Cumhurbaşkanın 'normalleşme' adımlarını açıklamasının ardından anormal bir hızla eski günlerimize geri dönmeye başladık.
Ne değişti? Bilmiyoruz…
Hafta sonları ile sınırlanan sokağa çıkma yasakları sayesinde virüsün bulaşmasının azalmış olma ihtimali yasağın bittiği andan itibaren insanların sokaklara doluşması nedeniyle pek mümkün görünmüyor. Dahası hafta sonu yasakları insanların hafta içi daha fazla sokakları doldurmasını sağladı.
Bazı şehirlere girip çıkmak yasak ama o şehirlerin şantiyelerinde, fabrikalarında çalışmak serbest.
Yeşil erik, patates soğandan, kavun satıcısından sonra overlok makinesi de ayağımıza geldi. Lakin devletin göndereceğini söylediği maskeler hala gelmedi.
Sahillere, parklara gitmek yasak AVM'lere girmek serbest. Sahil şeritlerinde hazır kıta bekleyen polis memurları nedense bir metrelik kaldırımlarda birbirini itekleyerek yürüyen insanları görmüyor.
Anormal bir hızla normalleşiyoruz. Sokaklar insan kaynıyor. Hal böyle olunca insan "ben niye evdeyim o zaman" sorusunu sık sık kendine sormaya başlıyor ve işte bu durum domino etkisi yaratıyor. "Ben dikkat ediyorum canım" mazeretleriyle sokakları, alışveriş merkezlerini arşınlamaya başladık.
Kaygı duymalı mıyız? Neyin değiştiğini bilmediğimiz sürece evet.
Bir üniversitenin yaptırdığı araştırmaya göre halkın yüzde 73,3'ü korona virüsü yüzünden endişeli. Önemli bir kısamı virüsü kapma olasılığının yarı yarıya olduğunu düşünüyor. Ve yine ankete katılanların önemli bir kısmı hükümetin aldığı önlemlerin yeterli olmadığı görüşünde. Fakat biz hızla normalleşiyoruz. Neden? Tam da bu yüzden. Bir türlü alınamayan önlemler, gönderilemeyen maskeler, yapılamayan ekonomik yardımlar anormal bir normalleşmeyi beraberinde getirdi.
Özetle AVM'ler ya da kuaförler biz çok 'özlediğimiz' için açılmadı. Esnafı destekleyecek bir ekonomik yapılandırma olmadığı için açıldı. Şimdi çalışana, çalışamayana veya esnafa destek verilmediği ya da verilemediğinde kimsenin söylenme hakkı olmayacak. Hükümet "biz açtık vatandaş gelmiyorsa bizim yapacağımız bir şey yok" diyebilecek. Bu arada buralarda çalışmak zorunda olan yüz binlerce insanın hayatı riske atıldı. Ölürse de kendi kabahati olacak.
"Tüm dünyada aynı durum yaşanıyor?" diyenler olacaktır. Tüm dünyada aynı durum yaşanmıyor. Biz bu süreci dünya ile eşgüdümlü yaşadık sayılmaz. Önlemlerin alınması ya da bu süre zarfında çalışamayan insanlara ve işyerlerine destek verilmesi ile ilgili de aynı durumda değiliz. Kısa çalışma ödenekleri daha yeni ödendi. Yani bu süre zarfında çalışamayan insanlar maaşlarının yüzde 60 kadarını yeni aldı. Ve öyle görünüyor ki pek çoğunun işyerleri açıldığı için bir daha alamayacak. Fakat o işyerleri de eski performansları ile çalışmayacak.
Overlok makinesi ayağımıza geldi fakat halı kilim ve paspas kenarına overlok yaptıran pek yok. Çünkü insanların birçoğu yakınlarına bile hâlâ yaklaşamıyor. Çünkü binlerce insan hala hastanede. Yüzbinlerce insana tanı kondu. Binlerce insan hayatını kaybetti.
Diğer yandan normalleşme sözlerini duyar duymaz anormal bir şekilde sokakları dolduranlar da bizleriz. Bir yandan korkuyor bir yandan da normalleşmek istiyoruz. Hepimizin eski günlerini özlediği aşikar. Hepimiz hayatın bir an önce normalleşmesini istiyor. Evlere tıkılıp kalmaktan, eski fotoğrafları karıştırıp iç çekmekten yorulduk doğru. Ekmek, sirke, poğaça balkonda bahçe derken sıkıldık o da doğru. Fakat ne değişti sorusunun henüz bir yanıtının olmadığı da doğru.
Bu süre zarfında hayatında hiçbir değişiklik olmamış, yani evde kalamamış, sabah kalkıp işe gitmiş, otobüse binmiş, iş yerinde kaygıyla çalışmış insanlar evde kalanların bu kadar hızlı 'normalleşmesinden' daha çok kaygılanıyor. Çünkü canımız sıkıldığı için doldurduğumuz sokaklar ve toplu taşıma araçları ile sadece kendi sağlığımızı değil onların da sağlığını tehlikeye atıyoruz.
Yukarıda da yazdığım gibi tehlike hala devam ediyor. Salgın hala sürüyor. Ve yine görünen o ki para insanların sağlığından ve canından daha kıymetli. Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı kesermiş, şimdi de üstesinden gelemediği virüse insanları kurban ediyor. Bu yüzden kendi önlemlerimizi kendimiz almak ve hem kendimizi hem de yakınlarımızı korumak zorundayız. Daha büyük acıların yaşanmaması, daha büyük bir dalga ile karşılaşmamak için biraz sabır ve özen hepimize lazım… Çünkü ölürsek hakikaten gene suçlu biz olacağız. Bu kez kendimizi koruyalım ve overlok makinesini ayağımıza çağırmak yerine daha uzun ve sağlıklı yaşayabilmek için önlem alınmasını isteyelim.
Halıları sonra da güzelleştiririz biz hayatımızı sakınmaya bakalım.
Fotoğraf: Serdar Çalık