15 Eylül 2017

Cenaze değil insanlık çürüyor

Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kutsal kitap, hiçbir inanç, hiçbir politik görüş cenazeye saldırmayı makul ve mazur görmez

13 Eylül 2017 birçok insan için sıradan bir gündü. Annesini, kardeşini, ya da sevdiği birini toprağa veren bilmem kaç yüz tane insan hariç. Kimliğiniz, doğum tarihiniz bunu söylemez ama hele de annenizi kaybetmişseniz o gün büyürsünüz… Aysel Tuğluk da onlardan biriydi. Annesini kaybetti ama birçok insan gibi toprağa veremedi. Çünkü kendini ‘vatansever’ olarak tanımlayan bir güruh Tuğluk’un annesinin cenazesine saldırdı. Aysel Tuğluk’un halkın seçmesine rağmen tutuklu bir vekil olması, politik duruşu, “suç” sayılan söyledikleri ya da sustuklarının hiçbir önemi yok. Bir evlat annesini toprağa veremedi.

Bir an için sadece birkaç saniye için bir sevdiğinizi toprağa verirken ağız dolusu küfürler, sopalarla insanlıktan çıkmış bir güruhun size yaklaştığını düşünün. Politik kimliğinizi, inancınızı, nefretinizi, ama’larınızı bir kenara koyup düşünün. Annenizi toprağa vermeye çalışıyorsunuz ve birileri size “gömdürmeyiz” diyor… 

Elbette bu ilk değil. Çağlayan Adliyesinde savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin alma eyleminde öldürülen Şafak Yayla'nın Giresun’un Karabörk köyündeki mezarı, 'Onu çıkarıp dereye atacağız' tehdidi yüzünden ailesi tarafından üzerine ve çevresine beton dökülerek koruma altına alınmıştı. Cenazenin köyde defnedilmesine karşı çıkan bir grup Yayla ailesinin evini taşlamıştı. Annesi Aysel Yayla "Ne olur ne olmaz diye, mezarın yanlarını ve üstünü betonla kapattık, üzerine de toprak döktük. Gece oğlumu oradan mezardan çıkarıp alırlarsa ne yapacağız? Ben bir anayım, acılıyım. İçim yanmış. Aslan gibi 24 yaşındaki oğlum gitmiş. Niye gitmiş, ne olmuş? Niye bu hale geldiler?" diyordu. Evladının mezarının üzerine beton dökmek zorunda kalan gariban bir aileden bahsediyoruz.

Hatırlarsınız 15 Temmuz darbe girişiminde bulunanların defin işlemleriyle ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı “cenaze namazı kılınamaz” diye bir açıklama yapmıştı. Ve bu insanların cenaze namazı kılınmadı. Ne yapmış olursa olsun bir anne için evladından daha kıymetli, daha kutsal bir şey yoktur. Onlardan biri 15 Temmuz gecesi Genelkurmay Başkanlığı önünde vurularak öldürülen Astsubay Başçavuş Ziya İlhan Dağdaş’tı. Dağtaş’ın darbeci olduğu gerekçesiyle cenaze namazının bile kılınmasına izin verilmedi. Annesi feryat etti. Ve aradan 6 ay geçtikten sonra Dağdaş şehit ilan edildi.

Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kutsal kitap, hiçbir inanç, hiçbir politik görüş cenazeye saldırmayı makul ve mazur görmez. Bir cenazeye saldırmak inanç ve düşmanlıkla açıklanamayacak kadar aşağılık olmayı gerektirir. Bu taraf olmakla veyahut ‘hassas vatandaş’ olmakla açıklanabilecek bir durum değil. Bu düşmanlıkla bile açıklanabilecek bir durum değil çünkü savaş koşullarında bile taraflar birbirlerine ölüleri gömecek zaman ve ortam tanır. Bu ancak alçaklıkla ve çürümüşlükle açıklanabilir bir durum. Bu ülke çürüyor, çürütülüyor…

Sakarya'nın Kaynarca ilçesinde tecavüz edildikten sonra başına taşla vurularak öldürülen Suriyeli hamile kadın ve 10 aylık bebeğinin cenaze namazını kıldıran Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “Bize ne oldu ki, biz vicdanımıza ve merhametimize sığınan bebeğin katili olduk” diye sorup gözyaşı dökmüştü.

Savaştan kaçan Suriyeli kadına tecavüz edip 10 aylık çocuğu ile birlikte öldürenler ile Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldıran ya da Nuriye ve Semih için “hala neden gebermediler” diyen arasında hiçbir fark yok. Çünkü çürüme dediğimiz şey sadece sizin nefret ettiklerinize karşı gelişen bir şey değildir. Bugün Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine saldıran yarın seni düşman görüp seni öldürmeye çalışır. Bugün şort giydi diye bir kadını dövmeye çalışan yarın yolda yürüyor diye senin kız kardeşini sürükler. Çürümenin limiti, derecesi yoktur. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası “En büyük asker bizim asker” diye uğurlanan askerlerle talimatlara uyduğu için köprüde linç edilen askerler aynı çocuklardı. Onları sloganlarla uğurlayanlarla linç etmeye çalışanlar da aynı insanlar. Silahı, taşı, palayı eline verdiğin insanın günü geldiğinde onu sana çevirmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur.

Bu ülkede bazı insanların bu kadar zalim bu kadar haysiyetsiz, bu kadar onursuz olabilmesi bu nefretini bu kadar pervasızca söyleyebilmesi iktidarın eseridir. İktidar daha da güçlenmek için kendine sivil ordu yaratmaya çalışırken bu ülke insanları arasındaki nefreti her gün biraz daha büyüttü. Ve savaşlarda bile görülmeyen, akla izana sığmayan zalim siviller yarattı. Günlük yaşamdan, maçlara, trafikten iş hayatına, sokak kavgasına, otobüs sırasına kadar sirayet eden sürekli birilerini tehdit ederek kendi varlığını sürdüren ve kendini zorbalıkla güçlü gören bu insanlar artık kontrol edilemez bir noktaya geliyor.

Bu ülkenin insanları ve politikacıları çıkarlardan, hesaplardan kaygılardan, arzulardan azade bir vasatta buluşmak zorunda. Bütün kutsal kitaplarda ve bütün anayasalarda yazan temel insani ilkeler. Bir insanın cenazesine küfredilmez. Bir mezar taşlanmaz. Bir tabut kırılamaz. Bir cenaze yerlerde sürüklenemez. Bir kadına ne giyerse giysin tecavüz edilemez. Bir çocuk istismar edilemez. Bir köpeğin üzerine araba sürülemez. Bütün bunların her biri vahşettir. Bir şey sevmekle bir şeye bağlı olmakla bir dinle ya da bir inançla hiçbir alakası yoktur. Bu vatanseverlik değildir. Müslümanlık değildir. Bunlar insanlık suçudur. Ve cezalandırılmalıdır. Bütün bunlara ses çıkarılmazsa, bu zalimlikle mücadele edilmezse üzerinde kavga edilecek bir ülke kalmayacak.

Cenazeler için bir yer bulunur illa ki gömülür. Ama çürüyen insanlığın gömülecek bir karış yeri bile olmaz. Ve çok fena kokar…


@leylaalp

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"