27 Ağustos 2023
2013 yılının Kasım ayı sonlarında bir Rus tarafından kiralanmış Mozambik bandıralı bir yük gemisi rotasında olmadığı halde Beyrut limanına uğradı ve kargosu olan 2 bin 780 ton amonyum nitratı boşalttı. Endüstriyel çuvallar içindeki bu inanılmaz büyüklükteki patlayıcı madde 12 numaralı hangara gelişigüzel üst üste yığıldı. Bazıları delinmişti ve içerik yağ, gazyağı, hidroklorik asit ve 15 ton havai fişek barındıran hangarın zeminine dökülmüştü. Kâğıt üzerinde tüm kurallara uyulmuş ve tüm imzalar atılmıştı, ancak gerçekte tarihteki en büyük nükleer olmayan patlama için geri sayım başlamıştı.
Peki yerleşim bölgelerinin ve Lübnan’ın ekonomik kalbinin ortasına konulan, her an patlaması beklenen ve en üst boyutta bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturan bu saatli bombaya nasıl göz yumulmuştu? Bu kurumlarının içinin boşaltıldığı, adalet ve insan hakları sorunları olan, ekonomisi ahbap-çavuş ilişkilerine dayanan, milletin dinlerine, mezheplerine ve ırklarına göre kesin çizgilerle bölündüğü günümüz Lübnan’ındaki basit bir liyakatsizlik sorunu muydu? Yoksa 1975-1990 iç savaşından bu yana bir türlü kendine gelememiş talihsiz ülkeyi yöneten çeşitli milisler, karteller ve siyasi parti kılığındaki dükalıkların birbirlerine karşı kullanmak için cahilce ve üçüncü dünya koşullarında zulada tuttukları altın madeni kadar değerli bir silah mıydı? Bir ülke bu kadar çıldırmış olabilir miydi?
Lübnan’daki kerameti kendilerinden menkul milis liderlerinin siyasi ağırlıkları her yerde hissediliyor. Savaşın sona ermesinden sonra bu milis liderleri 15 yıl boyunca gerçekleştirdikleri tüm katliamlar ve kayıplar için kendilerine genel af hediye ettiler ve çoğu parlamento üyesi, bakan ve hatta başbakan olabildi. Onlar da tüm yandaşlarını ve ahbaplarını ülkenin kilit kurumlarına yerleştirdiler.
Lübnan’ın meşhur karmaşık siyaseti en iyi mafya devleti mantığı ve benzetmesiyle açıklanabilir. Don’ların izni olmadan hiçbir şey olmaz. Onlar her şeyden pay alırlar ve ölümsüz sadakat beklerler. Uyarılar Başbakan Hasan Diab’a ve Cumhurbaşkanı Michel Aoun’a kadar ulaştı. Yine de bölgedeki yoğun nüfusa hiçbir uyarı yapılmadı.
Bomba 4 Ağustos 2020’de patladı ve Kıbrıs’tan bile hissedildi. En az 220 kişi öldü, çoğu uzun süreli engelli 7 bin kişi yaralandı, 70 bin ev yıkıldı ve 300 bin kişi evsiz kaldı. Patlama pandemiyle beraber ülkenin çoğunu yoksulluğa sürükleyen ve para birimini serbest düşüşe gönderen finansal ve ekonomik çöküşü hızlandırdı. Bankalar, Merkez Bankası ve hükümet arasında dev bir Ponzi şeması olarak işlev görecek şekilde tasarlanmış olan Lübnan ekonomisi birçok ekonomistin uyardığı gibi başarısız oldu. Bankalar kayıplarını telafi etmek için yasadışı bir eylemle mevduat sahiplerinin hesaplarını dondurdular ve günlük para çekme sınırı koydular. Bu açık hırsızlık hükümetteki ve onları destekleyen don’ların aralarında yaptığı gizli bir anlaşma sonucu gerçekleşti.
