Yaşayıp gidiyoruz işte!... Suya sabuna dokunmadan, etliye sütlüye karışmadan. Kimsenin tavuğuna şist demeden… Yani kokmadan, bulaşmadan… Tam istendiği gibi. Tam da olması gerektiği gibi.
Oysa her gün bir şey yaşanıyor. Cinayet, hapis cezası, hırsızlık, yolsuzluk, kaza. Hangi birini duyalım diye kulaklarımızı kapatıyoruz. Artık haberleri kimse izlemiyor. Zama ‘fiyat güncellemesi’, tecavüze istismar, lince ‘hassasiyet’ falan deniyor, yutuyoruz. Faturalar elimizi yakıyor, cebimiz tutuşuyor neme lazım deyip geçiştiriyoruz.
Çocuklar deseniz onlar daha fena. “Şimdiki gençlik artık kendiden başka kimseyi düşünmüyor” deyip kaygılanıyoruz. Bir yandan da “aman başlarına bir iş gelmesin” diye üstlerine titriyoruz. Çünkü başlarına her an bir şey gelebilme olasılığı olan bir ülkede yaşıyoruz.
“Ben konuşsam ne olacak ki” deyip susuyoruz. Tek başına bir kişinin yalanı dolanı, riyayı, cinneti, cinayeti, haksızlığı, hukuksuzluğu bitiremeyeceğini biliyoruz. İçimize atıyoruz. İçimi büyüyor. Nefesimizin zor tutuğumuz anlar oluyor. Nefes almanın güç kaldığı anlar. Tek başına olduğumuzu düşünüp kederleniyoruz.
Birileri konuşuyor. Birileri susmuyor.
Suya yazdığımızı sandığımız yazılar hayat buluyor.
Ne işe yarayacak diye düşündüğümüz tek bir cümle birilerinin dilinde isyan oluyor.
Sanışer ve 19 sanatçının “Susamam” şarkısı da işte böyle oldu. Birkaç saatte milyonlar izledi. Aynı gece Ezhel, Olay şarkısı ile milyonlara kendini izletti. Kimsenin aklına karpuz kabuğu düşürmüş olmayayım lakin iki şarkı için “halkı isyana teşvik etmek” vb gerekçelerle soruşturma açılırsa şaşırmayacağımız kesin.
“Susamam” 14 dakika 54 saniyede ülkenin özetini anlatıyor. Onlardan biri de Canan Kaftancıoğlu’na aynı günün sonunda sosyal medya paylaşımları nedeniyle verilen 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezası. Örgüt propagandasından 1 yıl 6 ay, kamu görevlisine alenen hakaretten 1 yıl 6 ay 20 gün, Cumhurbaşkanına hakaretten 1 yıl 16 ay, Türkiye Cumhuriyeti'ni alenen aşağılamaktan 1 yıl 8 ay, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten 2 yıl 8 ay hapis cezası. 9 yıl 8 ay 20 gün… Düşünce özgürlüğü, adalet, hak gibi kavramlardan bahsetmeyeceğim. Adına “Adliye Sarayı” denilen yerden çıkan bu kararın benzerlerini daha önce de gördük. Fakat bu kararı verenlere, bu kararın verilmesine vesile olanlara, sevinenlere, neredeyse tempo tutanlara diyecek bir çift lafım var; bu çocuklar sizi izliyor. O iki şarkıyı bir gecede izleyen çocuklar. O iki şarkıyı ezber eden çocuklar adaletsizliği de ezber ediyor. Yenilen hakkı, hor görülen yoksulu, kesilen ağacı görüyor o çocuklar. Bu çocuklar hani kimseyle ilgilenmediğini düşündüğünüz, sustuğunu, susturulduğunu sandığınız ‘dinda’ ‘kindar’ yapmaya meylettiğiniz çocuklar izliyormuş. Katledilen doğadan, hapse atılan gazetecilere, polis şiddetinden, yolsuzluğa, mülteci sorunundan, adam kayırmaya, kadın cinayetlerinden, hayvan haklarına çocukların her şeyden haberi varmış. Meğer sustuklarını zannederken biriktiriyorlarmış. Meğer içe doğru çekilen nefesler, eğilen başlar, kaçırılan gözler biriktiriyormuş.
Şimdi birileri “kadına bak ya iki şarkıdan koca koca anlamlar çıkarıyor” diyecek. Ne haddime sadece yaptığınız “her şeyi gözetliyorlar” diyorum. Attığımız her tweeti, konuştuğumuz her kelimeyi izleyip dava açanları, bizi ülkeyi bölmekle suçlayanları da birileri izliyor. Ve onlar kendi deyimleriyle “façası pis ve eli temiz bir nesil” hani “kafası atınca dimdik duracak” cinsten.
Ne çok kapı yaparsanız yapın, ne çok kilit takarsanız takın, ne çok ceza, ne kadar çok gözdağı verirseniz verin birileri mutlaka çıkar. Birileri çıkıp gerçeği söyler. Bazen şarkı olur. Bazen şiir. Bazen bir film, bazen bir çığlık… Ama he mutlaka birileri çıkar. O sustuğunu, bezdiğini, usandığını sandığınız insanlardan biri çığlığı basar. Hakikat itaat etmez.