Deprem acımız durulamamışken farklı bir meseleye yönelmek oldukça zor….
Kuşkusuz daha sorulması gereken çok soru, üzerine gidilmesi gereken çok konu var.
Fakat önümüzdeki haftalar da bu trajedi ile mücadele şekil değiştirirken uzun vadeli düşünmeye başlayacağız. En azından öyle umuyorum.
Geleceğe dönük düşünürken, geçen hafta yüz yüze kaldığımız kaçınılmaz gerçeklerden birinin de insanlığın tüm bilimsel anlayışı ve teknolojik buluşlarına rağmen doğanın üstümüzdeki olağanüstü gücü olduğunu hatırlamalıyız. Aksi halde doğa acımasızca hatırlatıyor.
Deprem iklim ile alakalı bir afet değil.
Fakat deprem ile gerçekleşen ölüm ve yıkım; iklim değişikliği ile artan yangın, sel ve fırtınalar gibi sorunlarla kıyaslanabilir.
Depremin ardından gördüğümüz su ve gıda yoksunluğu, hijyen sıkıntıları, yeni yerleşim bölgelerine göç ise daha küresel çapta daha şimdiden birçok yerde yaşanan sorunlar. Ki Türkiye'deki korkunç duruma dünyanın her köşesinden gelen dost destek ve paraya rağmen….
Ne yazık ki yakın gelecekte doğal ekosistemlerin gördüğü zarar ve sonuçlarıyla daha sık karşılaşacağımız kaçınılmaz bir gerçek.
Düzenli olarak yayınlanan iklim raporlarının sonuncusu olan 2022 4C Karbon Görünümü raporu; geçen yıl fosil yakıtlarının yakılması sonucu yayılan karbon emisyonlarının rekor kırarak Covid-19 öncesi seviyelerin üstüne çıktığını belirtti.
Yani karbon salınımına tam gaz devam ediyoruz.
Küresel olarak iklim değişikliğinin etkileri arttıkça mücadele için kaynaklarımız daralacak.
İklim değişikliği yeteri kadar önlem almasak da sürekli olarak konuştuğumuz bir konu.
Bu konuyla doğrudan bağlantılı ve aynı öneme sahip olmasına rağmen aynı derecede ilgi çekmeyen, bir ekolojik kriz daha gerçekleşiyor; okyanusların asitlenmesi!
Okyanuslar karbon emisyonları ile mücadeledeki ana silahlarımızdan biri.
Dünyadaki oksijenin yarısını üretiyor, karbon emisyonlarının çeyreğini emiyor ve bu emisyonların yarattığı fazla ısının yüzde 90'ını soğutuyor.
Karbon emisyonu salınımı arttıkça, doğanın akciğeri işlevi gören okyanuslar ise bunun için büyük bir bedel ödüyor. Çünkü karbon dioksit doğal süreçlerde çok büyük bir faktör. Okyanus kimyasındaki bu artış, ekosistem dengelerini ciddi anlamda değiştirmekte.
İklim değişikliğinin 'kötü ikizi' olarak da adlandırılan okyanus asitlenmesi; karbon emisyonlarının artmasıyla, 'pH skalasında alkali yapıda,' olan okyanusların asit oranlarının artması ve dolayısıyla okyanus ekosistemlerinin büyük derecede değişmesine yol açan fenomene verilen isim.
Okyanusları asitlenmesi bağlantılı olarak nehir ağızları ve su yolları için büyük tehdit oluşturuyor.
Yaşamımız için dayandığımız ekosistemler için oluşan bir tehdit, doğrudan insanlığı da tehdit ediyor.
Geçtiğimiz yıllarda hızla artan okyanus asitlenmesi; 55 milyon yıldır doğal süregelen olarak gerçekleşen seviyeden 100 kat daha hızlı gerçekleşiyor.
Asitlenme seviyesinde; endüstriyel döneme kıyasen 30'luk bir artış kaydedildi ve Amerikan Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi'nin öngörülerine göre bu yüzyılın sonunda okyanusların asitlik seviyesinin yüzde 150 artması bekleniliyor.
Hükümetler arası İklim Değişikliği Panelinin modellediği en kötü senaryolarda daha da yüksek bile olabilir.
Önüne geçilemezse etkileri; denizlerdeki kabuklu hayvanların kabuklarının çözünmesi, bazı balıkların doğru üreme alanlarını tespit edememesi, algler ve deniz otlarının kitleler halinde ölmesi, resiflerin yok olması ve buna bağlı olarak temel besin zincirlerinin çökmesi olacak.
En bariz örneği Avusturalya'daki Büyük Bariyer Resifi'ndeki mercanların yarısının geçtiğimiz otuz yılda yok olmuş olması. Fakat benzer örnekler Karayiplerden Patagonya'ya, Norveç sahillerinden, Endonezya adalarına kadar okyanus yaşamının olduğu her yerde görülebiliyor.
Okyanus yaşamının ve oksijen üretiminin çökmesi kara yaşamını hayal edilemez şekilde etkileyecek.
Bu acil gündem, üç tarafı denizle çevrili, balıkçılık gibi deniz sektörleri ile geçimini sağlayan büyük bir iş gücü nüfusuna sahip, turizm sayesinde ekonomik zorluklarını hafifleten, meyhane kültürü ile denizi yemek masasında yaşayan bir toplumda çok daha fazla yer edinmeli.
Bir doğal afetin etkileri ile toplumsal bir travmadan geçerken, yaraları sararken ve yıkımla baş etmeye çalışırken yapabileceğimiz en iyi çalışmalardan biri; şu anda oldukça canlı olan kamu ilgisini doğadaki diğer krizlere de çekmek olmalıdır. Çünkü doğanın bütün cezalandırmaları bağlantılı….
Aksi halde doğa ile ilişkimiz ve insan varlığı bir daha onarılamayacak hale gelebilir.
Mehmet Önal Kimdir?
Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.
Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.
Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.
|