Bu hafta benzeri nadir görülen bir felaket yaşadık.
Tüm ülke etkilendi. Türk olup da depremzede tanımayan yok.
Depremle mücadele adına ülkemizde uzun süredir toplumda ve sosyal medyada hissedilmeyen bir dayanışma oluştu.
Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur diyenler, Rusya'dan Amerika'ya kadar birçok ülkeden çok hızlı bir şekilde gelmeye devam eden destek paketleri ile mahcup oldular. Yanı başımızda aynı felaketten etkilenen Suriye'nin gördüğü ilgi ile bizimki arasında büyük bir fark var.
Fakat şöyle bir gerçek var ki, en büyük krizin bile haber değeri düşer, yavaşça unutulur, destek azalır ve travma geride bırakılır.
3.800 yıl önce, Şili'de mega büyüklükte gerçekleşen ve 8.000 kilometre uzunluğunda bir tsunamiye neden olan deprem bilinen en büyük deprem felaketidir. Arkeologların karbon tarihleme yöntemiyle tespit ettikleri deprem o kadar yıkıcıydı ki, insanlar bin yıl boyunca bölgeden kaçtılar.
National Geographic'in araştırmalarına göre dünyadaki 'en kötü şehir,' bir depremle batmıştı. Jamaika'daki Port Royal, 1692'de bir depremle denize gömüldüğünde Karayiplerin kötü şöhretli korsan cennetiydi.
Su altı arkeologlarının elde ettiği bir kayıtta yazılanlara göre; 7 Haziran 1692 sabahı, ansızın yer yuvarlanmaya ve gümbürdemeye başlamıştı. Arazi yarılmış, insan kalabalığını ve evleri bir yudumda yutmuştu. Üç dakika içinde, Port Royal paramparça olmuştu.
Türkiye de depreme yabancı topraklara sahip değil.
1509'da gerçekleşen 7.2 şiddetindeki İstanbul Depremi, sebep olduğu yıkımdan dolayı Kıyamet-i Suğra (Küçük Kıyamet) olarak adlandırılmıştı. Yaşayan hafızamızdan silinmeyen 1999 depremi ise bu haftaya kadar her yıl düzenli olarak konuşulan bir konuydu.
Yani depremler hep bizimleydi ve bizimle olmaya devam edecek.
Felaketlere olan ilgi bu trajedi ile artmışken, geleceğe dönük mücadele için bir fırsat doğdu ama bunun devamını getirecek bir kamu yönetim algısı yoksa, sadece bir sonraki trajediye kadar nefes almaktan ibaret olacak.
2011'de Japonya'daki Honshu Adası'nın doğu kıyısını vuran 9 şiddetindeki deprem ve tsunami, afet yönetimindeki uzmanlığa ve güvene meydan okuyarak nükleer santral kazasını tetiklemişti. Öyle ki, Fukuşima, nükleer riskin evrensel sembolü şehit bir şehir olarak tanımlandı.
Japonya'da ilkokul öğrencilerine yerel jeolojiye ve "hayatta kalma eğitim"ine odaklanan kapsamlı bir eğitim verilir. Amaç erken yaşta, doğa olaylarından korkmak yerine onları daha iyi anlamayı öğretmektir.
Japon uzmanlara göre, afet önlemenin en büyük önceliği hayat kurtarmaktır. Bunun için çocukları kendi hayatlarını kurtarabilecek şekilde eğitmek gerekmektedir.
Nitekim 2011'de, küçük öğrenciler felaketle başa çıkmak için büyüklerinden daha hazırlıklıydılar.
Geçen yıl Haiti'de meydana gelen 7,0 büyüklüğündeki depremle 2011 Japonya depremi üstüne yapılan karşılaştırmalar dikkat çekici. Haiti'de gönderilecek hükümet birliği yoktu. Kendileri de depremden ağır darbe alan polis ve uluslararası barışı koruma güçleri konuşlanmakta yavaş kaldı.
Depremden sonra haftalarca tahliye planı veya belirlenmiş barınma alanları yoktu. İnsanlar çoğunlukla kendi başlarına sığınak aradılar ve uluslararası kuruluşlar, tente ve çadır sağlamak için ellerinden gelenin en iyisini yaptı. Ama haftalar sürdü.
Ülkedeki hastanelerin neredeyse tamamı yıkıldı ve o ilk belirsiz haftalarda acil sağlık hizmeti sağlamak büyük ölçüde uluslararası aktörlere bırakıldı.
Arazi kullanımıyla ilgili bina kodları ve hükümet düzenlemeleri neredeyse yoktu veya varsa uygulanmadı.
Japonya yukarda sayılanların tamamına sahipti. Ayrıca Japonların katı inşaat kuralları ve halk eğitim sistemleri çok işlerine yaradı; Bu dikkatli hazırlık olmasaydı kayıplar şüphesiz çok daha yüksek olurdu.
Depremlere hazırlı olmak için neyin gerektiği bir sır değil.
Deprem dayanıklılığını içinde barındıran altyapı ve bina inşaat standartları. Kamu kurumları tarafından risk belirleme ve kadro oluşturmak. Toplumsal eğitim ve tatbikatlar. Güvenilir iletişim kanalları. Dijital uyarı sistemleri. Sigorta ve finansman ile risk yönetimine destek olmak. Ve bunlar gibi daha birçok mantıklı, uzmanlarca tavsiye edilen önlem.
Eğer gerçekten sismik bir alarmın ilk sancıları içindeysek -kanıtların gösterdiği gibi- liderler hem yeni bir çağ olasılığına hazırlanmalı hem onu şekillendirmek için toplumu konumlandırmalı hem de geçmiş felaketleri eğitim merkezleri olarak kullanmalıdır.
Fakat bunların gerçekleşmesi için asıl gereken maddi kaynaklar değil, kültürel bir dönüşüm.
Kamu yönetiminde sistematik düşünce yapısı değişmeden ve rant sisteminin inşaat sektöründeki aşındırıcı etkileri sonlandırılmadan bir sonraki depreme hazırlanmamız mümkün değil.
Başaramadığımız taktirde ise her jenerasyon aynı acıyı yaşayacak.
Mehmet Önal Kimdir?
Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı.
Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı.
Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor.
|