17 Aralık 2019

Yaşlı erkeklerden neden kurtulmalıyız?

Bu dünyayı kadınlar ve gençler yönetiyor olsaydı yaptıkları en büyük hatalar bile yürümekte zorlandıkları halde oturmakta ısrar ettikleri koltuklar için harp etmekten çekinmeyen yaşlı erkeklerin yaptıkları kadar olmayacaktı…

İnsana "O da beni seviyor" düşüncesinin verdiği sevinçten belki daha iyi hissettiren bir başka düşünce "O benim bir türlü bulamadığım şeyi buldu" galiba. Adını koyamadığınız bir meseleyi, etrafında dolaşıp durduğunuz bir sorunu birinin basit cümlelerle lafı dolandırmadan anlatması şahanedir. Geçtiğimiz günlerde Gazete Kadıköy için Agâh Aydın’la yaptığım söyleşinin sonunda yaşadığım duygu tam da buydu. 10 saat çalışmanın ardından Agâh Aydın’ı yakalayıp insan hakları ve şiddet üzerine bir söyleşi yaptık. İnsan haklarını, yaşam hakkını kimin nasıl tanımladığından, neyin kim için hak olduğuna, eril dile ve şiddete dair (arada ben kendimi dinlemeye kaptırıp soru sormayı unutsam da) gayet güzel bir sohbet oldu. Lakin Aydın son bir iki dakikada bombayı patlattı: "40 yaşın üzerindeki erkeklerin politika yapması utanç vericidir!" Devamında söylediği "Sizin olmayan bir dünyayı neden yönetmek istiyorsunuz" sorusu günlerdir kafamda dolanıp duruyor.

Yıllardır sorulması, sorgulanması gereken bu hâli, bu soruyu bu kadar basit ve berrak bir şekilde sormayı niye hiç akıl etmedik?

Partilerin, sendikaların, gazetelerin, devlet kurumlarının, derneklerin, akademinin, odaların vs. yönetim kadrosunun yaş ortalamasının en az 50 olduğu bir memlekette yaşıyoruz ki, 50 bazı yerler için oldukça iyimser bir sayı. Ve bu arada hemen herkes gazetecisinden, sendikacısına, akademisyeninden, yazarına, dernek başkanından siyasetçisine herkes ama herkes gençlerin "gelecek" olduğu zırvalığını söyleyip duruyor. Ve elbette kadınların da "baş tacı"… "Zırvalıyorlar" diyorum çünkü buna inanmıyor, inanarak değil, laf olsun diye söylüyorlar. "Baş tacı" olan kadınlarla "gelecek" olan gençler karar verme mekanizmalarının neredeyse hiç birinde yok. Gençlerden beklenen ihtiyarlara saygıda kusur etmemek, pankart asmak, bildiri dağıtmak, etrafı toplamak, çay, kahve getirmek, slogan atmak gibi emek olarak büyük yönetim olarak neredeyse hiç olan kademelerden ibaret. Kadınlardan beklenen erkekleri desteklemek, ev ziyaretlerine gidip sosyal destek etkinlikleri düzenlemek, yazman ve sayman olmak gibi "elinin hamuru" sayılan işlerden ibaret. Eril dil sağcısından solcusuna herkesin damarlarına işlemiş durumda olduğu için, buna herhangi bir itiraz bir koro halinde ret yanıtı alıyor. Ve yanıt nedense hep "Şimdi sırası değil" oluyor. Özetle kadınlar ve gençler mütemadiyen figürasyonda rol alıyorlar. Niye peki? Yanıt yine Agâh Aydın’dan geliyor:

"Eril dil sömürüyü kimin üzerinde kurar. Gençler ve kadınlar üzerinde kurar. Bugüne kadar muktedirlerle gençlerin işbirliği yaptığı hiç görülmemiştir. Gençlik ve kadın gerçeğe yakın bir pozisyondur. O yüzden yaşlı erkeklerden kurtulmamız gerekiyor. Eğer şu anda 40’ın üzerindeki erkekler koltuklarını gençlere ve kadınlara bırakırlarsa bana bütün sorunlarımız çözülürmüş gibi geliyor. Bunu popülist bir şey söylemek için söylemiyorum; inanıyorum. Çünkü dili o dil üzerinden iktidar edilmiş birileri kendilerine hangi pozu verirlerse versinler artık iktidar olmuşlardır ve tehlikelidirler. Onlardan kurtulmak gerekiyor. Muhalefet partilerinin koltuklarında eğer kadınlar ve gençler yoksa onlara desteği de çekmek gerekiyor. Oy da vermemek gerekiyor.

