“Sur, Diyarbakır'ın dört merkez ilçesinden biridir…
...Sur adını, ilçe merkezi ile çevirili bulunan tarihi Diyarbakır surlarından almıştır.
Tarihi geçmişi; çok eskilere, MÖ 7500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Son dönemde yapılan arkeolojik kazılarda dünyadaki en eski yerleşim alanlarının bu bölgede olduğu görülmüştür. İlçede sırasıyla Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve 30’a yakın uygarlık hüküm sürmüştür.
İlçe çok sayıda uygarlığın izlerini taşıyan, zengin tarihi ve kültürel birikimi ile farklı uygarlıkların, medeniyetlerin yerleşim alanı ve merkezi olmuştur. İlçe bir tarih ve kültür merkezi olma özelliğini her zaman koruyabilmeyi başarmıştır. Her uygarlık kendi kültürünü, öncekilerle kaynaştırıp, daha zengin hale getirerek yeni kuşaklara adeta bir ‘’Açık Hava Yazıtlar Müzesi’’ şeklinde sunmuştur.
Dikkat çekici tarihi eserler olan eski Diyarbakır evleri, Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Gökalp ve Ahmet Arif Müze Evleri, Arkeoloji Müzesi, Behrampaşa, Fatihpaşa (Kurşunlu), Safa Parlı, Melik Ahmet Paşa, Ali Paşa, Aynalı Minare, Nasuh Paşa, Hz. Ömer, Nebi ve Şeyh Mutahhar Camileri, Dört Ayaklı Minare, Meryem Ana Kilisesi, İçkale ve Saint George Kilisesi, Mar Petyun Keldani Kilisesi, Ermeni Protestan Kilisesi, Diyarbakır Ulu Camii ve yaklaşık 5 km uzunluğu ile Dünya Kültür mirası olmaya aday Diyarbakır Surları görülmeye değer nadide eserlerdir.”
Yukarıdaki bilgiler kısaltılarak Wikipedia.org’dan alındı. Diyarbakır Sur ile ilgili yüzlerce tarihi kaynak var. Bazılarına göre surlar ilk kez defa MÖ.3.000-4.000 yıllarında Huriler tarafından bugünkü İçkale’nin olduğu yerde yapılmış. Rivayetler muhtelif ama Diyarbakır Sur’da 30 civarında medeniyet yaşamış. Bin yıllar boyu… Savaşlar olmuş, medeniyetler değişmiş ama Sur’un siyah taşları ve duvarları büyük ölçüde korunmuş ve tanıklık etmiş. Her medeniyet ötekinin izin yok etmeden tarumar etmeden kendi izini bırakmış… 2016 yılına gelene kadar…
Sur şimdi bambaşka bir tarihe tanıklık ediyor. Mesela 1700 yıllık Meryam Ana Kilisesi’nin duvarında “Cundullah Timi” yazıyor. “Gam yok T.C. var” yazıyor. Mesela Dağ Kapısı’nda kar maskeli özel timler üst araması yapıyor. Mesela Ulu Camii’de namaz kılmaya izin verilmiyor. Özet olarak Sur tutuklu… Sur hapis… Sur tarumar edilmiş… 6 mahallede sokağa çıkma yasağı sona erdiğinde Cizre’deki gibi bir yıkımı göreceğimiz aşikar. En az üç bin yıllık bir tarih ‘Vatanın birlik ve beraberliği ve bölünmezliğini’ göstermek için yerle bir edilmiş durumda.
“Sur içine bakıyorum güzelim Sur ne hale geldi. Her gün ağlıyorum.”
Sur sokaklarındayken denk geldiğimiz bir ana söyledi bu sözleri. Taşları gösterdi sonra “Bu siyah taşlar var ya benim güzel kızım. Ben bu siyah taşları görmezsem, ben bu siyah taşları yıkamazsam yaşayamam.”
Sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı Ziya Gökalp Mahallesi’nden Lale Bey Mahallesi’ne doğru yürüyoruz. “Ben bu devletten bir şey istemiyorum” diyor teyze. 43 yıldır Sur’da yaşıyor. “Güzelim Sur’um” diyor. “Bizi rahat bıraksınlar yeter. Kapılarımızı kırdılar, evlerimizi başımıza yıktılar. Niye?” Niye sorusuna verecek bir yanıtım yok. Yine de devlet gibi yanıt veriyorum. “Ama burada hendek kazdılar” diyorum. “Bazıları hendek kazılmasaydı bütün bunlar olmazdı diyor”. Teyze kızıyor. “Onlar bize hiçbir şey yapmadılar. Bir sabah geldiler, teyze bir şey yok dediler. Bizim evimize zarar vermediler. Hendekleri onlar kendilerini korumak için yaptılar, bizi korumak için yaptılar. Bir asker ölüyor, kıyameti koparıyorsunuz. Onlar da annesinin evladı değil mi? Onların topları yok, bombaları yok, helikopterleri yok, bir şeyleri yok. Sadece bir hendek yapıyorlar, hızlı araç girmesin mahallenin içine. Onlar kendilerini koruyor. Barış istiyorlar, kardeşlik istiyorlar. Ben de Kürdüm. Dilimi değiştireyim kızım? İnsanın dili değişir mi kızım? Bazıları Türkçe bilmiyor. Herkes Türkçe bilmek zorunda mı?” Bu sırada yan mahallede patlayan bombanın sesini duyuyoruz. “İşte diyor görüyorsun bizim can güvenliğimiz var mı?”
Teyze sokağa çıkma yasağı sonrası mahallenin durumunu anlatıyor. “Burada kimse yoktu “ diyor. Bütün evlerin kapılarının ve pencerelerinin kırıldığını söylüyor. “Neden?” diye soruyor. “Neden?”
Teyzenin neden sorusuna verecek bir yanıtım yok. Cebimde binlerce kelime var. Ama kapısı kırılan eşyaları tarumar edilen yani evi başına yıkılan bir insana devletin bütün bunları onun ‘huzuru ve güvenliği için’ yaptığını söyleyemiyorum…
Teyzeyi ardımızda bırakıp dar Sur sokaklarında yürümeye devam ediyoruz. Bomba sesleri bize eşlik ediyor. Sokaklar terk edilmiş gibi. Arada karşımıza çıkan çocuklar hayatın yine de ve her şeye rağmen devam ettiğini söylüyor. Çocuklar bombaya, kurşun sesine inat sokakları bırakmıyor. Ama neşeli sesleri yok. Devlet sayesinde çocuklar Sur’da sessizce oynamayı öğrenmiş… Bomba sesiyle yüzünü kapayan çocuklar. Gürültünün ardından oyunlarına kaldıkları yerden devam ediyor.
Dar yol bizi bomba seslerine yakınlaştırıyor. Duvarda bir yazı: “Hayaldi bitti.” Hayal kırıklığı, hayat kırıklığıdır aslında. Hayatını koyduğun şeylerin kırılması tükenmesidir. Kim yazdı bu yazıyı acaba diye düşünüyorum.
Çocuk seslerini düşünüyorum. Teyzenin “Ben devlete boyun eğmem” sözlerini. Bütün yıkıma kıyıma rağmen burada inşa edilmeye çalışılan yaşamın nasıl alt üst edildiğini. Fotoğrafını çekmek için telefonumu çıkarıyorum. Tam düğmeye basacakken bir kız çocuğu fırlıyor. “Beni de çek” diye bağırıyor. “E tamam çekeyim” diyorum. Duvar yazısının önüne geçiyor hemen ardından bir çocuk daha. Ve birden ellerini kaldırıp zafer işareti yapıyorlar. “Yalandan poz vermeyin” diye uyarıyorum. Kız çocuğu hırçın “Yalan değil çekeceksen böyle çek” diyor. Sanki biraz önce “Beni de çek” diyen o değilmiş gibi. Çocukların fotoğrafını çekiyorum. Yürümeye devam ediyorum. Çocuklar ardımdan slogan atmaya başlıyor. O an başka bir teyzenin sözleri geliyor aklıma “Tek bir Kürt kalsa bile özgürlük için barış için mücadele edecek”. Hayaldi belki ama bitmemiş… Ardımda bıraktığım çocukların seslerinden anlıyorum…