22 Mayıs 2022

Söylentinin gücü

Fikirlerin özgürce ifadesi şimdilik hiç iyi işaretler vermese de zihinlerin ve kalplerin korunmasının tek yolu propaganda karşısında uyanık kalmak gibi görünüyor

V işareti yapan biri sistem muhalifi olarak algılanır. Hatta kimi yerlerde tutuklanmasına bile yeterli olabilir.

Oysa V işareti, İkinci Dünya Savaşı'nda BBC tarafından başlatılan tarihin en başarılı siyasi kampanyalarından biridir. 'Victory' kelimesinin ilk harfi olan V'nin Avrupa dillerindeki benzerliği de dikkate alınarak zafer işareti olarak yaygınlaştırılmıştır.

Bilinen ilk siyasi propaganda; Antik Yunan'da yönetimin vatandaşlarını topluluk önünde konuşmayı teşvik etmesi olarak kaydedilmiştir. Vatandaşlar görüşlerini açıkça dile getirerek, siyasi kararlara katılıyorlardı. Bir anlamda güç paylaşılıyordu. Çünkü onurlu vatandaşlık anlamına gelen sivil sorumluluk esastı. Kamuoyunu ikna becerisine sahip olmak çok önemliydi. Atina sistemi, onursuz davranışlarından şüphelenilen konuşmacıları tasfiye ediyordu.

Platon, söz söyleme sanatının Atina yönetimindeki gücüne karşı çıkan bir filozoftu. O, doğruya sahip olmayanların 'söz gücüyle' gelen bir hükümete değil, filozof krallar tarafından yönetilmeye inanıyordu.

"Vatandaşlar söylemleriyle yönetimi iyi hale getirmeyi mi yoksa kendi çıkarları uğruna kamu yararına davranır gibi mi görünmeyi mi hedefliyorlar," diye soruyordu.

Platon'un 'özgürler' demokrasisine dair soruları cevap bulmadı. Ancak modern demokrasilerde sözün gücü halen ana belirleyici. İran, Venezuela geçen hafta bahsettiğimiz Filipinler de görüldüğü üzere...

Bir ideolojiyi aşılamaya çalışan bir devlet, kof bir vatanseverlik dalgası yaratarak; cihat için takipçi toplayan bir sanal ağ dine sadakati manipüle ederek; düşmanlarını korkutmaya çalışan bir lider ordusunun gücünü abartarak; müşterileri nezdinde meşruiyetini sürdürmek için güvenilir bir imaj peşinde koşan bir şirket ürününü cilalayarak 'sözün gücünü' kullanmakta...

Reklamcılık ve halkla ilişkilerin propagandanın içinden doğduğu hatırlanırsa geldiğimiz yeri anlamak kolaylaşacaktır. Ticari propagandanın, bizi propagandadan muaf olduğumuza ikna etmedeki başarısı kuşkusuz muazzamdır.

Bir söylentinin göle atılan taşın yarattığı dalgalar gibi akıl almaz bir hızla yayılması, propagandayı ince ayarlanmış bir sismograf gibi yönetmektedir.

Kuzey Kore bilgi akışını kontrol ederek halkını manipüle etmek alanında yüzyılın mükemmel örneğidir.

Sansür, Kuzey Kore'de katıdır. Cep telefonları yasa dışıdır; gazeteler, radyo ve televizyon hükümet tarafından sıkı bir şekilde kontrol edilir ve sıradan vatandaşlar bu bilgilere erişemez. İnternet devlet tarafından kontrol edilir. Halk bütün dünyanın kendileri gibi yaşadığına inanmaktadır.

1989'da Pekin dışındaki Çin vatandaşları, Tiananmen'deki gösterilerden haberdar olamadılar, ama dünya gördü. Çünkü uluslararası medya Gorbaçov'un ziyareti nedeniyle Pekin'deydi. Dünyanın kalanı Çin'de olup bitenleri öğrenirken, hükümet kendi halkına bilgi akışını başarıyla kontrol etmişti.

İronik olarak halktan alınan güçle, halka karşı yapılan her türlü algı operasyonu, tarihin akışını değiştirebilecek seviyelere ulaşabilmektedir.

