27 Şubat 2016

Surlu İpek: Bir halım olsun başka bir şey istemiyorum...

İncecik süngerin üzerinde bir çocuk boyu kadar büyük bir yastığa sarılmış uyuyor…

Adı İpek…  Sur’da yasaklı mahallelerden göç etmek zorunda kalan binlerce insandan biri. Ufak iki çocuğu var. Eteğinde dolanıyor. Derme çatma evlerden birine yerleşmişler. Ev diyorum ama sadece dört duvar. Bir oda bomboş. Sadece perdesi var. İkinci odada iki tane sünger var. Biri duvara dayalı ikinci süngerde bir çocuk uyuyor. Yerde halı serili ama yer beton. İncecik bir sünger… “Üşümez mi” diye soracak oluyorum, ayakları çıplak öteki çocuğu görüyorum sesim geri kaçıyor. Ne yapsınlar?

İpek, belediyeye yardım için başvuranlardan biri. Sur Belediyesi yardım başvurusunda bulunan evlere gidip tespit yapıyor. Neye ihtiyaç var ona bakıyor ona göre yardım ulaştırmaya çalışıyor.  Rojava Derneği ile birlikte yapılan bu organizasyonla 8 bin civarında aileye çeşitli yardımlar yapılmış. Ama hala yardım bekleyen onlarca aile var. Biz de belediye çalışanlarının peşine takıldık. İlk çaldığımız kapılardan biri İpek’in kapısı.

Evde kayınpederi, kayınvalidesi, kocası ve iki çocuğuyla birlikte yaşıyorlar. Şimdi girmeleri yasak olan evlerinden mahallerinden çıkarken yanlarına hiç bir şey alamamışlar. “Halı istiyorum” diyor İpek ama belediyenin temin ettiği malzemeler arasında halı yok. Çocuğun yattığı sünger döşeği ve battaniyeyi daha önce belediye vermiş. Ama İpek halı istiyor. Yerde halı serili, oda olabildiğince temiz.  Halıları gösterip  “var ya” diyecek oluyoruz,  komşusu vermiş geri istiyormuş.  

İncecik süngerin üzerinde bir çocuk boyu kadar büyük bir yastığa sarılmış uyuyor…  Öteki çıplak ayaklarıyla annesinin eteklerinde…

İpek, halı istiyor…

Bir yandan bomba ve kurşun seslerini duyuyoruz. Belediye çalışanı arkadaş “Biz kuru gıda, battaniye, döşek yardımı yapabiliyoruz halı yok” diyor. İpek ısrarlı “Bir halım olsun başka bir şey istemiyorum.” Belediye çalışanı arkadaş not alıyor kendisi bir yerlerden halı bulabilirse İpek’i arayacak. İpek seviniyor. Arkadaş söz vermiyorum ha diyor. Ama İpek aklında o halıyı serdi bile. “ Bir çay yapayım size” diyor. “Yok” diyoruz  “gitmemiz lazım”

Tam kapıdan çıkmak üzereyken bana dönüp “Abla Sur sence eski haline döner mi?” diye soruyor. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Sen ne diyorsun diye soruya soru ile karşılık veriyorum. “Dönsün artık abla” diyor “Evimize gidelim. Zaten her şeyimizi kaybettik.”

Sur’un daracık sokaklarında ilerliyoruz…

Bomba ve kurşun sesleri geliyor, gaz kokusu genzimizi yakıyor…

İpek halı istiyor…

“Bu can pazarında ne halısı” diyebilirsiniz.

İpek o can pazarından çıktı. Yeniden sokağa çıkma yasağı çıkması şimdi yaşadığı yerin de can pazarına dönmesi an meselesi…

“İnsanlar bodrumda can çekişiyor kadın halı derdinde” diye kızabilirsiniz.

İpek de o insanlardan biri olabilirdi…

“Bombanın, kurşun seslerinin altında halı istemek normal değil” diyebilirsiniz

Devletin kendi vatandaşını topa tutması normal mi? Kendi vatandaşını evinden, ocağından etmesi normal mi?

İpek bütün bu anormallikler içinde ev demeye bin şahit lazım yeri yuva yapmış, orada bebek uyutuyor…  İpek 3 aydır o seslerle yaşıyor… O sesler nedeniyle evine gidemiyor. İpek’e kendi evine girmek yasak.

İpek üç ay önce bıraktığı evini nasıl bulacağını bilmiyor. Bütün bu sesler bu bombalar durduğunda İpek’in dönebileceği, içinde yaşayacağı bir evi bile olmayabilir…

İpek halı istiyor…

@leylaalp

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"