İzlemekten utandığınız görüntüler vardır. Duyduğunuzda sağır olasınızın geldiği sözler… Yerin dibine geçmek istediğiniz, boğazınızın düğümlendiği, kahrettiğiniz… Bir yerimiz açıkta kaldığında, bir açığımız ortaya çıktığında, bir fotoğrafımız paylaşıldığında değil de bir acıyı, bir yokluğu gördüğümüzde, şahit olduğumuzda yaşadığımız utançtan bahsediyorum. Diğerini bilmemem ama böyle utanmayı unutmamak kıymetli.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki birileri utanmayı unutunca bakiyesi bize kalıyor. Biz utanıyoruz.
Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın kendisine derdini anlatınca dilenci muamelesi yaptığı kanser hastası Dilek Özçelik "Çaresizliği hiç yaşamamışsınız" dediğinde kahretmiştik mesela.
34 kişinin parçalandığı Roboski için "Uludere bir operasyon kazasıdır" açıklaması yapıldığında sağır olasımız gelmişti.
Soma'da madencinin hayatını kaybettiği faciadan sonra madencinin tekmelenmesini gördüğümüzde yerin dibine geçmek istemiştik.
İnşaattan düşen, göçük altına kalan, barajda boğulan işçi için "mukadderat" denmesine utanmıştık.
Kömür için, erzak için kamyonların etrafına toplanan insan görüntülerinden utandık mesela hep. Dağıtılan olmak kadar dağıtan olmak da yaralayıcıydı. Atılan torbalar, poşetler hep utançtır bu yüzden… Bazen veren olmak alan olmaktan daha çok utandırır insanı. Çünkü veriş biçimi önemlidir. İnsan onuru zedelenmemelidir. Alan el veren eli görmemelidir. Veren elin gözü alan elin gözüne değmemelidir ki utanmasın.
Emeklemeyi bitirip, yürümeye başladığımız yani aklımız ermeye başladığı andan itibaren bize yoksullukla alay edilmemesi gerektiği öğretildi. Yoksul evlere gittiğimizde hep tok olduğumuzu söylememiz gerektiğini duyarak büyüdük. Bir dilim ekmeğini bizimle paylaşan sofralarda hep "Çok doydum" dedik.
Birinin yoksulluğu ile alay etmemek gerektiği bir yerlerde yazmaz ama biliriz. Geçim derdinin şakası olmaz. Yarayla dalga geçmez yarayı bilen. Yokluğu yok saymaz, yokluğu gören. Bir insan açlığını söyleyecek duruma geldiyse gururunu bir kenara bıraktığını biliriz. Bu yüzden mesela "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin" deriz. Bir ekmeğe muhtaç sözü daha çok mecazi anlamda kullanılır ama kimseye bunu söylediğinde "Abartıyorsun" demeyi aklımızdan geçirmeyiz. Çünkü çok zor durumda olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Gururunu, onurunu bir yana bırakıp. Onun yerine biz utandığımızdan başımız eğeriz.
Bir ekmek 2 lira bir kilo çay 30. Asgari ücret 285 dolar…
Ucuz olsun diye ekmek almak için marketlerin akşam saatlerini bekleyenler de var, evinde kendi yapanlar da. Meyve sebze için pazarın dağılmasını gözleyenler her gün artıyor. Çayı keyif için değil, çayın yanına katık için içiyor binlerce insan. Yani boğazından kuru kuru geçmesin diye. Çünkü en ucuz zeytin 25 - 30, en ucuz peynir 30 - 35 lira. Asgari ücretli çalışanın olduğu dört kişilik bir aile için bırakın eti kıymayı, sadece peynir - ekmek ve zeytin yese ayda bin lira ediyor.
"Eve ekmek götüremiyoruz" demek "abartı", "alım gücümüz" düştü demek "normal". Tıpkı "zam geldi" demek "yalan" fiyat güncellendi demek "normal" olduğu gibi. Fiyat güncellemesi çalışanlarının maaşlarında neden yapılmadığı sorusu da malumunuz başka "bir niyet"ten soruluyor. Ve elbette itibardan da "tasarruf" edilmiyor.
Bu arada ekmek bile iktidar ortağı önerisiyle askıda…
Halkın birbiriyle dayanışma için askıda ekmek, simit, yemek paylaşması şahanedir, lakin devletin insanların bir ekmeğe muhtaç kaldığını görememesi kahırdır.
Komşusu açken tok yatılmayan evlerden açlığın görmezden gelindiği, "açım" diyenin duyulmadığı, görülmediği günlere geldiysek bu utanç hepimizin.
Allah kimseyi açlık, yoksulluk, daha kötüsü aymazlık ve arsızlıkla terbiye etmesin.