Kadınların en büyük derdinin genç ve güzel görünmek, alışveriş yapmak, varsa çocuklarını büyütmek olduğunu düşünüyorsunuz ya büyük yanılıyorsunuz. Bizim birinci derdimiz ölmemek. Biz yani kadınlar; sevmeyi, sevilmeyi, gülmeyi, gülüşmeyi konuşacağımız şu sınırlı hayat kesitinde en çok ölümü konuşuyoruz. Sürekli ölümle yarışıyoruz. Ölmemek için uğraşıyoruz… Öldürüldüğümüzde de kız kardeşlerimiz başka kadınlar öldürülmesin diye yine ölümüne uğraşıyor…
27 yaşındaydı Pınar Gültekin. 27 yaşında bir erkek tarafından boğularak, yakılarak ve üstüne beton dökülerek 2020’nin Temmuz ayında öldürüldü. Aradan bir buçuk yıl geçti. Davası devam ediyor. Duruşmaların nasıl geçtiği, kimin nasıl neyi savunduğu konularına girmeyeceğim. Konuşmak istediğim milyonlarca Pınar oluşumuz. Pınar ve Şule Çet, Özgecan Arslan için tweet atmıştı mesela. Yani birbirimiz için tweetler ata ata ölüyoruz. Ve her seferinde hem de öldüğümüz halde ölmeyi hak etmediğimizi anlatmaya çalışıyoruz.
Pınar Gültekin ile ilgili davanın son duruşmasında WhatsApp yazışmaları istendi. Ümit Kıvanç Twitter hesabından şu sözlerle durumu paylaşmış: “Pınar için “bu kadın zaten…” imajı oluşturmaya çalışıyorlar. Herhalde hafifletici sebep olacak. Meselâ bir kadın başkalarıyla da yattıysa parçalayıp varile koyup yakmak serbest ya, o bakımdan.” O kadar doğru, o kadar haklı ki içimden bağıra bağıra ağlamak geldi.
Bir kadın sevgilisi, kocası ya da bir vakit birlikte olduğu erkek tarafından öldürüldüğünde şaşmaz bir gerçek var o da hayatının didik didik edilmesi. Yani katilin aslında “masum” olabileceğine ya da çok da “katil” olmayacağına dair emarelerin aranması. Mesela sosyal medya da sözüm ona ‘açık seçik’ fotoğraflarınız varsa kınayan bakışlara maruz kalıyorsunuz. İçki içiyor ya da tebessüm ediyorsanız ‘rahat kadın’. O erkek evliyse ve siz onunla bir ilişki yaşamışsanız zaten ’yollu’sunuzdur. Bir erkeğin evine gittiyseniz ‘hafifmeşrep’siniz. Maazallah evli olmadan aynı evde yaşadıysanız ölmeyi hak etmiş oluyorsunuz. Başkalarıyla da yattıysanız öldürülüp, varile konmayı, yakılmayı hak etmiş oluyorsunuz. Bir de ne idiği belirsiz ‘doğru erkek’ tanımlaması var ki evlere şenlik. Sanki kadınları öldüren erkekler ellerinde balta, silahla geziyor ve biz de onları özenle bulup kendimize sevgili ya da partner seçiyoruz. Hanımlar beyler inanın ki; katil, tecavüzcü dediğimiz erkekler uzaydan gelmiyor. Onlar da bizim gibi bizimle yaşıyorlar. Bazıları komşumuz, iş ya da okul arkadaşımız. Aynı otobüse biniyoruz, aynı binalarda yaşıyoruz. Şiddet bir güç meselesidir. Bu yüzden de politiktir. Bu yüzden “o adamla ne işi vardı?” sorusu absürt ve saçmadır. Aynı zamanda şiddeti meşrulaştırıp, masumlaştırmakta sol anahtarı işlevini görür.
Herhangi bir erkek bir kadınla birlikte olurken, olmayı düşünürken, beğendiğinde arzuladığında başına neler gelebileceğini düşünüp endişe duyar mı? Önemli bir çoğunluğunuz “hayır” diyorsunuz biliyorum. Peki niye kadınların bu kaygıyı, bu korkuyu yaşamasını normalleştiriyoruz? Bir kadının bir erkekle tanışmasının, konuşmasının, sevişmesinin hatta aşık olmasının bedellerinden biri neden ölüm ihtimali olsun? Ucunda ölüm olan ilişkileri yaşamak niye kadınların kaderi? “Hayır” neden sadece kadınlar söylediğinde hayır olmaktan başka anlamalar, anlamlar taşıyabiliyor?
Bir erkek bir kadınla birlikte olurken nasıl hayatından endişe etmiyorsa, bir kadının da korkmadan, ürkmeden, sevme, birlikte olma hakkı vardır. Bir kadın herhangi bir adama herhangi bir nedenle âşık olabilir hatta olmayıp sadece ilişki yaşayabilir. Yaşam tarzını, duygularını sorgulayamaz, şiddeti, ölümü makul göremezsiniz.
Herhangi biriyle yaptığım yazışma, gönderdiğim fotoğraf yaşadığım ilişki özeldir. Bu bana onu taciz, tehdit etme veya öldürme hakkını vermediği gibi ona da vermez. Ben nasıl bir erkeği benimle artık birlikte olmak istemediği için tehdit etmeyi veya öldürmeyi aklımdan geçirmiyorsam bir erkek de bunu düşünemez, düşünememeli. Bunu düşünüp eyleme geçtiğinde adı benim ‘zaten şey’ olmam değil cinayet olur. Yaşama hakkımın elimden alınması beni ölü ve mağdur yapar ama asla suçlu ya da ‘hafif kadın’ yapmaz.
Pınar Gültekin’in yazışmalarından ne çıkacak bilmiyorum. Elbette hukuki olarak sonuçları olacaktır. Ama asıl sonuç Ümit Kıvanç’ın yazdığı gibi toplum nezdinde itibarsızlaştırma… Bunda başarılı olunursa başka bir davada başka bir kadın için aynı şeyler kolaylıkla söylenebilecek. Başka bir yerde başka bir kadın yine öldürülüp, yine parçalanabilecek… Birkaç gün önce Şebnem Şirin benzer biçimde öldürüldü mesela. Her seferinde kadınların yaşam tarzlarını, giydikleri kıyafeti, ettikleri tebessümü, yaşadıkları ilişkileri sorgulayıp didiklemek yerine erkeklerin artık öldürmemesi, öldürememesi için uğraşılsaydı bir arpa boyu da olsa yol yürünmüş olacaktı.
Bir tedirginliğimiz var bizim hiç geçmiyor, kaygımız var hiç bitmiyor, korkularımız var katlanarak büyüyor. Taksiye bindiğimizde plakasını alıyoruz, aydınlık sokaklardan yürümeye çalışıyoruz. Bir erkekle buluşacağımızda arkadaşlarımıza haber veriyoruz mesela. Yaşımız kaç olursa olsun birinin bizim için, yani hayatımız için endişelenmesini bekliyoruz. Ve inanın çok yorulduk… Çok bunaldık… Çünkü çok öldük…