kategorize ederek "politically correct" davranmış ama benim öyle bir zorunluluğum yok tabii.)
Birinci ve ikinci maddelerin neredeyse aynı olduğuna da dikkatinizi çekerim.
Ve bütün bunlarla çelişir gibi görünen bir sonuç daha var: "Âşık bir eş" beklentisi, kadınlarda da erkeklerde de aynı. Yüzde 80.
Tuhaf bir durum ve ciddi bir kafa karışıklığına da işaret ediyor aslında.
Evlenecekleri insanlardan bekledikleri son derece maddi ve ölçülebilir şeyler. Bunları istiyorlar ama bir de üzerine "bana âşık olsun" diyorlar. Kendilerinin, eşlerine âşık olmaları gerekmiyor!
En çok kavga;
1- Harcamalar,
2 – Ailece birlikte vakit geçirememe,
3 – Gelirin yetersizliği,
4 – Evle ilgili sorumlulukların ihmal edilmesi,
5 – Sigara alışkanlığı yüzünden çıkıyor.
Gördüğünüz gibi "geleneksel aile değerlerimiz" biraz içten pazarlıklı.
Kendimiz için istediklerimizi, eşlerimiz için de istiyor gibi görünmüyoruz.
Kim bilir belki de aile değerlerimizin çok hassas bir bünyeye sahip olmasının bir nedeni de budur.
Meşhur Berlin döneri
Yıllar önce Antwerp'te sokaklarda gezinirken, araç trafiğine kapalı bir bölgede, katedralin hemen yakınındaki bir lokantanın dev tabelası dikkatimi çekmişti: Meşhur Berlin Döneri!
Gülüp geçmiştim o zaman.
Aradan yıllar geçtikten sonra günün birinde aynı tabela bu kez Brooklyn'deki bir alışveriş merkezinde karşıma çıktı: Berliner Doner Kebab!
2006 yılındaki Dünya Kupası final maçı için Berlin'e gittiğimde iyi kâğıda basılmış, kalın ciltli bir tür "süs kitabı" almıştım. Kitap, "Bugünkü Almanya'yı Sevmek" adını taşıyordu.
Almanya'yı sevmek için okuyuculara sunulan 100 nedenden biri de "Berlin Döneri" idi.
Bu yıl, Berlin Döneri'nin icat edilmesinin 50'nci yılı.
Bu aydan itibaren Berlin'de bahar ayları boyunca bir dizi etkinlik düzenlenecek. Berlin Döneri ile ilgili yayınlanan kitaplar, paneller de medeniyetin olmaz ise olmaz bir parçası.
Berlin Belediyesi'nin internet sitesine göre ilk Berlin Döneri 1972 yılında, işçi olarak Berlin'e gelmiş ancak sonradan büfeciliğe başlamış Kadir Nurman tarafından pişirildi ve satıldı.
Başlangıçta pidenin içine konulmuş dönerden ibaretti, yıllar içinde Alman ağız tadına uygun olarak gelişti.
18 bin 500 büfe
Şimdi bir Berlin Döneri, taze pidenin içine döner, ince kıyım marul salatası, patates kızartması, ince kıyım soğan, cacık ya da sarımsaklı yoğurt sos ile servis ediliyor.
Ve artık bir "Alman yemeği" olarak kabul ediliyor. "Döner" isimli kitabın yazarı Eberhard Seidel'e göre döner, "bir Türk – Alman kültür tarihi öyküsü."
Şu anda Almanya'da yaklaşık 18 bin 500 döner büfesi ve döner satılan Türk restoranı var. Berlin yaklaşık bin 600 satış noktasıyla aynı zamanda dönerin de başkenti.
Avrupa Türk Dönercileri Derneği'ne göre Almanya'da günlük tüketim 550 ton civarında.
Bir o kadarı da Almanya'dan Avrupa ve ABD'ye ihraç amacıyla üretiliyor.
Almanya'daki döner sektörü yıllık yaklaşık 2 milyar 400 milyon Euro'luk satış yapıyor.