Yüksek enflasyon azalan gerçek ücretler sonucunda halk genelde fakirleşti. Pek çok fakir Lübnanlı artık yiyecek, yakıt ya da ilaç alamıyordu. Tüm ürünlerin arzı zaten azalmıştı. Özellikle bazı bölgelerde market ve eczane rafları boştu, benzin istasyonu kuyrukları kilometrelerce uzunluktaydı, geceleri sokaklar ve evler elektriksiz zifiri karanlıktı.
Acıdır ki bu vahşetin sorumluları bugüne kadar eylemleri için hesap vermediler. Patlama genellikle ihmale bağlandı. Ancak ihmal, ihmalin hüküm sürmesini, hiçbir şey yapılmamasını ve gerçeğin bastırılmasını sağlamak için sayısız ve daha küçük eylemlerden oluşan kasıtlı bir eylemdir. Yetkililer kendilerini sorumlu tutacak hiçbir mekanizmanın olmadığı bir sistem inşa etmişlerdi. Ayrıca patlamayla ilgili herhangi bir önemli soruşturmayı engellemek için her türlü yasal ve yasadışı yolları kullandılar. Bir zamanların parlayan yıldızı güzelim ülke güçlülerden asla hesap sorulmayan ve adaletin yerine getirilmediği bir savaş meydanı haline gelmişti.
2021’de Beyrut’ta rakip milisler arasında patlak veren silahlı çatışmalar Lübnan iç savaşından bir kesit gibiydi. Çatılara tünemiş keskin nişancılar sokaklardaki protestoculara ateş açıyor, makineli tüfekler ve roket güdümlü el bombalarıyla donanmış maskeli militanlar devriye geziyor, yol kesip kimlik soruyorlardı. Savaş, İran tarafından desteklenen Şii Müslüman bir milis gücü ve Lübnan’daki en güçlü hizip olan Hizbullah, onun Şii müttefiki Emel hareketi ve sağcı bir Maruni Hristiyan partisi olan Lübnan Güçleri arasındaydı. Her üç grup da 1990’da sona eren iç savaştaki en önemli oyunculardı. İki yıl önce yeniden patlak veren olayların arkasında Lübnan’ın mezhepçi milislerinin ve savaş ağalarının suçlarının sorumluluğundan kaçınmalarına, kamu kurumlarını aralarında paylaşmalarına ve himaye ağlarını genişletmelerine izin veren bir genel af vardı. Lübnan’ın siyasi seçkinleri için bir cezasızlık kültürü yaratılmıştı. İç savaşın sona ermesinden 33 yıl sonra aynı elit liderler ve partiler iktidarı ellerinde tutuyorlar ve otoritelerine yönelik her gerçek ya da hayali meydan okumayı mezhepçiliği körükleyerek geri püskürtüyorlar.
Çatışmalar Lübnan devletinin birbiriyle bağlantılı üç kriz altında parçalandığı sırada yeniden patladı: Dünya Bankasının 1800’lerin ortalarından bu yana dünyanın en şiddetli üç krizinden biri olarak nitelediği bir ekonomik çöküş, iflas eden sistemin ganimetlerini paylaşamayan ve savaşmaya devam eden mezhepçi partilerin oluşturduğu siyasi felç ve Beyrut limanındaki muazzam patlamanın soruşturulmasına getirilen yasak kararı.
Geçen yıl 14 Eylül’de Lübnanlı Sali Hafız siyahlar giyindi, yüzüne bir maske taktı. Beyrut’taki bir bankaya girdi, sonradan oyuncak olduğu anlaşılan elindeki silahı havaya doğrulttu ve bankadaki kasiyerden kendi parasını bir torbaya doldurmasını istedi.
Anında ülkede bir kahraman olan Hafız geçen yaz Beyrut’ta mevduat sahiplerinin üç yıldır hesaplarındaki paraya erişimlerinin engellendiği bir bankayı soyan ikinci kişiydi. Bu iki olay ve onlara yönelik yaygın halk desteği ülkede devlete ve bankalar dahil tüm kurumlara, artan hayat pahalılığına, kamu hizmetlerinin yetersizliğine yönelik öfkenin ve hayal kırıklığının bir göstergesiydi.
