Çok duygusal birisi olmadığımı düşünürdüm. Fakat deprem ve takip eden süreçte birçoğumuz gibi boğazımı düğümleyen duygularımı ifade edebilecek bir kelime bulamadım. Ansızın, yıllar önce bir televizyon dizisinde karşılaştığım Korece bir kelimeyi hatırladım: 'Haan.'
Dizide 'Haan' sözcüğü, oldukça romantik bir dille, "O kadar büyük bir üzüntü ki, gözyaşları bile akamıyor," diye açıklanmıştı. Koreli teolojist Suh Nam-dong, 'Haan' ın içerdiği anlamların hepsini, "ezici bir güce karşı çaresizliği vücudunun her karışında hissedip, inatçı bir dürtü ile intikam istemek" olarak tanımlıyor.
Kelimeyi açıklayabiliyorum ama Türkçe karşılığını bulamıyorum. Ancak deprem sonrası içinde bulunduğumuz duyguları eksiksiz kapsadığından eminim.
Bu yoğun anlam yüklü kelimede kendimi bulunca, Harikalar Diyarı'nda tavşan deliğine düşüp sonu gelmeyen gizemin peşinde koşturan Alice gibi, çeşitli toplumların kültürlerini anlamamıza yarayan bir dizi kelimenin peşine düştüm.
Latin Amerikan İspanyolcasında kullanılan 'apapachar' kelimesi Azteklerin Nahuatl dilinden geliyor. 'Ruhunla sarılmak' anlamına gelen bu sözcük, topluca yas tutan bir halkın birbirine gösterdiği dayanışma anlarını mükemmel bir vurguyla ifade ediyor.
Bir şeyi daha iyi bir duruma getirmek isterken, kazayla daha beter bir hale getirmek, son haftalarda çok sık rastladığımız bir durum. Almanca'da bunu tek kelime ile ifade etmek mümkün: 'verschlimmbessern.'
Bütün tersliklere rağmen direnebilen milli irade için, bazı kültürlerde çok denk düşen sözcükler var.
'Sisu' Fince bağırsak anlamındayken, ülke Rusya'ya karşı bağımsızlık elde ettikten sonra, ülkedeki entelektüel sınıf tarafından anlamı değiştirildi ve 'büyük zorluklar karşısında insanın içinden gelen güç ve kararlığı,' ifade etmek için kullanılmaya başladı.
Fincede daha fazla ilginç örnek bulmak mümkün:
'Poronkusema,' yaklaşık 8 kilometrelik bir mesafeyi tanımlıyor. Kültürel önemi ren geyiklerinin çiş yapmak için hiç durmadan en fazla koşabildikleri mesafeyi anlatıyor olması. Eskilerde ormanda ava çıkanlar için kullanışlı bir tanım.
Daha sevimli olan ise 'kalsarikännit!' İç çamaşırlarını giyerken sarhoş olmak anlamına geliyor.
Türk Dil Kurumu'nun yayımladığı Türkçe sözlükte 122.423 adet kelime bulunuyor. Tek tek sayamadım ama 'donuyla sarhoş olan' anlamında bir sözcüğümüz olduğunu sanmıyorum.
Bizim dilimizin de eşsiz örnekleri var.
Hepimizin düşünmeden kullandığı 'gönül' kelimesi, kalpte oluşan duyguların kaynağı olarak tanımlanıyor. Kalbin metaforik anlamı ile yüklü – incitmek, horlamak, yüceltmek ve benzeri birçok duygumuzu yöneten bir kalbi ifade ediyor. Ve başka bir dilde örneği yok.
Fakat diğer diller de gönül işlerine kendi deneyimlerine göre kelime biçmişler.
İtalyanlar yakın zamanda biten bir ilişkiyi yeniden canlandırmanın ne kadar kötü bir fikir olduğunu (elbette yemek mecazıyla) ifade ediyorlar: 'cavoli riscaldati ' (yeniden ısıtılmış lahana.)
Kuşkusuz tüm kültürler kötümser değil.
Fransızların uzun bir ayrılıktan sonra sevdikleriyle yeniden buluşabilmekten duydukları mutluluk için bir icat ettikleri bir sözcükleri var: 'retrouvailles.'
Diğer yandan uzun bir ilişki boyunca aşkın yavaşça sönmesi haline birçok dilde karşılık bulmak zor… Ama melankolik Rusçada bu 'razliubit' olarak ifade edilebilir.
Bütün bu duygu sözcükleri yorucu geliyorsa, dinlenmek için ara vermek isteyebilirsiniz.
Arapçada 'Suphiye' (soubhiyé) kelimesi sabah vakti demektir ama Levanten Arapçasında güne başlamadan, kendi evinde, daha kimse uyanmadan sessizce çay veya kahve içip kendine çalabildiğin bir zamanı tanımlar.
Almanlar ise benzer hisleri, ağaçlar altında yalnız olma duygusuna 'waldeinsamkeit,' kelimesi ile yüklüyor.
İsveçliler benzer bir konsepti 'fika' olarak açıklıyorlar. Vurgu sevdikleriyle birlikte çay-kahve içip ve kek yemek…
Dokunmayı seven kültürümüzde olacağını sandığım bir duygu halinin tanımı beklenmedik bir yerden çıkıyor. Filipinlerde yaşayan Tatalog insanlarından gelen 'gigil' kelimesi, tatlı görünümlü birini sıkmak için duyulan dayanılmaz arzuyu ve sıkarken sevdikleri kişinin canını yakmaya kadar giden kontrolsüz sıkma aksiyonunu ifade ediyor. Bunun Türkçe bir anlamı mutlaka olmalı.
Benzer şekilde kültürümüzde yaşadığımız ancak kelimesini bulamadığım başka durumlarda var:
Eski İngilizceden kalan 'mumpsimus' kelimesi, yanlış olduğunu gösteren bariz kanıtlara rağmen kendi düşüncesinin doğru olduğunda ısrar edenleri tanımlıyor.
İsveçliler ise 'tidsoptimist' kelimesi ile sürekli bir yere vaktinde geleceğini düşünen ama hep geç kalan birini tanımlıyor.
Eskimo kültürü 'tidsoptimist' leri anlayışla karşılamayacağını, birisini beklerken hissedilen huzursuzluk anlamına gelen 'iktsuarpok' sözcüğüyle ifade ediyor.
Eminim daha on binlerce örnek var. Başka yerlerde örneği olmayan kelimelerle bir kültürü tanımaya çalışmak yeni hobim.
Şimdi bununla ilgili bir kitap alıp, okumaya vakit bulmadığım kitaplar listesine bir tane daha ekleyeceğim. Veya Japonca ifadesiyle, 'tsundoku' huyuma devam edeceğim.
Mehmet Önal Kimdir?
Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.
Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.
Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.
|