Dünyanın 4 ay Türkiye'nin ise 20 gün önce başlayan Koronavirüs'le imtihanı devam ediyor. Soru bilmediğimiz yerden geldiği için hepimiz kaygılı, şaşkın, edilgen ve çaresiziz. Yakınlarımız ve kendimiz için endişe ediyor, başımızı yastığa "yarın ne olacak" kaygısı ile koyuyoruz.
Her akşam "Z raporu" gibi açıklanan rakamların birer insan olduğunu, bu insanların birilerinin annesi, babası, evladı, eşi, sevdiği olduğunu yani hepsinin biricik ve eşsiz olduğu ağrısını yaşıyoruz.
Her gün, "virüs konusunda uzman" birileri televizyon programlarına çıkıp saatlerce konuşuyor. Bu kadar çok virüs uzmanın olduğu bir ülkede neden bu virüse çare bulunmadı hâlâ anlamış değilim.
Ünlü isimler "evde kal" çağrıları yapmaya devam ediyor. Sayelerinde lebi-derya salonlar, yerlere kadar uzanan avizeler, adını söylemeye dilimizin dönmediği "eşortman" markaları ve devasa havuzlar görüyoruz.
Piknik alanlarında, deniz kenarlarında yürümek yasaklandı fakat şantiyelerde, fabrikalarda çalışmak serbest. Belli ki şantiyede piknik yapsak yasaklanacak. Metro, otobüs, vapur gibi vs toplu taşıma araçlarına binen insanlar virüsün insafına kalmış şekilde işlerine gidiyor. Televizyonlardaki uzmanlardan öğrendiğimiz kadarıyla poşetten bile virüs bulaşıyor ama dip dibe çalışmaktan bulaşmıyor olmalı ki hükümet hâlâ buna ilişkin bir engelleme getirmiş değil.
Evden çalışmaları mümkün olduğu halde insafsız patronlar nedeniyle her gün işe gitmek zorunda olanlar var. Yani bir yandan da Koronavirüs'ün insanların içindeki kötülükten daha tehlikeli olmadığına tanıklık ediyoruz.
Bütün bunlar olurken Cumhurbaşkanı telekonferans yoluyla yaptığı kabine toplantısından sonra (fabrika işçiliği ucuz olduğu için yan yana çalışabilir lakin bakanlık pahallı yan yana olmaz) Türkiye'nin ne kadar güçlü, ne kadar büyük, ne kadar haşmetli bir ülke olduğuna dair uzun uzun konuştu. Virüse karşı "hamdolsun", diğer ülkelere göre oldukça iyi durumda olduğumuzu söyledi. "Hamdolsun" tedbirlerimizi almıştık, "hamdolsun" temel gıdaları ürettiğimiz için bir sıkıntımız yoktu. Ve sonra "Mili Dayanışma Kampanyası" başlattıklarını duyurdu. Kendisi de 7 aylık maaşını bağışlamıştı ve bazı bakanlar da. İnsanın maaşından gayri ailesini ve kendisini geçindirecek bir gelir kaynağının olması muazzam bir şey. Lakin bir elin verdiğini öteki elin görmemesi ilkesine ne oldu onu tam bilmiyoruz.
Erdoğan açıklamayı yaptıktan sonra tv kanallarına katılan uzmanlar bu kampanyanın ne kadar önemli olduğunu konuşmaya başladılar ki o saat devlet ekonomisi konusunda da uzman olduklarını anlamış olduk. Öte yandan bu kampanyanın hatta hükümetin Koronavirüs ile mücadelesinin bir başarısızlık örneği olduğunu iddia eden bir kesim de var. Hükümetin şimdiye kadar çalışması başarılı mı değil mi bilmiyoruz. Bunun için fazla beklememiz gerekmeyecek. Ya hükümetin başarısını göreceğiz ya da Zeki Müren pek çoğumuzu görecek. Umudum; biz başarıyı görelim.
Bağış kampanyası için "devlet para istemez" deniliyor. Bunu diyenlerden birinin Ahmet Davutoğlu olması elbette içler acısı. Devlet para ister mi, istemez mi pek bilmiyorum. Çünkü bu büyüklükteki bir salgına daha önce tanıklık etmedim. Bana kalırsa isteyebilir. Fakat bunu niye istediğini açıklaması lazım gelir.
Devlet, mahallenin bıçkın fakat bir baltaya sap olamamış delikanlısı gibi bir dünya palavra sıkıp arkasından da "50 lira versene" dememeli. Bir önceki yazımda holding patronlarının, fabrikatörlerin, milyon dolarlık futbolcuların, deryaya karışmış evlerinden fotoğraflar atan hali vakti yerinde sanatçıların elindekilerin binde birini halihazırda çalışmak zorunda olanlarla paylaşmalarını önermiştim. Hâlâ aynı yerdeyim. Buna hali vakti yerinde politikacıları da ekliyorum. Kampanyaya Milli Dayanışma adını vermeden önce sürekli teşvik ettiği, ihale verdiği sermayeye "pamuk eller cebe" denmesi daha iyi olmaz mıydı?
Devlet İBAN numarası verebilir, bağış isteyebilir ama bugüne kadar verilen vergilerin, toplanan fonların nereye harcandığının bilgisini de vermelidir. Mesela niye üç kuruş için küçük esnafın yakasına yapışırken milyonluk vergi borçlarını affettiğini açıklamalıdır. Virüsle mücadele kapsamında neye ne kadar harcandığını bilmeye hakkımız var. Kaynak yok ise bu kaynağın neden, nasıl bittiğini öğrenmeye de öyle.
Geçtiğimiz yıl ekonomiden anlayan insanların feryat ettiği bir gelişme yaşanmış, Merkez Bankası'nın olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere kenara ayırdığı "ihtiyat akçesi"nden 21 milyar Hazine'ye aktarılmıştı. "İhtiyat akçesi" Merkez Bankası'nın kanun gereği olağanüstü durumlarda kullanılmak üzere kenara ayırdığı rezervler anlamına geliyordu. Yani bir nevi kefen parası. Mesela o kefen parasına ne oldu?
Madem çok güçlü durumdaysak, kaynaklarımız var ise niye yüz binler hâlâ çalışmak zorunda? Bu kaynakların yoksullara aktarılacağı neden açıklanmıyor? Biz vatandaşımızı aç açıkta bırakmayız demekle vatandaşın faturası veya kirası ödenmiyor. Vatandaşa düşkün muamelesi yapmış oluyorsunuz. Vatandaşın açıkta kalmayacağını bilerek yaşaması buna güvenmesi daha sağlıklı değil mi?
Evet Türkiye çok güzel bir ülke. Kimse bunun aksini iddia etmiyor. Bir İngiliz için de muhtemelen kendi ülkesi kadar güzel ve eşiz bir yer yoktur. Fakat bu virüsü milliyet ya da dua ile yenemeyeceğimiz de aşikar. Her gün artan vaka sayıları sela veya korkutmakla bu işin üstesinden gelemeyeceğimizi gösteriyor. Bu virüsün üstesinden muhalefetin iktidara yüklenmesi, iktidarın muhalefeti kötülemesiyle de gelemeyeceğiz. Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri tarafından toplanan yardımların İçişleri Bakanlığı talimatıyla durdurulmasıyla da. Uygulamaları eleştiren insanlara gözdağı verilmesi, gözaltına alınmasıyla da Koronavirüs ülkeyi terk etmeyecek. Ancak bilirsek, her şey şeffaf ve birlikte yürütülürse en az hasarla atlatacağız. Üstenci olmak yerine yan yana olarak. "Biz yaparız" yerine "birlikte yapalım" diyerek, saklamak yerine açıklayarak, korkutmak yerine güven vererek... Dayanışma böyle zamanlarda hepimizi olduğundan güçlü kılar ve şimdi bizim dayanışmaya ihtiyacımız var. Halk devletin "büyük", "güçlü", "muktedir" olduğunu değil yanında olduğunu gördüğünde, işbirliği yaptığına tanıklık ettiğinde güven duyar. Ve işte o zaman İBAN numarasını kimin verdiğine takılmaz.
Bilmediğimiz şeyden korkarız, panik yaparız, güvende hissetmeyiz. Bağışlamak için bilmek zorundayız. Halimiz nicedir bize anlatın ki; elimizi hep birlikte taşın altına koyalım.