17 Eylül 2017

Yan yana fotoğraf çektirmeyelim

Artık “bana dokunmayan yılan bir yaşasın”dan vazgeçip “ne ekersen onu biçersin”i düşünme zamanı

Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldırının etkileri hala sürüyor. İyi ki sürüyor. En azından bu konuda mahcubiyet yaşayanlar var. Eminim saldırıya bu kadar hızlı tepki verilmeseydi bu mesele “hassas bir gurup vatandaşın tepkisi” olarak kalacaktı.

Cenazeye saldırıyı konuşurken uçakta Sezgin Tanrıkulu’nun boğazını telle boğmak isteyen bir akademisyen ortaya çıktı. Ve nihayet “Ne zaman böyle olduk biz” sorusu sorulmaya başlandı. Bunların bu kadar art arda olması elbette tesadüf falan değil. Ülkenin geldiği durum bu. Kötülük de iyilik de bulaşıcıdır. Ne yazık ki kötülük çok daha hızlı gelişip yayılır.

Ahmet Kaya gibi bir sanatçının linç edilmeye çalışıldığı sonra da türkülerinin bütün sokaklarda söylenip üzerinden para kazanıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Suruç’ta gençlerin parça parça edildiği, Roboski’de katır sırtında ölülerin taşındığı… Bir annenin Taybet İnan’ın cenazesi çocuklarının gözü önünde günlerce bekletildi. Ölü çocuklar buzdolabında saklandı. Ve daha yüzlercesi…

Kimilerine göre ‘vahşet’ sayılmayan bu vahşetler bu ülke topraklarında yaşandı. Bazılarımız bunu duymadı, görmedi. Görse de görmemiş gibi yaptı. Bazılarımız bu vahşete ‘kendine göre’ bir gerekçe buldu. “Ama” dedi demeye devam ediyor. Vahşet gözümüzün içine sokulana kadar, kendi kapımıza gelene kadar bekledik. Şimdi tekinsiz yürüyoruz. Tekinsiz nefes alıyoruz. Velhasıl tekinsiz bir ülkede yaşıyoruz.

“Ne zaman bu kadar gaddar olundu? Ne zaman bu kadar taşlaştı kalpler? Bu insanlar nereden çıktı?” Sorularının her vahşeti sessiz karşıladığımızdan başka bir yanıtı yok. Sessiz kalan, görmezden gelen bir sonraki seçimde vekilliği garantilemek isteyen politikacı sayesinde bu günlere geldik. Meslektaşı imza attığı için işten atılırken odasından çıkma zahmetinde bulunmayan akademisyen sayesinde bu hale geldik. ‘Yukardan’ fırça yemek istemeyen polis amirleri sayesinde bu hale geldik. Vahşet haberlerini görmezden gelip haber yapmayan gazeteciler sayesinde.  İstismara uğrayan çocuklar için “rızası vardı” kararı veren mahkeme heyetleri sayesinde. Vahşete gerekçe arayan ve masumlaştıracak bir nedeni mutlaka bulan iktidar sayesinde bu hale geldik. Koltuğundan olmamak için “ama”larla başlayan cümleler kuran vekiller sayesinde bu hale geldik. Roboski’de öldürülen “Kürt” diyenler sayesinde bu hale geldik. Öldürüldükten sonra çırılçıplak soyulup sokakta bekletilene “ama o da terörist” diyenler sayesinde. Sokakta işkence yapılarak öldürülen hayvanlar için “canım insan bitti de hayvanları mı koruyacağız” diyenler yüzünden bu hale geldik. Tecavüz edilen kadına “gece o saatte dışarıda ne içi vardı” diye soranlar yüzünden. Nefret suçlarını, zulmü cinsiyete, kimliğe, politik inanca göre ayırdığımız için bu hale geldik. Hemen her gün bir şiddet haberi okuyorsak bunda herkesin payı var. Sızlanmak yerine önlem alacak adımlar atmanın zamanı geçiyor bile. Artık “bana dokunmayan yılan bir yaşasın”dan vazgeçip “ne ekersen onu biçersin”i düşünme zamanı.

***

Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldırının ardından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun saldırganlardan biriyle yan yana çekilmiş fotoğrafı ortaya çıktı. Soylu Kemal Kılıçdaroğlu’nun istifa çağrısına "Ben bir fotoğrafla istifa edeceğim, etrafın FETÖ'cü kokuyor senin ya. PKK ile fotoğraf çektirdin, PKK'yı destekleyenlerle fotoğraf çektirdin, DHKP-C'yi destekleyenlerle fotoğraf çektirdin, ömrün böyle geçti” diye yanıt verdi.

Politikacıların fotoğraf çektirdiği insanın kim olduğunu, suça karışıp karışmadığını bilmemesi kadar normal bir şey yoktur. Biri gelir “fotoğraf çektirebilir miyiz” der. Sen de çektirirsin. Adli sicil sorgulaması yapmazsın. Ama bu olay bir vahşetin yaşandığı bir karakolda oluyorsa politik öngörü gereği “sırası değil” dersin. Böyle bir infialin yaşandığı yerdeki karakola insanların bir bakanla fotoğraf çektirmek için rahatça girip çıkması da ayrı bir sorundur. Soylu o gece kim olduğunu bilmediği biriyle “fotoğraf çektirelim” denildiği için fotoğraf çektirmiş olabilir.  Bir vahşeti önlemek için gittiği bir karakolda fotoğraf çektirmeye zaman ayırabilmesini de politikacı olması nedeniyle anlayabiliriz. Ama bu durumda bile kendisini eleştirenleri suçlayıp, itham etmesi “nasıl bu hale geldik?” sorusunun yanıtlarından başka biridir.  “Bu fotoğrafın çekildiği sırada şahsın kim olduğu konusunda hiçbir bilgim yoktu tüm halkımızdan özür diyorum” demek başka bir şeydir. Bir parti genel başkanını “Etrafın Fetöcü kokuyor” diye suçlamak başka bir şey. Yanlış anlaşılma için “özür dileyen” bir açıklama yayınlamak başka bir şeydir “fotoğraf çekilenlerden birinin de gözaltına alınması, fitne gerçeğini değiştirmez” deyip olayı Menderes’e kadar getirmek başka bir şey.

Bu sözlere kim ne yanıt verir bilmiyorum ama biz şimdiye kadar "terörist" diye adlandırılan bir kimsenin bir annenin cenazesine saldırıp mezardan çıkaracak kadar vahşileştiğini de görmedik onunla yan yana fotoğraf çektireni de. Biz kalbinden, aklından böyle bir vahşet geçme ihtimali olan hiç kimseyle yan yana fotoğraf çektirmiyoruz. Zaten bu kadar karanlık, bu kadar vahşi insanlar bizim yanımıza fotoğraf çektirmek için değil telle boğmak için, taşlamak için geliyor. Ölülerimizi mezara koymuyor, parçalamak istiyor. Taşlıyor, tecavüz etmek istiyor ya da ediyor.

Yan yana çekilmiş o fotoğraf Süleyman Soylu’nun bilerek verdiği bir poz olmayabilir. Ama bu ülke insanların kalbinin bu kadar taşlaşması, bu kadar gaddar olunması, bu aymazlık iktidarın eseridir.


@leylaalp

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"