Geleceğin tarihini belirleyecek çok önemli bir küresel olayın içinden geçiyoruz.
Hep Mark Twain'e atfedilen ve kullanmak için sürekli imkân sunan bir söz vardır. Tarih tekerrür etmez ama kafiye yapar.
Geçtiğimiz haftadan beri dünyanın odağı olan Ukrayna krizi, 10 gün önce birçok uzmanın ihtimal vermediği yeni dengelere (dengesizliklere) yol açtı.
"Hiç uyuşamıyorlar", kanaatinin çok yaygın olduğu Avrupa Birliği, sürpriz tek bir seslilikle Rusya'ya ağır yaptırımlar uyguladı.
Bölünmüş bir NATO, neden kurulduğunu hatırladı.
Almanya İkinci Dünya Savaşı travmasını aştı ve yeni bir savunma anlayışı ile 100 milyar Euro'luk askeri harcama hedefini açıkladı.
Jeopolitik dengelerde sert tavırlar ve agresif müdahaleler, genelde karşı tarafı sindirmek yerine iradelerini güçlendirir.
Bunun örneği şu anda göz önünde.
Ukraynalılar beklenmedik bir direnç gösteriyor. Batı, Rusya'ya karşı ortak bir tutum içerisinde politikalar uyguluyor.
Bu süreçte tarihin kafiyesini hatırlama nedeni ülke olarak Türkiye; kimlik olarak Sovyetlerin lideri ise Yosif Visaryonoviç Cuğaşvili, namı diğeri Josef Stalin'di.
Kurtuluş Savaşı'nın sonunda Türkiye ve Sovyetler Birliği asla sona ermeyeceğe benzeyen bir dostluk içerisindeydiler.
1920 yılında Atatürk'ün Lenin'e destek istemek amacıyla yazdığı bir mektupla başlayan dostluk; Sovyetler Birliği'nin Kurtuluş Savaşı'ndaki desteğiyle devam etti. İki yıl içinde Rus limanlardan onlarca top, yüzlerce makineli tüfek, binlerce tüfek, yüz binlerce top mermisi, milyonlarca fişek Anadolu'ya getirildi.
1921 yılında Türk-Sovyet Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması bu kalıcı dostluğun resmileşmesindeki ilk adımdı.
Savaştan sonra bu yapıcı adımlar devam etti, ta ki Stalin'e kadar.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği 1945 yılında, Sovyetler Birliği o zamana kadarki kısa tarihinin en güçlü anını yaşıyordu.
Naziler yenilmiş, Doğu Avrupa Moskova'nın kontrolü altında, Kızıl Ordu ise dünyanın en büyük ordusu haline gelmişti.
Savaştan hemen önce, 1936 yılında imzalan ve günümüzde sık sık konu olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde askeri ve siyasi hakları düzenleme yetkisini Türkiye'ye vermişti.
Stalin Türkiye'nin savaş boyunca, Alman donanmasının Boğaz'dan rahat geçişine göz yumduğuna inanıyordu.
Bulunduğu konumun gücü ile sarhoş olunca, Sovyetler Birliği ilk olarak dostluk anlaşmasını kınadı ve o yıl sona ermesini sağladı.
Sovyetler Birliği, Türkiye ile dostluğun devam edebilmesi için Kars ve Ardahan'ın 'iade' edilmesini, boğazlarda 'ortak savunma' amaçlı Sovyet askeri üslerine izin verilmesini ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin yeniden gözden geçirilmesini talep etti.
Bu uzun bir diplomatik soğukluğun başlangıcıydı.
1940'ların sonunda Sovyet kamuoyunun konuya bakışı ile tavrı sertleşmiş, Türkiye'nin 'ihanetinden' söz edilir olmuştu.
Türkiye'de ise Stalin'den, bir komünist için ağır bir hakaret sayılan 'Çarların Varisi' takma adıyla bahsedilmeye başlandı. TBMM, Sovyetler Birliği'nin Rus İmparatorluk ailesi Romanovların devamı olduğu ile itham etti.
Ülkeler arası gerginlik artarken, Rus donanması Karadeniz'deki varlığını ve manevralarını arttırdı.
Bu soğukluk Amerika, İngiltere ve diğer Batı İttifakı ülkelerinin beklediği fırsat idi.
Sonuç!
Batı ülkeleri Türkiye'ye olan desteklerini güçlü biçimde yinelediler.
Truman Doktrini kapsamında Amerika, Türkiye'ye büyük maddi ve askeri destekte bulundu.
Türkiye tarafsızlık politikasını terk etti ve Batı ittifakına dahil oldu.
Önce Soğuk Savaş döneminin ilk sıcak çatışması olan Kore savaşında NATO ile birlikte savaştı ve 1952 yılında NATO'ya resmi olarak katıldı.
Soğuk Savaş'ın sıcak, nükleer bir savaşa dönüşmeye en yaklaştığı Küba Füze Krizi'nde Sovyetler Birliği'ne en büyük tehdit oluşturan faktör Amerika'nın Türkiye'de barındırdığı Jüpiter füzeleriydi.
Stalin'in ölümünden sonra Moskova taleplerini geri çekti. Fakat Türkiye Soğuk Savaş boyunca aynı tarafta kaldı. Bugün hâlâ NATO üyesi.
Tarih kendini tekrarlamayabilir, ama kafiye yapar.
Bugün Ukrayna'da çok daha ağır bir çatışma gerçekleşiyor.
Stalin'in ölümünden sonra yerine geçen Kruşçev, basit bir diplomasi hatasıyla Türkiye'nin dostluğunu kaybetmeyi bir aptallık olarak nitelendirmişti.
Putin'den sonra gelecek bir Rus lider de geriye dönük değerlendirince, bugün içinden geçtiğimiz Rus politikasını, tarihe kafiyeli bir şekilde anlatabilir.