28 Mayıs 2020

Cumartesi Anneleri 25 yaşında

Ellerindeki fotoğraflar büyümüyor, soluyor ama sayılar eksilmiyor… 25 yıldır adalet istiyorlar… 25 yıldır umutla arıyorlar… 25 yıldır inatla soruyorlar… 25 yıldır vazgeçmiyorlar…

Kayıp… Dipsiz bir kelimedir…

Dipsizdir çünkü içinde binlerce duygu vardır. Endişedir mesela. Kaygıdır, korkudur, üzüntüdür. Telaştır, kahırdır, hüzündür… Ve umuttur, arayıştır… Vazgeçemeyiştir…

Bir eşyanızı kaybettiğinizde bazılarını, bir insanı kaybettiğinizde hepsini yaşarsınız…

Ve gitmek gibi değildir. Çünkü gidenin bir sebebi, kalanın da bir nedeni vardır… Kayıp boşlukta durmadan sallanan zalim bir sorudur. "Nerede?" Bu yüzden yakını kaybedilmiş bir insan için "kahır" çok naif bir kelimedir. Yaşamasanız da bilirsiniz; yokluğun böylesi cehennemdir. Yani bazı acılar dipsizdir…

Evlatları, eşleri, kardeşleri kaybedilen insanlar bu dipsiz duyguları yıllardır yaşıyor… Yıllardır bekliyor, yıllardır soruyor, yıllardır umuyorlar.

En az 800 ailenin bir yakını kayıp…

"Yok" yani… Bir eşya gibi değil, bir insan olarak kayıplar…

Böyle bir yok’luk ve arayış karşısında "Ama" diye başlayan her cümle zalimdir. Çünkü her anne için evladı biriciktir. Yerine kimse koyulamaz. O bekleyiş bitmez, o arayış sonlanmaz. O acı ihtiyarlamaz. Ve devlet ne yaparsa yapsın tüm yurttaşlarının yaşam hakkını korumak zorundadır. Herkes adil yargılanma hakkına sahiptir. O insanların hiçbiri yargılanmadı. Bir mezarları yok. Kemikleri nerede belli değil.

Cumartesi insanları tam 25 yıldır ansızın ortadan "kaybolan" yakınlarını arıyor. Karakollar, kışlalar, hastaneler, hapishaneler… Tüm kapılar yüzlerine kapandı. Kaybedilenler geri gelmediği gibi sayıları arttı. Ve onlar daha fazla insan kaybedilmesin diye, kayıpların akibeti açıklansın ve kaybedenler yargılansın diye Galatasaray Lisesi’nin önünü mesken eylediler…

1, 5, 10, 100, 700 hafta…

Bu ülkede kayıp olan herhangi bir canlının yerini eliyle koymuş gibi bulan ve bununla övünen devlet yakınlarının akibetini soran ailelerin arayışını da, sorusunu da görmezlikten geldi… Bir lisenin önünde yakınlarını soran insanlardan utanmak yerine onları ezdi, copladı, yerlerde sürükledi. Ve en sonunda meydanı analara yasak etti.

Polis çemberine, dikilen gözlere, tehditlere rağmen o dar sokakta her Cumartesi aynı soruyor sormaya devam ettiler. "Neredeler?"

25 yıl oldu… Cumartesi Anneleri tam 25 yıldır çoğu 25 yaşını görememiş evlatlarını arıyor.

Ellerindeki fotoğraflar büyümüyor, soluyor ama sayılar eksilmiyor…

25 yıldır adalet istiyorlar…

25 yıldır umutla arıyorlar…

25 yıldır inatla soruyorlar…

25 yıldır vazgeçmiyorlar…

İklim değişti, hayat değişti, dünya değişti, iktidar değişti ama o fotoğraflardaki gençler için adaletsizlik değişmedi. O insanların hâlâ bir mezarı yok…

O meydanda büyüyen çocukların saçlarına aklar düştü.

O meydanda sürüklenen analar evlatlarının mezarına bir çiçek bırakamadan mezara girdi.

O meydanda coplanan kardeşler ihtiyarladı…

Ama o özlem bitmedi, o acı dinmedi, o umut tükenmedi, o inat ezilemedi…

Cumartesi eylemine 700. haftada polis saldırısında Ahmet Şık, bir Mevlana hatırlatması yapıp şöyle demişti: "Ey zulmüyle kuyu kazan! Sen kendi kuyunu kazıyorsun, bari bo­yunca kaz!" 

İklim değişir, dünya değişir, iktidar değişir ama o özlem ve inat değişmez…

25 yıla bir 25 yıl daha katlanır o ısrar bitmez…

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"