06 Mayıs 2018

Seçim geldi hanım

Türkiye tarihinin en ferah, refah ve huzurlu günlerini yaşıyordu ki bunu çekemeyen dolar kuru 4 bin lira falan olmuştu

Hani mahalle aralarında gezen küçük kamyonetler vardır ki bunlar, sonradan yerlerini panelvan araçlara bıraktı. Renkleri genellikle beyaz olan bu arabaların ne vakit geleceği belli olmaz misal siz öğle uykunuzun en tatlı yerindesinizdir yada ne bileyim çocuk uyuyordur, birden bire bir ses duyulur. “Hanımların dikkatine overlok makinesi ayağınıza geldi”… Son sürat bangır bangır… Halı, kilim ve paspaslarımızın kenarına çok önemli şeyler yapacağını iddia eden bu hanım ablanın sesi bilmem ne vakit kayıtlı olduğundan her mahallede aynıdır.  “Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir.” Ve o overlok makinesi her yerde hep hanımların ayağına gelir.

24 Haziran seçimleri de tam böyle oldu. Seçim ayağımıza geldi. Halılarımızın pardon vekil adaylarımızın bir hazırlık yapmasına izin vermedi.  Mahallemize de seçim araçlarının vakitli vakitsiz gelip bangır bangır bağırmasına da sayılı günler kaldı. Devlet Bahçeli’nin ‘Türkiye düşmanlarına gereken cevabı vermek’ için yaptığı erken seçim çağrısının el çabukluğu ile acil seçim kararına dönüşüverdi. Aynı overlok makinesi gibi vakitsiz ve çok önemli şeyler olacağını iddia ediyor. Oysa Türkiye tarihinin en ferah, refah ve huzurlu günlerini yaşıyordu ki bunu çekemeyen dolar kuru 4 bin lira falan olmuştu. Şimdiki Cumhurbaşkanının dediğine göre dünyadaki sayılı ülkeler arasında falandık. Her “marjinal” insanın sorması gereken sorular elbette soruldu, sorulmaya da devam ediyor. Mesela madem her şey yolundaydı neden erken seçime gidiliyor? Eğer her şey yolunda değilse neden her şey yolundaymış gibi davranılıyor? Bir şeyler ters gidiyorsa bunun sorumlusu kim? Neden çözmüyor? Tabi bu sorular marjinal sorular olduğu için bu soruların muhataplarının yanıtlaması gerekmiyor. Mesela onlar İyi Parti’yi aradan çıkarmak için acile alınan seçim tarihine rağmen CHP’nin 15 vekilini İyi Parti’ye göndermesine falan çatıyorlar. CHP’nin Cumhurbaşkanı adayını Muharrem İnce olarak açıklamasının ardından ona ve Kemal Kılıçdaroğlu’na nefes almadan saldırmaya başladılar. Lakin işleri zor adam fizik biliyor ve de Saray sevmiyor.

Seçim süreci ile birlikte Kürtlerden başka herkes Kürtlerin kime oy vereceğini konuşmaya başladı. Her seçim döneminde yaşanan bu şahane sürece hapisteki Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ile bir gol atılmış oldu. Kürtlerin oylarıyla ilgili ‘bilirkişiler’ bu soruyu şimdi Kürtler ikinci turda kime oy verecek? şekline çevirdi. İlerleyen günlerde “Kürtler ikinci turda oyunu AKP-MHP ittifakına verecek diyenler kesinlikle olacaktır” buraya yazıyorum. Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamaollaoğlu’nun Kürt sorununa dair raporlarını Diyarbakır’da açıklayacaklarını açıklaması da bu “seçimin fıkrası” olarak hafızalarda kalsın.

Bu seçimin en önemli sorunsalı elbette ittifaklar oldu. Herkes kendine göre bir ittifak belirledi olmayınca kızdı, söylendi. Öyle anket sonuçları, şu şununla ittifak yaparsa böyle olur, bu bunu derse öyle olur gibi analiz kasmak işim de değil haddim de. Kimin kiminle ittifak yaptığının bence çok büyük önemi yok. Önemli olan yarınlarına sahip çıkan halkların birbiri ile ittifak yapmasıdır. Siyaseti yükseklerde konuşan ağabeylere küçük bir uyarı; 7 Haziran seçiminde HDP barajı aştığı için birbiriyle kucaklaşan MHP ve CHP’liler gördüm. Ne istediklerini, kısa vadede ne istediklerini gerçekten çok iyi biliyorlardı.

Her seçim döneminde daha doğrusu bilhassa sonrasında “bu halka adam olmaz” diyen liberal, demokrat, solcu, laik, Atatürkçü, ”devrimci” ve hatta “komünist” arkadaşlar da arenada elbette yerlerini aldı. Şimdiden kaybedilmiş bir seçimden bahsediyorlar. İçlerinde ağır bedeller ödemiş kaç kişi var bilmiyorum. Ama daha çok bildiğim zor yollardan geçenler kolay pes etmez. Ve halkın kalbinde, hafızasında, aklında kolay pes etmeyenler kalır. Bakınız Ahmet Şık; tahliye olur olmaz bir haber dosyası daha hazırladı. Ve ısrarla gazeteci olduğunu belirtmesine rağmen Cumhurbaşkanlığı adaylığında adı geçti. Bir buçuk yıldır cezaevinde olan Selahattin Demirtaş ise  “ Karamsarlığa, korkuya, yılgınlığa yer açmayın yüreğinizde. Hep beraber daha çok çalışıp umudu gerçeğe dönüştüreceğiz” diyor.

Bu satırlara kadar okumaya tahammül edip şimdi “offf” diyen arkadaş; Ne yapalım istiyorsun? Boykot mu edelim? Nasıl? Seçimler çooook erkene mi alındı? Doğru peki 2 yıl sonra olsa nasıl bir hazırlık yapacaktın? OHAL’de seçim olmaz mı? Evet olmaz ama OHAL nasıl kalkacak? Oy verdiğin vekil tutuklanır mı diyorsun evet tutuklanabilir, peki oy verdiğin vekil “bir mühürlük canları var” diyor hapisten ona ne diyorsun? Bu seçim bir şeyi değiştirmez mi diyorsun? Değiştirmeye bilir ama ya değişirse? Her bir şey değişmeyen bir insan bir insanı daha ikna etse bir şey değişecek. “Bir şey” belki ama önemli “bir şey” değişecek.

24 Haziran seçimlerinde adaylardan, ittifaklardan daha çok halkın ne istediği, bizim ne istediğimiz ve ne yapacağımız önemli. Karamsarlığa kapılıp “bu halktan bir şey olmaz mı” diyeceğiz. Yoksa bu halktan bir tane olarak bir yerde ufak bir adımın atılmasına el mi atacağız. Bu yüzden 24 Haziran seçimleri biziz. Nefret ettiğimiz de sempati duyduğumuz da bize bakıyor. Biz değiştirirsek değişecek. Biz değişirsek değişecek. 25 Haziran’da ne olur bilemem ama karamsar olmak gibi bir lüksümüz olmadığını biliyorum. Hepimize kolay gelsin…

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"