22 Eylül 2024

Her casus James Bond değildir...

Şu an aktif savaş halinde olan Ukrayna, Myanmar ve Gazze gibi bölgelerde de bariz olduğu gibi savaşlar sivil nüfuslardan uzak bir alanda, iki düzenli ordu arasında değil, sivillerin yoğun olduğu, hatta bazen kalkan olarak kullanıldığı şehirlerde gerçekleşiyor. Yani ekonomi ve endüstrinin askeriye ve savaş neredeyse entegre oldular

Büyük kurumlarda çalışan profesyoneller için tembel meslektaşlar çok da şaşırtıcı değildir.  

Hatta kurumlarını kasten sabote etmek isteyen çalışanların olması bile daha ender de olsa alışılmadık değildir.

Gerek terfi edemeyen bir çalışanın kuruma karşı duyduğu kişisel öfke; toplumsal konulara duyarlı olmayan şirketine karşı oluşan intikam duygusu veya hızlı zenginleşmek amacıyla kurumunun kaynaklarını çalmaya kadar bir sürü örnek bulmak mümkündür.

Akla gelmeyen ise bu tarz eylemlerin kimi zaman istihbarat örgütleri tarafından teşvik veya organize edildiğidir.

Daha önce küresel casusluk tarihini ele almıştım.

İstihbarat analizcilerine göre bir insanın kendi ülkesinin çıkarlarına karşı eylem veya casusluk yapmasının dört temel nedeni vardır:

Para, ideoloji, uzlaşma ve ego… (Money, Ideology, Compromise, Ego) Her deyimi kısaltma alışkanlığı olan Amerikalılar buna kısaca MICE (fare) diyorlar.

Aynı sebepler bir çalışanın işyerini sabote etmesi için de geçerli olabilir.

Bu karanlık dünyayı ele alan dizi, film ve kitaplar neredeyse her zaman casusların silahlar ile çatıştığı, büyük patlamalar ile stratejik noktalara saldırdığı, siyasi aktörleri manipüle ettiği kurgularla doludur.

Zaman zaman casuslarla yapılan röportajlar, gerçek hayatta bu dünyanın hiç de heyecanlı olmayabileceğini aksine çok daha sıkıcı olduğunu birçok kere gösterdi.

CIA’in halka açtığı arşivlerinde 1944’ten kalan bir belge ise bu sıkıcılığın hayatımızı nasıl belirlediğini gösteren ipuçlarını veriyor.

Basit Sabotaj Saha Kılavuzu’ 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın endüstriyel kapasitesini sabote edebilecek konum ve niyette olan Alman çalışanlara yol göstermek amacıyla bir kılavuz olarak hazırlanmıştı.

Fabrika, ofis ve ulaşım hatlarındaki üretim ve taşıma kapasitesini azaltacak küçük sabotajlar ile savaş kapasitesine zarar vermek için tavsiyeler sunuyordu:    

‘Arayanlara patronun meşgul olduğunu belirt!’

‘Rahatsız edici söylenti yay!’

‘Yavaş çalış. Günlük işine gereksiz adımlar eklemenin yollarını düşün!’

‘Tuvalete gittiğinde, orada mümkün olduğu kadar uzun süre geçir!’

‘İşini kötü yapıp suçu makinelere veya aletlere yükle!’

Alt seviyeli çalışanlara ise daha yıldırma amaçlı tavsiyeler verilmişti:

‘Mümkün olduğu kadar çok ve uzun süreli konuş!’

‘Gereksiz konuları sürekli dile getir!’

‘Spesifik kelime ve üslup kullanımını için sürekli tartış!’

‘Verilen kararlar ile ilgili sürekli kaygılı olduğunu göster!’

Müdürlere ise,

‘Talimatları yanlış anla. Talimatlarla ilgili bitmeyen sorular sor ve uzun yazışmalar başlat!’

‘Görev dağıtırken, en önemsiz olanları en başa koy!’

‘Önemsiz ürünler için mükemmel standartlar talep et!’

‘Daha önemli işler varken konferans düzenle!’

Oldukça yavan yazımına rağmen en eğlenceli tarafı ise günümüzdeki çoğu kuruluşta herkesin bu talimatları harfiyle yerine getiren tanıdıkları olduğunun şüphe götürmemesi...

Komik olmakla beraber unutmamalı ki bu aslında çok ciddi gerçek bir istihbarat operasyon belgesi…

Kulağa saçma gelse de şaşırtıcı değil…

Casusluk her zaman savaş ve jeopolitik rekabetin bir parçası olmuştur.

Belki de tarihin en etkin savaş kitabı olan Çinli General Sun Tzu’nun Savaş Sanatı her türlü casusluğun kullanışlı olduğunu savunur ve ‘Eğer savaşmadan savaş kazanılıyorsa ne mutlu’ der.

Modern çağda değişen ise endüstriyelleşme ve teknolojik gelişmelerden dolayı ekonomik faaliyetlerin bu rekabetteki öneminin tarihte görülmediği kadar yükselmesidir.

En güncel örneği yanı başımızdaki Ukrayna Savaşı’dır.

İki tarafın da askeri başarıları neredeyse tamamen endüstriyel üretim kapasitesi; ne kadar teçhizat, silah ve aracın cepheye ulaştırılabildiği ile alakalıdır. 

Öbür yandan da sivil ve askeri dünyalar arasındaki çizgiler inceldi.

En ileri askeri teknolojiler çoğunlukla özel sektör şirketleri tarafından üretilmekte.

Şu an aktif savaş halinde olan Ukrayna, Myanmar ve Gazze gibi bölgelerde de bariz olduğu gibi savaşlar sivil nüfuslardan uzak bir alanda, iki düzenli ordu arasında değil, sivillerin yoğun olduğu, hatta bazen kalkan olarak kullanıldığı şehirlerde gerçekleşiyor.

Yani ekonomi ve endüstrinin askeriye ve savaş neredeyse entegre oldular.

Endüstriyel sabotaj ise elbette tek bir ülke ile sınırlı değil.

Batı medyasında Rusya ve Çin’in (sayılabilecek başka ülkeler de var) Avrupa’ya içerdiği tehdit ve ekonomiyi sabote etme potansiyeli düzenli olarak haberlerde yer almakta.

Yine de düşündürücü bir nokta, 1944 yılından beri CIA bu aksiyonların önemini anladıysa ve üzerine çalışıyorsa, bugün gördüğümüz verimsiz davranışların istihbarat organizasyonlarının kasıtlı teşvikiyle ne kadarı doğal birey tembelliğinden kaynaklanmakta…

Mehmet Önal Kimdir?

Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.

Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.

Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

İklim değişikliğinin paralel dünyaları

Türkiye’nin ‘Sıfır Atık’ projesi, dünyada örnek gösterilen bir inisiyatif haline geldi. Ama görünen o ki, ekonomik realiteler ve küresel dengeler ile iklim değişikliğiyle mücadele gayreti çelişkili olmaya devam edecek

Bir isyankâr seçim daha…

Seçmenlerin çoğunluğu, inanmasalar bile sisteme karşı olarak gördükleri adayı bütün engellere rağmen yeniden başkan olarak seçtiler

Vatana sadakat nedir?

Kendi ülkelerinin değerlerini yok sayan bir kültürden geliyorsa, ülkesine sadakat anlayışı da bambaşka olacaktır. Nitekim demografisi çok hızlı ve geri dönülmeyecek biçimde değişen Batı coğrafyasında David Lammy kararına benzer örnekler çoğalacaktır

"
"