İnternetin küresel çapı, tasarlanmış dezenformasyonun yayılması için en güçlü zemindir. Bizi bir adım sonrası komplo teorilerine uzanan, alt edilemez bir taarruza taşımaktadır: 'Söylentinin Gücüne!'

Böyle bir ortamda propaganda potansiyeli sonsuzdur. Herkes doğru veya yanlış bir mesaj yayabilir veya bilgiyi değiştirebilir. Bir resmi hatta bir sesi kendi amaçlarına uyacak şekilde değiştirebilir. Saldırıya uğrayan ister kurum ister birey olsun savunmasızdır. İtibarlara verilen hasarlar geri alınamaz.

İnternetin propaganda potansiyeli o kadar önemli ki, özellikle sanal ağda söylenenleri izlemek için yeni şirketler ve parlak meslekler oluşturuldu.

Troller dahil profesyonel "manipülatörlerin" yüksek gelirleri buna ciddi bir kanıttır. İnsanları doğru olmayana inandırmak gibi zor bir işi yaptıkları için kazançlarını hak ettikleri söylenebilir.

İnternetin gücü keşfedildiğinden bu yana, propaganda iktidarda olanlar için bir altın cevheri, iktidarda olmayan politikacılar içinse gelecek kâbusu haline geldi. Hikâyeler çürütülse de yıllarca dolaşmayı sürdürmeye ve komplo teorileri deposu olmaya devam ettiler. "Obama'nın doğum belgesi" ya da "11 Eylül komplosu" iyi örneklerdir ama hiçbiri propagandanın gücünü "Kabataş kampanyası" kadar yansıtamaz.

Kültürel olarak ülkeyi tanıyan hiç kimse bebeğiyle yolculuk eden bir kadına İstanbul'un en kalabalık yerlerinden birinde saldıramaz. Saldırırsa en iyi ihtimalle linç edilir.

Çıplak, deri eldivenli bir topluluk göz önünde dolaşamaz. Kıyafet yasasına aykırıdır. Dolaşırsa en iyi ihtimalle anında tutuklanır.

Polis erişiminin en geç üç dakika süreceği bir işlek yerde hiç kimse ne bir kadının üzerine işeyebilir ne de bir ihtiyarı dövebilir. Bunu yaptığı söylenenlerin oradan sağ çıkma ihtimali sıfırdır.

Bu saçma hikâyeyle, amaçlı yalancı tanıklıklar yaratılarak milyonlarca insan inandırılmış ve devamında gençler rövanş amaçlı öldürülmüştür.

Bu eğilimin kontrolsüzlüğü toplumların ortak ruh sağlığını tehdit etmekte, en kötüsü demokratik toplum geleneğine bağlılığı yıkmakta; en iyi ihtimalle de kamuoyunu bilim, siyaset ve iletişim araçları hakkında şüpheci yapmakta, güvenilmez kılmaktadır.

Fikirlerin özgürce ifadesi şimdilik hiç iyi işaretler vermese de zihinlerin ve kalplerin korunmasının tek yolu propaganda karşısında uyanık kalmak gibi görünüyor.

Aksi sonuçları Platon'un uyardığı yere kadar ulaşabilir.

Yazarın Diğer Yazıları

Sessiz lüks

Forbes Dergisi; "Sessiz lüksün prestijli ürününü yalnızca eğitimli bir göze sahip olanlar tanıyabilir," yorumunu yapıyor: "Para konuşur, zenginlik fısıldar!"

Beynimiz büyüse de, evrimimiz teknolojiye teslim edilmekte

Fütüristler, 2050 yılına kadar beyinlerimizin daha çok bilgisayara benzeyebileceğini söylüyorlar. Düşüncelerimizi düşünerek aktarmamızı sağlayan "iletişimi" kelimelerle değil, elektrik sinyalleriyle anlaşılır kılmak mümkün olacak. Hatta belki tercih edilen iletişim yöntemi olacak

Düşüncelerimiz gerçekten özgür mü, özgür kalabilir mi?

Kaygılı bilim insanları, nöroteknolojideki ilerlemelerin ister askeri programlar ister teknoloji şirketlerinin araştırmaları yoluyla olsun, "beyin mahremiyetine izinsiz giriş" anlamına geldiğine inanıyorlar