Çocukların ölmesinin umursanmadığını görmüştük, Kanal D'de "Çocuklar ölmesin" diyen Ayşe öğretmene verilen hapis cezası ile çocukların ölmesinin istendiğini mi anlamış olduk. Düz mantık öyledir bir şeye ceza veriyorsan karşıtını onaylıyorsun demektir.
Her yıl onlarca çocuğun öldürüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Berkin Elvan, Eren Bülbül ilk akla gelenler. Kurşunla, mayınla, bombayla paramparça olan küçücük bedenler. Oyun sanıp mayına basan, evde uyurken tankın ezdiği, parkta oynarken bomba patlayan, çatışma ortasında kalan…
Büyümemiş bir ayak, çıkmamış sakal, uzayamamış bir boy… Bir çocuk ölmüşse bir çocuk ölmüştür…
Bir çocuk ölmüş ise bir çocuk ölmüştür. O çocuğun ailesi, milliyeti, yaşadığı coğrafya teferruattır.
Bir çocuk ölmüşse sadece okulda bir sıra boş, bir ayakkabı sahipsiz, masada bir tabak eksik olmaz. Bir çocuğun ölümü yetişkin bir insanın ölümüne benzemez. Bir çocuk ölmüşse okuldaki o sıranın olduğu sınıf, o ayakkabıyı alan anne, masada oturanlar herkes yarım kalır.
Bir çocuk ölmüşse; bir çocuk ölmüştür. Ve o çocuğun dini sorgulanmaz çünkü hiçbir din çocukların ölmesini buyurmaz. Hiçbir inanç çocukların ölmesi için haklı gerekçe olamaz. Silopi’de TOMA’nın uykudayken öldürdüğü Muhammet ve Furkan, Trabzon’da öldürülen Eren Bülbül ile karşılaştırılıyorsa ölümü çocuklara kadar ayrılıyoruz demektir.
Dünyanın herhangi bir yerinde bir çocuk öldüğünde duyulan acı, dökülen gözyaşı o çocuk Kürt olduğunda ya da öldüren güvenlik görevlisi olduğunda dökülmüyorsa sahtedir. Asıl bölücülük tam da budur. Çocukları ölümde bile ayırırsanız, Kürt çocukların ölümüne “iyi olmuş” derseniz o çocukların annelerinde, o çocukların kardeşlerinde ve arkadaşlarında açtığınız uçurumu mümkünü yok kapatamazsınız.
Bir çocuk öldüğünde sevinilmez, kahramanlık çıkarılmaz. Çocuk öldüğünde acı çekilir, utanılır…
Bir çocuk ölmüşse bir çocuk ölmüştür. Adının Muhammed, Ahmet, Ali. Ceylan, Berkin, Eren veya Yasin olması bir şeyi değiştirmez. O çocuk ölmüştür. Masumiyet bir fotoğrafta kalmıştır. Giyilecek yeni bir forma, oynanacak oyun, yapılacak yaramazlık, çalışılacak ders, girilecek sınav yoktur. Sadece acı vardır. Duvarda asılı duran gittikçe sararan fotoğraf vardır… Annesinin her geçen yıl yaşıtlarına bakıp bir türlü büyütemediği evladı vardır. Evlenip barklanan en küçük kardeşin hala evladı kadar olan abisi, ablası vardır. Arkadaşlarının belki de ilk acı hatırası vardır.
Uğur Kaymaz yaşasaydı 25 yaşında olacaktı. Berkin Elvan 18. Annesinin kucağındayken vurulan Tevriz Dora 5 yaşında olacaktı. Roboski’de katır sırtında parçalanan Erkan Encü 19… Yıllar geçiyor. Yaşıtları büyüyor. Hiç biri büyümüyor. Çünkü hiç biri yaşamıyor… Ne okul, ne sınav, ne aşk, ne evlilik, ne oyun ne oyuncak… Yüzlerce çocuk bir daha oyuncak isteyemedi annesinden. Ayakları büyüdüğü için yeni ayakkabı alınmadı. Yaramazlık yaptı diye okuldan velisi çağrılmadı. Aşık olamadılar. Babaları “bir topun peşinden akşama kadar koşuyorsun” diye kızamadı onlara. Ne TEOG ne LYS gidecekleri bir okulları, girecekleri bir sınavları olmadı.
Öldüler… İnsan söylerken içi acıyor. “Ne kadar zalimce” diyor. Çünkü ölüm ve çocuk yan yana hiç güzel durmuyor. Ama çocuklar ölmeye devam ediyor.
“Çocuklar ölmesin” demek ise suç sayılıyor. Neden? Ayşe Öğretmen için belirtilen gerekçe şöyle; “ güçlerinin operasyonlarını salt orada yaşayan sivillere karşı yapılıyormuş gibi göstermek suretiyle terör örgütünün güneydoğudaki yerleşim yerlerindeki eylemlerini meşru göstermeye çalışması şeklinde gerçekleşen eyleminin silahlı terör örgütü PKK/KCK'nın cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte olduğu…” Yani bütün mesele devletin bekası ve güvenlik güçlerinin yaptığı her şeyin doğru ve haklı görülmesi.
Devletin “bekası” için çocukların ölmesini mazur ve makul görmez, göremez. Çünkü devlet en başta çocuklar içindir. Çocuklar iyi eğitim görsün, sağlıklı beslensin, sağlıklı büyüsün diye. Devlet çocuklar ölsün diye değil, çocuklar yaşasın diye vardır. Çocuklar fotoğraflarda kalsın diye değil, çocuklar büyüsün diye vardır.
Ayşe öğretmene verilen 1 yıl 3 aylık ceza ile öldürülen bütün çocukların ailelerine, arkadaşlarına ceza verilmiş oldu. Bu ceza ile ‘kazara’ çocuklara sıkılan kurşunlar, ‘yanlışlıkla’ atılan bombalar, seken kurşunlar, ‘yanlışlıkla’ geçen panzerler, ‘yolunu şaşıran’ TOMA’lar ak’lanmış oldu.
“Çocuklar ölmesin” demenin bir hıyanet, bir suç içermediğini safi insanlık olduğunu anlamak için illa o acıyı çekmek bir evlat, bir kardeş kaybetmek gerekmez. Masumiyet ise karine şu dünyada bir çocuktan daha masum bir şey yok. Ve bir çocuğu öldürmek için sadece tetiği çekenin sizin parmağınız olması gerekmiyor. Bir çocuk ölmüşse bir çocuk ölmüştür. Ve “çocuklar ölmesin” demek bu dünyadaki en masum istek en masum cümledir.