Avrupa genelinde ise yaklaşık 3.5 milyar euro'luk döner satılıyor.
Berlin'in en lüks oteli Adlon'un lokantasındaki mönüde bile artık Berlin Döneri var.
Ve her ürüne "döner" demeniz de artık mümkün değil, onun da bir standardı var. Almanya'da gıda denetleme kuruluna bağlı bir birim, ülkenin doğusundaki Weimar kentindeki bazı lokantaların tabela ve mönülerinde "döner" ya da "dönerci" kelimelerinin kullanılmasını yasakladı.
Hayır, bu ırkçı bir tutum nedeniyle alınmış bir karar değil.
Tam tersine dönerin standart dışı satışını önlemeyi amaçlıyor.
Bir lokantanın "dönerci" olarak kabul edilebilmesi için sardığı etin içinde yüzde 60 oranında koyun ya da sığır eti olması gerekiyor. Yönetmeliğe göre dönere eklenebilecek maddeler ise sadece tuz, yumurta, baharat, yağ, soğan, süt ve yoğurt.
Bu standart dışındaki ürünler, şeklen dönere benzese bile artık "döner" diye satılamayacak, "ekmek arası et" anlamına gelen "Drehspiess im Fladenbrot" olarak mönülerde yer alacak.
Rafinasyon
Bizim memlekette yaygın inançlardan biri de Türk mutfağının dünyada hak ettiği yeri bir türlü bulamamış olmasıdır.
Bu "yer" kimine göre Fransız ve İtalyanlardan sonra gelir, kimine göre ise onlardan çok daha zengindir.
Böyle tartışmalar zırvalama yeteneğinize göre derinleşebilir tabii. Milliyetçi hislerin baskın olduğu bu tür tartışmalara girmek istemem.
Ama şunu biliyorum: Bir mutfağı uluslararası alanda da tanınır bilinir kılan şey, "rafinasyon"dur.
Ve dünyada kendini bilen herkesin üzerinde ittifak ettiği konu, Fransız mutfağının dünyanın en sofistike ve rafine mutfağı olduğudur.
Bunu tartışmak isteyenle aynı masada oturup çay bile içilmez, öylesine!
Fransız şef
Bugünkü Fransız mutfağının temeli, 1651 yılında yayınlanan "Fransız Şef" isimli kitapla atıldı.La Varenne takma ismiyle bilinen aşçı François Pierre'in yazdığı bu kitapla birlikte yemek yemek ve pişirmek, amacı zevk almak olan bir sofistikasyon seviyesine ulaştı.
Bu yemek kitabını, "çok özel" yapan şey, yemek tariflerinin ilk kez birbirleriyle tutarlı olmasıydı. Kitabın bir sistematiği vardı ve o sistematik yemeklerin pişirilmesinde kullanılan teknikler ve malzemeler ile sağlanıyordu. Teknikler açık ve anlaşılır bir şekilde anlatılıyor, yemeği bir saray mutfağında da yapsanız, evinizdeki küçük mutfakta da yapsanız, aynı lezzete erişebilmenin yolunu tanımlıyordu.
Kitabın yayınlanmasından sonraki 20 yıl içinde tatlı, pasta ve soslar üzerine yazılmış kitaplarla çember tamamlanmış oldu. "Gurme" deyiminin de ilk kez o yıllarda kullanıldığı söylenir. O günlerden beri de Fransız yemeği dediğimiz şey, her yerde aynı şekilde pişiriliyor. Yapanın yeteneğine ve malzemenin kalitesine göre elbette tat farkları oluşabiliyor ama teknik ve malzeme içeriği değişmiyor.
Bizim mutfağımız için böyle bir şey ne yazık ki söyleyemiyoruz.
Gördüğünüz gibi "elin Almanı" bile dönere bir standart getiriyor, onun dışındaki ürünlerin döner olarak isimlendirilmesini engelliyor.
Bize ise dönerin ana vatanında, döner diye kim bilir neler yediriyorlar da haberimiz bile olmuyor!
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.