26 Mart 2022

Aydın Abi'ye mektup

Bu dünyadan Aydın Engin geçti. Dolu dolu 82 yıl yaşadı ama asla "moruk" olmadı. O Oya'sını ve yaptığı işi çok sevdi biz de onu… Bu dünyadan Aydın Engin geçti… İyi ki…

Yanından ayrılalı birkaç saat oluyor.

Yüzlerce insanı başına topladın ve gıkın çıkmadı. Bence böyle bir şey senin olduğun yerde daha önce hiç olmamıştı.

Herkes birbirine sarıldı da sana sarılamadı. Bence böyle bir şey daha önce hiç olmamıştı.

Kazık kadar kadınları ve erkekleri sıraya dizip çocuk gibi zırıl zırıl ağlattın. Ve kimseye "bana bakın silin o yaşlarınızı" demedin. Bence böyle bir şey daha önce hiç olmamıştı.

Herkes gidebilirdi, herkes ölebilirdi ama sen gidemezdin. 

Senin soluğun kesilmezdi. Senin sesin tükenmezdi. Senin gülümsemen eksilmezdi. Senin şakan bitmezdi. Sen ölmezdin be abi. Niye yaptın ki bunu? Ne gerek vardı ki şimdi?

2012 sonlarıydı, bir yazı yazıp T24'e gönderdim belki kullanırlar diye. Yazı çıktı. Birkaç gün sonra da İMC TV'de Mercek Altı'na konuk olman için seni aradım. "Bana bak senin soyadın Alp mi?" diye sordun. "Evet abi" dedim. "O yazıyı sen mi yazdın?" dedin. "Ben yazdım abi" dedim. "Aferin kız, bundan sonra hep yaz. Oya da çok beğendi" dedin. İnsanların yazdıklarınızı beğenmesi elbette çok güzeldi. Ama hayranı olduğun, diline tutulduğun insanların beğenmesi şahaneydi. Utançtan ve sevinçten kıpkırmızı olmuştum. Sen beğendiğin yazımdan sonra arayıp "her aferin" dediğinde hep aynı şeyleri yaşadım. Hep kızardım hep sevindim belki biraz da şımardım.

Uzun zaman yazmadığım vakitlerden biriydi. Cümleleri birbiriyle buluşturamıyor bir yandan da yazsam ne olacak diyordum. "Bir konuştuğun adama bir de aynada kendine bak" demiştin en son. Şimdi ben mızıldanmalarıma "bana bak" ile başlayan tatlı sert fırçaların olmadan ne halt edeceğim.

Şimdi okusan bu yazıyı beğenmeyeceğini adım gibi biliyorum. Hayatımda ilk kez sana çok kızgınım ve bunun ne büyük bir şımarıklık olduğunu da biliyorum. Ama canım acıyor. Herkes biterdi, herkes tükenirdi ama sen tükenmezdin be abi… Herkes susardı ama sen susmazdın. Senin enerjin tükenmez, senin tatlı telaşın sonlanmaz, senin umudun asla yerin dibine girmezdi. Bugün orada çiçeklerin içinde bıraktığımızın sen olduğuna beni sen bile inandıramazsın.

Sen her şeyi yaşarsın. Bir şafak vakti gözaltına alınırsın da mahkeme salonlarında gene gülümsersin sen. Sen hastalanırsın, belinin ağrısından yürümekte zorlanırsın ama gene de bir Tırmık atarsın. Sen yine çalışır, yine her yere yetişirsin. Her duyuruda senin adın olur, her kampanyada senin imzan. 

Mahkeme koridorları, hapishaneler, gazeteler, stüdyolar, tiyatro sahneleri seni tanır. Memlekette acı çekmiş, hakkı yenmiş, emeği sömürülmüş herkes seni az çok bilir. Sen onları bilirsin. Sen onları yazarsın. Yedisinden yetmişine bu ülkenin insanları için telaşlanır, kederlenir ama en çok umutlanırsın. Ama toprağın iki metre altı seni bilmez be abim… NE İŞİN VAR ORADA?

Her şeyi yazabileceğimi düşünürdüm de sana veda mektubu yazacağımı düşünmezdim. Ve yazmıyorum. Bu bir veda değil zaten. Sana veda falan etmiyorum. Çünkü sana veda edilmez. Senin yokluğunda yaşamak başka türlü öğrenilir. Öğreneceğiz. Kıza kıza. Ağlaya zırlaya…

Hadi daha fazla kızdırmadan senin hoşuna gidecek birkaç cümle ile bitireyim: Bu dünyadan Aydın Engin geçti. Dolu dolu 82 yıl yaşadı ama asla "moruk" olmadı. O Oya'sını ve yaptığı işi çok sevdi biz de onu… 

Bu dünyadan Aydın Engin geçti… İyi ki…

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Tekli koltuk

Hanımlar, beyler! O koltuklardan kalkıp aramıza katılın. Katılın ki neler söylediğimizi, neler yaşadığımızı, ne istediğimizi, neyi savunduğumuzu ve ne yapabileceğimizi görüp duyun. Tartışın, konuşun, birlikte karar verin yani çoğalın. Çünkü birlik olmak tek olmaktan büyüktür. Ne kadar rahat olursa olsun, tekli koltuk kanepeden hep küçüktür

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

"
"