2019’daki siyasi ve ekonomik kriz sırasında mevduat sahiplerinin aynı anda paralarını çekmelerinden korkan banka şubeleri kapılarını haftalar boyunca kapattı, ardından çekilebilecek döviz ve yerel para miktarına sınırlamalar getirildi. Örneğin döviz hesabı olan bir mudi ayda ancak 400 dolar çekebiliyordu. Soyguncu Hafız’ın bankada 20 bin doları vardı bunu yasal yollardan çekmesi dört yıldan fazla sürecekti. Oysa kanser olan kız kardeşinin tedavisi için bu paraya hemen ihtiyacı vardı ve aylarca banka yetkililerine yalvarması bir sonuç vermemişti. Soygunda yalnızca 12 bin dolar alabilen Hafız çok kısa zamanda bir halk kahramanı haline geldi. Facebook’ta başında taçlarla görüntüleri çıktı. Hayranları “bravo!”, “ülkemden bir kahraman”, “işler sadece böyle yapılabilir” diye yazdılar.
Bence Lübnan mülteci problemini Türkiye’den çok daha şiddetli yaşayan bir ülkedir. Hassas dengeleri korumak için neredeyse 100 yıldır bir nüfus sayımının yapılmadığı ülkenin kendi nüfusu 6-7 milyon olarak tahmin ediliyor. Kayıtlı mülteci sayısı 1 milyon, kayıtsızlarla birlikte 3 milyona varıyor. Suriye’den, diğer Arap ülkelerinden ve İsrail’den gelen mülteciler genellikle sefalet içinde yaşıyor, devlet gereken altyapıyı ve hizmetleri sunamadığı için işsizlik, dilencilik ve diğer suçlar kol geziyor, doğum kontrolü uygulanamadığı için mülteci nüfusu daha hızlı artıyor. Artan nüfusun yiyecek, barınma, ulaşım ve her türlü ürün ve hizmete talebi nasıl artırdığını ve bunun zaten yüksek olan enflasyonu nasıl katladığını aziz milletim kendi deneyiminden dolayı çok iyi bilir.
Tabii ki bu mülteciler durup dururken rahat evlerini bırakıp sonu bilinmeyen göç yollarına düşmediler. 1970’lerde Ürdün’deki Filistin ayaklanmasını fırsat bulan İsrail bölgedeki Filistinlileri göçe zorladı ve milyonlarca Filistinli akın akın Lübnan’a gelmeye başladı. Aralarında bazı Mossad tarafından eğitilen ve iç savaşta ortaya çıkacak olan terörist ajanların da bulunduğu söylenir. Ülkedeki Filistinli oranı her geçen gün Lübnanlı nüfusuna yaklaşıyordu. Bir kıvılcım çaktı ve iç savaş çıkıverdi. Tam teçhizatlı ve hazırlıklı milisler birbirlerine saldırdı. Olan bu zengin ülkeye ve güzel insanlarına oldu.
Savaş ve sonrası Lübnan’ı iyice çökertti. Binlerce Lübnanlı yurt dışına göç etti. Bazı şehirler haritadan bile silindi. Ülkenin zenginliğinden eser kalmadı, ekonomik krizler günlük yaşamın rutini haline geldi. Turistler başka ülkelere gitmeye başladılar, zenginler kumar ve para aklama eylemlerini Kıbrıs’a yönelttiler. Eğitim çöktü, okuma-yazma oranı hızla düştü. Meslek sahibi insanlar yurt dışına kaçıp büyük bir beyin göçüne neden oldular.
