Ülkemizde her faciayı yayın yasağı sayesinde tereyağından kıl çeker gibi atlatıyoruz. Kötü haber yok, hesap vermesi istenen yok, araştırılan yok, soruşturulan yok, soran yok, sorgulayan yok. Her şey güllük ve dahi gülistanlık. Memleketimiz güzide bir sonbahardan ılık bir kışa geçiş yapıyor. (Kış sert geçecek gibi olsa onu da bir yayın şeysi ile halleriz.)
Gerekli gereksiz, ne idüğü belirsiz bilgi kirliliği ile halkımızın kafasını karıştırmaya, soru sormasına, kaygılanmasına yada kızmasına hiç gerek yok.
Filancanın yaptığı otoyol inşaatında üç işçinin hayatını kaybettiğini kimsenin duymasına gerek yok. Falanca yerdeki tren kazasını kimsenin bilmesine gerek yok.
Oradaki arızalı mühimmatın patlaması sonucu bilmem kaç askerin hayatını kaybettiğini kim öğrenip ne yapacak?
Bilmem neredeki 28 çocuğa taciz meselesini de hiç açmayalım.
25 Kasım’da şiddete karşı sokağa çıkanlara kimin şiddet uyguladığından bahsetmeye de gerek yok.
Galatasaray Lisesi’nin önünün kimlere kimler tarafından yasak edildiğinin bir önemi zaten yok.
Berikinin milyon dolarlık saatini, ötekinin önce gözaltına alınıp sonra kahraman ilan edilip sonra başka bir ülkede tutuklandıktan sonra hain ilan edildiğini unutalım gitsin.
Doğalgaza, suya, elektriğe yapılan ‘fiyat güncellemeleri’, geçmediğimiz köprülerin paraları şu üç günlük dünyada mevzu bahis edilecek şeyler değil.
14 yaşında 16 kilo gömülen çocuğun katilinin hâlâ bulunamamış olmasını da çok dert etmeyelim.
Döve döve öldürülen o genci…
Sırtından vurulanı, göçük altında kalan, boğulanı, barış diye gittiği yerde parçalara ayrılan, ölmediği için hapse atılanı…
İşsiz, parasız, çaresiz, hapis, ölü, yaralı, ihmal edilmiş, kurban verilmiş, göz ardı edilmiş, yok sayılmış, ötekileştirilmiş kimse yok.
Yakılan orman, katledilen hayvan yok.
Yoksulluktan intihar eden baba, kendini asan anne yok…
Her şey konuşabilir kimse bundan imtina etmesin. Çünkü bu ülke özgür bir ülke. O yüzden hapiste bir tane bile gazeteci yok mesela. Döviz dalgalanması, borçlanma, esnafın kepenk kapamak zorunda kalması falan gibi başka ülkelerde olan şeyler de yok. Hele Fransa’da olduğu gibi protesto hakkını kullanan insanlara şiddet uygulamak gibi zorbalıklar maazallah biz de mümkün değil.
Ama bazı şeyleri de konuşmanın, sormanın, sorgulamanın alemi yok.
O’nun AİHM kararına rağmen hâlâ neden hapiste olduğunu sormanın mesele ne manası var? Şu partinin liderinin Adalet diye o kadar yol yürümesi akıl karı mıydı? Falancanın mahkeme dosyası yokken aylardır neden hapiste olduğunu sormak ne kadar da gereksiz. Kaç firmanın battığını, kaç bin işçinin işsiz kaldığını konuşmaya şimdi ne gerek var? Gezi eylemlerinden yıllar sonra Mücella Yapıcı’yı emniyete ifadeye çağırmak varken ölen işçileri konuşmanın ne anlamı var? Ahmet Saymadi’nin doğum gününde ifadesini almak yerine Tahir Elçi için adalet istemek mantıklı mı şimdi? Can Atalay’ı sorgulamak varken “Soma’nın sorumluları ile ilgili ne yapıldı?” diye soranın niyeti bellidir arkadaş… Her şey ortada… Birileri bu ülkenin pastasının kaymağını yiyor…
Bu yazıyı buraya kadar okumaya sabreden tüm okurlara kucak dolusu sevgi ve selam. Adı malum televizyon kanallarını her açtığınızda karşılaşacağınız metinlerden size bir demo yaptım. Beğendiyseniz haber edin.
Not: Bu arada “kaymak” değil “krema”