Dünya kime aittir? Zamanı az kalanlara değil, gençlere aittir. Kadınları da buna ortak etmenin nedeni onlar da geçmişte çok sömürülmüşler. Bu iadeyi itibar gibi düşünülebilir. Ama 40 yaşında bir erkeğin politika yapması bence utanılacak bir şeydir. Size ait olmayan bir dünyayı niye yönetmeye kalkıyorsunuz? Neye dayanarak? Bir insan kendisine olmayan bir yeri niye yönetmeye kalkar?"

Mustafa Kemal Atatürk bir ihtilal başlatmak için Samsun’a gittiğinde 38 yaşındaydı. Mahir Çayan, "Kesintisiz Devrim"i yazdığında 23, öldürüldüğünde 26 yaşındaydı. Deniz Gezmiş, 25 yıllık hayatına koskoca bir yurt sevgisi ve devrimciliği sığdırdı.

Bir de diğer örneklere bakalım. Adolf Hitler 2. Dünya Savaşı'nı başlattığında 50 yaşındaydı. Yüzlerce insanın ölümüne, hapsedilmesine neden olan 12 Eylül cuntasının baş mimarı Kenan Evren 63 yaşındaydı. 1973’ten 1981’e kadar süren Şili Cunta Hükümeti’nin faşist başbakanı Pinochet ise 58 yaşındaydı.

Yaş almak bir deneyim kazandırır insana. Buna dair kimsenin itiraz ettiği ya da edeceği yok. Ama kendimizden de çok iyi biliriz ki yaş almak, aynı zamanda insanı kirletir. Bencilleştirir, "ben" diye düşündürmeye başlar. Her "biz"in yerine "ben" koymaya başladığınız zaman idealiniz yavaş yavaş yok olur. Bu dünya için değil, kendi dünyanız için yaşamaya başlarsınız. Elinizde imkân olduğunda tüm dünyayı kendi dünyanız haline getirmek bu saatten sonra sadece teferruattır. Bu yüzden yasaklar koyar, savaşlar çıkarır, bombalar attırmakta tereddüt etmezsiniz.

Şimdi şapkamızı önümüze almaya dahi gerek olmadan düşünelim. Bu dünyaya en çok kimler zarar verdi, veriyor? Bu kadar yıkım yağma, talan, açlık yoksulluk ne kadınlar ve gençler yüzünden oldu ne de onlar tarafından yapıldı.

Bu dünya kadınlar ve gençlerle birlikte yönetiliyor olsaydı, emin olun Suriye’de iki milyon insan ölmez, milyonlar göç etmek zorunda kalmazdı.

Kadınlar susturulup gençler öldürülmeseydi, Ortadoğu bir cangıla dönmezdi.

Bu dünyayı kadınlar ve gençler yönetiyor olsaydı milyonların hayatının ortasında böyle infilak etmezlerdi.

Hata mı yaparlar? Elbette yapacaklar. Ama yaptıkları en büyük hatalar bile yürümekte zorlandıkları halde oturmakta ısrar ettikleri koltuklar için harp etmekten çekinmeyen yaşlı erkeklerin yaptıkları kadar değil...

"Peki ne yapalım yaşlı erkekleri öldürelim mi?" diye serzenişte bulunanlar olacak. Onlara da yine Agâh Aydın sözleriyle yanıt verip vedalaşalım:

"40-45’in üzerinde erkek olmak kötü bir şey değil ama eğer demokrasiden, özgürlükten ve eşitlikten yanaysan yönetim hakkını mağdurlara vermelisin. Yönetilenleri yönetime ortak etmediğiniz sürece ne dil düzelir, ne insanlar arasında eşitlik olur, ne de hak ve özgürlükler sahiplerine ulaşır."

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz