"Nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının"*
"Eğer hikâyeyi sözcüklerle anlatabilseydim, yanımda sürekli bir fotoğraf makinesi taşımaya ihtiyaç duymazdım" diyor usta fotoğrafçı Lewis Hine. Fotoğraflar bize hikâye anlatır. Bir fotoğrafa bakıp çarpılmamız ondandır. Bir fotoğrafa bakıp yolculuk yapmamız ondandır. Kahırlanmamız, sevinmemiz...
Fotoğrafta gördüğünüz kadının ismi Nurcan Arslan. Beş çocuklu ailenin ikinci evladı. Çocuk denecek yaşlarda çalışmaya başlamış. Hayat dolu, güleç, esprili, soran, sorgulayan, dayanışmacı yani yüreği kocaman… Neredeyse bütün fotoğraflarında gülüyor. Sadece yüzü değil, sadece o güzelim gamzesi değil, gözlerinin taa içi gülüyor. Yaşama sevinci gözlerinin içinden taşıyor.
Bu güzel gülüşlü kadın 30 Ocak 2016 yılında öldürüldü. Hâlâ kayıtsız gülüyor hayata… Öldüğünden haberi yok fotoğraflarının… Nurcan'ın fotoğraflarının arkadaşlık teklifini kabul etmediği Abdullah Melih Barış tarafından 11 kurşunla öldürüldüğünden de haberi yok. Katil takıntı haline getirdiği Nurcan'ı "Beni istemediğini yüzüme de söyle, söz bir daha beni görmeyeceksin" diyerek görüşmeye ikna etmiş. Nurcan görüşmeye önce çekinip aynı zamanda arkadaşı da olan kuzenine "Birlikte gidelim" demiş. Sonra nasıl olsa kafeterya diye buluşmaya gitmiş. Buluşma yerinin bir kafe değil de bir plaza dairesi olduğunu anlayınca gitmeye kalkışmış ve o anda üstüne kurşunlar yağdırılmış.
Öldüğünden haberi yok Nurcan'ın fotoğraflarının. Bütün ailesinin perişan olduğundan. Eve ateş düştüğünden. Yokluğunun o kara, derin boşluğundan haberi yok. O gülen fotoğraflarının kız kardeşlerinin elinde döviz olduğundan haberi yok… Her fotoğrafının artık bambaşka ve kederli bir hikâyesinin olduğundan haberi yok. Annesinin bakıp bakıp ağladığından, kardeşlerinin boğazına oturan yumrudan… Bakırköy 12. Ceza Mahkemesi'nde süren adalet mücadelesinden haberi yok. Katilin mahkemede akli dengesinin yerinde olmadığını savunduğundan haberi yok.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanan Abdullah Melih Barış iki yıl süren yargılamanın sonunda "iyi hâl indirimi" uygulanarak müebbet hapis ile cezalandırıldı. Kadın cinayeti davalarında kravat takan katillere "iyi hâl indirimi" uygulamayı gelenek hâline getiren mahkeme neyse ki bu kez "haksız tahrik indirimi" uygulamadı.
Sonra… Sonra ne mi oldu? Yargıtay 1. Ceza Dairesi katilin Nurcan'ı tasarlayarak öldürdüğüne ikna olmadı ve davayı bozdu.
Abdullah Melih Barış aynı zamanda muhtar. Yani ruhsatlı silahı var. Fakat Nurcan'ı öldürdüğü silah ruhsatsız. Tokat'tan ruhsatsız silahlını yanına alıp gelmiş. Yargıtay bunu "tasarlamak" olarak görmüyor. Cinayetten önce Nurcan'a ve arkadaşlarına defalarca "Öldüreceğim" diye mesajlar atmış. Nurcan gitmeye kalkıştığında kurşun yağmuruna tutmuş. Bir değil, üç değil. Nurcan yaralandıktan sonra başına gelip on bir kurşun sıkmış. Başına, sırtına… Sonra Nurcan'ın kuzenine "Nurcan'ı öldürdüm" diye mesaj atmış. Olay yerinden kaçmış. Bütün bu kanıtlara rağmen şöyle diyor Yargıtay kararı "Sanığın öncesinde gönül ilişkisi olduğu maktulün kendisini terk etmiş olması şüpheli durumun lehine yorumlanması gerektiği anlaşılmakla TCK'nın 81/1 maddesi uyarınca cezalandırılması gözetilmeden yanılgılı ve yetersiz gerekçeyle yazılı hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiş olup…"
Bir kadının bir erkekle tanışmış, konuşmuş, geçmişte onunla bir gönül ilişkisinin bulunmuş olma ihtimali, yasalar önünde bir katili "masum" gösterebiliyor, öldürmek için bir "neden" olabiliyorsa burada gerçek bir adaletten değil, "erkek" adaletten bahsedilebilir. Bunun bir mahkeme kararı olmasının abesliği bir yana konuşulması, akıldan geçirilmesi bile tüm kadınlara hakarettir. Tüm kadınlara "Ölürseniz suç sizindir" demektir.
Yargıtay'ın kararını okurken aklıma Mustafa Koçak geldi. Hani bir itirafçının ifadesiyle ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmişti Mustafa'ya. Mustafa da yeniden ve adil yargılanmak için ölüm orucuna girmişti. Hani ömründen yemişti ve 297. gün hayatını kaybetmişti. Bir itirafçı ifadesiyle Mustafa'ya verilen cezayı makul gören, gün gün ölümünü izleyen yargı, Nurcan'ı tam 11 kurşunla öldüren katilin gerçekten öldürmeyi tasarlamamış olabileceğine karar verebiliyor.
Yargıtay'ın kararı nedeniyle Nurcan Arslan'ın davası yeniden görülmeye başlandı. Bu yeniden tanıkların dinlenmesi, aileye aynı acıların yeniden yaşatılması, yeniden ispat zorunluluğu demekti. 27 Ekim'de görülen son davada sanık tahliyesini istedi, savcılık sanık Abdullah Melih Barış'ın Nurcan'ı tasarlayarak öldürme suçundan cezalandırılması için mütalaa verdi. Ve dava, karara bağlanmak üzere 4 Aralık Cuma günü saat 10.00'a ertelendi.
Cuma günü muhtemelen Nurcan için son duruşma yapılacak. Nurcan'ın yeri asla dolmayacak. Bir daha gülümseyen fotoğrafları olmayacak fakat ailesi hem Nurcan için hem de bir can daha gitmesin diye dayanışma bekliyor. Erkek adalet değil, gerçek adalet istiyor. Dün Özgecan, sonra Nurcan… Yarın hangi can?
Bir maniniz yok ise mahkeme önünde, bir maniniz var ise olduğunuz yerden yani sosyal medya sayesinde Nurcan için gerçek adaleti isteyelim. İsteyelim ki yarın başka bir can için gözyaşı dökmeyelim, başka bir can için kederlenmeyelim. Başka bir can'ın fotoğrafına bakıp iç çekmeyelim. Başka bir fotoğrafın hikâyesi ölüm olmasın. Ya da başka bir can biz olmayalım.
* Şiir: Murathan Mungan