Suriye’de çıkan savaş sonucu Lübnan’a göçen Suriyeli göçmenler ülkenin yerel nüfusunun yarısını bulunca yerel yönetimler anti-demokratik sert önlemler almaya başladılar. Ülkenin çoğu bölgesinde suç oranı artmasın diye akşam 8’den sonra Suriyelilere sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Mülteciler sağlık hizmetlerinden yalnızca onlar için kurulan hastaneler yoluyla yararlanabiliyor.
1950'lerde Lübnan büyük bir atılım yaparak eğitim, ekonomi ve kültürel alanda Ortadoğu'nun parlayan yıldızı hale gelmişti. Okuma yazma oranı hızla yükseliyor, üniversiteleri dünyada kabul görüyordu. Turizm alanında da altın çağını yaşıyordu. Beyrut mimarisiyle doğunun Paris'i olarak adlandırılıyordu. Hollywood yıldızları eşsiz sahillerine, ultra zenginlerse ünlü kumarhanelerine geliyordu. Başta Arap yatırımcılar olmak üzere yabancı yatırımcılar Lübnan bankalarını ve borsasını adeta coşturuyordu. Bu da ekonominin hızla gelişmesine neden oluyordu.
Ancak şimdiki durum tamamen farklı. Lübnan pound’u 2019’dan bu yana değerinin yüzde 90’ından fazlasını kaybetti ve bu büyük ölçüde ithalata bağımlı olan ülkede hiper enflasyonu ve dolar kıtlığını körükledi. UNICEF hanelerin yüzde 77’sinin yiyecek satın almak için yeterli paraya sahip olmadığını saptadı. Lübnan’ın elektrik şebekesi yakıt sıkıntısı yüzünden sık sık şalterlerini kapamak zorunda kalıyor. Ülkenin ikinci büyük şehri olan Trablusşam’da aylardır elektrikler kesik.
İktidardaki klik gerekli reformların çoğunu engelliyor. 2018’de Lübnan’daki eski sömürgeci güç olan Fransa Dünya Bankasını ve diğer bağışçıları ülkeye 11 milyar dolarlık kredi vermeye ikna etti. Ancak Lübnanlı derebeyleri Batı’nın şeffaflık ve ekonomik reform taleplerini karşılamayı reddettiler. Hizbullah’ın etkisinde gittikçe daha muhafazakarlaşan rejim geçenlerde milletin değerleriyle çeliştiği nedeniyle Barbie filmini ülkede yasaklamaya kadar gitti. Bütün bunların dünyanın en ünlü düşünür ve sanatçılarını çıkaran, Ortadoğu’nun Paris’i olarak nitelendirilen Beyrut’un burjuva değerlerini barındıran bir ülkede olması özellikle düşündürücü ve acı vericiydi.
Bir zamanlar Batılı anlamda modern ve bir miktar laik olan Lübnan için günümüzde artık laik demek zor. Kökleri Osmanlı’da olan ve şeriat kurallarını da içeren bir anayasaları var. Ayrıca ülkede dini mahkemeler de mevcut ve her cemaat kendi dininin veya mezhebinin mahkemesinde yargılanıyor. Bu Osmanlının millet sisteminden başka bir şey değil. Sünni, Şii, Hristiyan ve Dürzi mahkemeleri var. Mahkemelerde seküler ve din kuralları uygulanıyor.
Tüm bu dini yapılanmaya ve nüfustaki değişime rağmen Lübnan’ın batılı yüzünün hala kaybolmadığını belirtmem gerek. Ülkede küreselleşmeye açık, dünyadaki trendleri izleyen ve oldukça özgürlükçü bir yapıya sahip toplum sınıfları var. Bunda ülkenin eski bir Fransız sömürgesi olmasının rolü var. Oturanlar popüler kültürü ve modayı genelde Fransa üzerinden takip ediyorlar. Örtünme gibi meselelerde toplum birbirine karışmıyor. Ancak son zamanlarda toplumun eski dengesi göç ve değişik doğum oranları yüzünden büyük ölçüde bozuldu. Örneğin Hristiyan nüfus gittikçe azalma ve Müslüman nüfus artma eğiliminde. Barbie filminin yasaklanması ülkenin gittikçe daha da muhafazakarlaştığının belirgin bir kanıtıdır.
Aslında bu benzerlikler hem Lübnan’ın hem de Türkiye'nin siyasi deneyimlerinden çıkarılacak dersleri gözümüze sokuyor. Daha istikrarlı, adil ve demokratik bir geleceğe ilerlemek için etnik ve dini çeşitlilikle başa çıkmak, siyasi kutuplaşmayı azaltma, adaleti, sosyal adaleti ve şeffaflığı hayata geçirmek ve dış müdahalelere karşı direnç göstermek her iki ülke için de öncelikli hedefler olmalıdır.
Ancak Lübnan ile Türkiye arasındaki benzerlikler fazla abartılmamalıdır. Etnik ve siyasi kompozisyonu Türkiye'ye pek benzemeyen bu ülkeden ille de kendimize bir ders çıkarmak istiyorsak parçalanmışlığın ve hizipçi nefretin bir ülke için bedellerinin ne kadar ağır olduğunu düşünmemiz bence önemlidir. Orta Doğu hakkında 'aman üzerimize bulaşmasın'dan öte bir ilgimiz, bilgimiz ve kültürümüz olsaydı belki o zaman yaşadığımız yer ve etrafımızdaki ülkeler hakkında gerçekçi fikirlerimiz olur, bu kadar derin bir kimlik bunalımı ve aidiyet karmaşası içine düşmezdik.
Ekşi Sözlükten inciler
- Tarihine bakarak büyük ihtimalle Türkiye'nin gelecekteki 10-20 yılını görebileceğiniz ülke.
- Lübnan'ın Hristiyan ve seküler nüfusunu Türkiye'deki seküler-gezici nüfusa, Müslüman nüfusu AKP seçmeni muhafazakâr nüfusa ve iç savaş öncesi ülkeye doldurulan Filistinlileri de bugün Türkiye'ye dolan Suriyelilere benzetebilirsiniz.
- Kendi vatanında vatansız kalarak mülteci olan acılı insanların, tarihin lanet tekerrürüne saplandığı diyar.
- Yataklık ettiği Hizbullah’ı defedebilmesi için gereken hiçbir şeye sahip olmayan, senelerdir Hizbullah’ı destekleyen ve orada barınabilmesini sağlayan asıl ülkeler ayan beyan ortadayken, bedelini kendi ödemek zorunda olan bir garip ülke.
- İnsanları topluca cezalandırılan ülkedir, 80'lerde İsrail’in Filistin Kurtuluş Örgütünü ortadan kaldırmak amacıyla girdiği ülkedir, her gün yüzlerce insanın öldürüldüğü toplu katliam alanıdır. Uluslararası hukukun hiçe sayıldığı bu insan yerleşkesinde, hayvanlaştırma sürecine doğru adım adım gidildiğinin resmidir.
- Kadınların tecavüzcülerle mağdurların evlendirilmesini öngören yasa nedeniyle protesto gösterileri düzenledikleri ülke.
- Ortadoğu'nun incisi iken İsrail tarafından ayağı kaydırılmış ülkedir.
- 6 milyon nüfusa karşın 3 milyon Suriyeli mülteci barındıran ülke. Suç oranı artmasın diye akşam saat 8'den itibaren Suriyeli mültecilere sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Öyle bizim gibi gecenin bir vakti Taksim'de ÖSO bayrağı açtırmazlar orada.
- Mülteciler sağlık hizmetlerinden sadece onlar için kurulan hastaneler ile yararlanabiliyor. Bizim devlet hastaneleri Suriyelilere ücretsiz hizmet veriyor. Sen iki ay SGK'nı yatırma bak girebiliyor musun hastaneye.
- Yolsuzluk, rüşvet, rant ekonomisi, temel yiyecek içecek dışında bir şey üretilmemesi, halkın din ve mezhep anlamında bölünmesi, dolara yüksek faiz veren sistem, fakat sermaye kontrolü uygulaması sonucu günümüzdeki hale gelmiş ülkemsi muhit.
- Türk basınında yer almayan ve askerin müdahale için sokağa indiği gösteriler aylardır sürüyor.
Sebebi aslında Türkiye gündemine benzer... bu yüzden bilmeniz istenmiyor.
- Kartlarından maksimum 100 dolar alışveriş yapabilmeleri, bankalardan çekebildikleri dövizin kısıtlanması, maaşların dövizle verilmemesi, kur sabitlemesi yaşanan bir ülke.
- 1 yılda asgari ücreti 650000 lbp, yani 450 dolardan, 650000 lbp, yani 80 dolara düşen ülke.
Kısaca anlayacağınız para birimleri çöp durumda. Karaborsada 1 doları 8000 lbp'ye alman gerekiyor. Resmi kur 1500’lerde. Sabit kurun zararları işte. Ortadoğu’da olunca alternatif kurlar çıkar ortaya.
- Mezhepçi anayasa ülkenin tamamen din ve mezheplere göre düzenlenmesine ve kansız bir biçimde bölünmesine ve Lübnanlılık üst kimliğinin oluşturulamamasına yol açtı. Bu üst kimlik olmayınca her din ve mezhep kendi çıkarını öncelikli görüp ona göre hareket eder hale geldi.
- Her üç kişiden birinin işsiz olduğu, elektriği günde birkaç saat kullanabilen, yoksulluğun açlıktan ölüme götürdüğü, işlemesi gereken neredeyse hiçbir mekanizmanın işlemediği ama buna rağmen din ve mezhep ayrımının sonuna kadar devam ettiği ülke.
- Kara para ve uyuşturucu ticareti ile geçinen, geri kalmışlık ile modernliği barındıran ülke (Trablus ve Bekaa'nın geriliği ve Beyrut'un modernliği).
- Beyrut’un doğunun Paris'i gibi olduğu, ancak geri kalan yerlerin çok geri olduğu ülke. Ülkelerinde kendi şeriat kanunları yüzünden eğlenemeyen Araplar parayı buraya akıtmaktadır. Tarih olarak zengindir ancak genelde geriye taş parçaları kalmıştır. Suriye’nin kuklası gibidir bu ülke çünkü Suriye tarafından korunmaktadır, her yerde Esad ailesi posterleri vardır.
- Bir aksiyon filminde bu ülkenin karışık yapısı çok güzel tarif edilmiştir. Lübnanlı küçük rehber ABD komandolarına eliyle mahalleleri teker teker gösterir: "şurası Hizbullah, şurası Hamas, şurada Müslüman Kardeşler, aha orada İslami Cihat " derken gökyüzünde kulakları sağır eden bir jet uçağı gürültüsü duyulur. Çocuk bu sefer parmağı ile yukarıyı işaret eder "bu da İsrail" der. Bu ülkede kimin kime neden destek verdiği, kimin kiminle neden savaştığını anlamak bir yana takip etmek bile çok zordur.
Güldürücü, eğlendirici, alay edici, absürt, düşündürücü, iç gıcıklayıcı, hicvedici, empati yaptırıcı, nostaljik, fiziksel, göbek hoplatıcı, gerdan kırdırıcı, kıvırtıcı, saçma, deli, akıl dışı, aptal…
Önünde bekleyecek bir kapı daha mı çıktı? Evde mi kaldık? Eksen kayması mı dengeleme mi? Tam bağımsızlık mı pastadan pay almak mı? Demokrasi mi otokrasi mi? Kurallara mı uymalı rüşvet mi vermeli? Sen-ben-bizim oğlan ahbap çavuş ekonomisi bize çok mu yabancı?
Baştan çıkarıcı, nefes kesici, ürpertici, neşelendirici, coşturucu, dertlendirici, heyecan verici, kışkırtıcı, teslim oldurucu, ilham verici…
© Tüm hakları saklıdır.