Her ölüm erkendir. İster 90 ister 60 ister 40 yaşında olsun. Mezuniyeti görülecek torunlar vardır mesela. Gidilecek yerler vardır, kurulacak sofralar. Yaslanılacak omuzlar vardır, kucaklaşılacak dostlar. Muhabbetler vardır edilecek, dertler vardır dinlenecek.
Kaç yaşında olursa olsun kimse sevdiklerini kaybetmek istemez. Onun yokluğunda yaşamak, onun yokluğunda yürümek istemez. Kaç yaşında olursanız olun babanız için küçük kızısınızdır mesela. Annenizin gözünde bir türlü büyümeyen bebek… Ablanızın gözünde hep küçük kardeş… Zaman onlar için dursun istersiniz. Doksan yaşını deviren babam bir gün soluksuz kalacak diye ödüm kopuyor mesela. Annem yutkunmayı unutursa diye içim çekiliyor. Ablamın ciğerleri sağlam değil diye hep tetikteyim. Abim Covid olduğunda yüreğime taş oturmuştu. Sevdiğim insanlardan biri "halsizim" dediğinde kaygılar beynimi kemiriyor.
Sevdiklerimizin yaşı kemale erip eceli gelip öldüğünde bile bizim için erkendir. Hele ki genç ise… Hele ki ölüm onun için uzak bir ihtimal ise…
Sevdiğiniz insanı kaybetmenin acısı tarif edilmez. Sevdiğiniz bir insanın acısıyla alay edilemez, küçümsenemez, yok sayılamaz.
38 yaşında bir kadın öldü. Aslı Özkısırlar… Dostlarının Pollyannası, kardeşinin biricik ablası… Günlerce yatak bekledi Aslı. Sesini sosyal medyadan duyurmaya çalıştı. Ve en sonunda nefesi kesildi…
Hastanede yatak bulamadığı için Aslı'nın öldüğü gün, Erdal Yetimova Londra'dan özel bir uçakla Türkiye'ye getirildi. Yetimova'nın tedavisinin özenle yapıldığından hiç şüphem yok. Umarım tez zamanda sağlığına kavuşur. Peki Aslı niye öldü?
Her gün birileri ölüyor. Bunda büyütülecek ne var değil mi? Çok şey var. Her gün yüzlerce insan bir takım ayrıcalıklara sahip olamadığı için ölüyor.
Bundan bir yıl önce yazdığım bir yazıda "Önce yoksullar ölecek" demiştim. Tam da "virüs hepimizi eşitleyecek" denilirken.
"Önce yoksullar ölecek. Çünkü hep öyle olur… Çünkü askere onlar gider. Çünkü sınır kapılarından geçmeyi onlar bekler. Çünkü depremde onların evi yıkılır… Çünkü göçük altında onlar kalır. Çünkü iş kazasında onların bedeni parçalanır… Ölüm ayırmaz sanılır ya çok büyük yanılgıdır… Zenginler genellikle ecelleri gelince ölür, yoksullar tesadüfen yaşar…" Çünkü hastane kapılarında onlar bekler. Çünkü onların araya koyacak ‘yüksek mevkilerde' bir tanıdıkları yoktur. Çünkü onların cüzdanlarında özel hastane masraflarını karşılayacak para yoktur. Çünkü onlar Aslı gibi hasta yatağında bile vergi ödemekle mükelleftir. Çünkü onlar evin kirasını denkleştirmeyi dert eder. Çünkü onlar işsiz kalır. Çünkü onlar geçinmek için küçücük bir tezgahtan koskoca bir hayat kurmaya çalışır…
Aynı yazıda " Hâl böyle iken yoksulların yaşaması devlete bağlıdır. Koruyucu, önleyici sağlık hizmetleri, yeterli konut, iyi beslenme sağlandığında yani adına yaşamak dediğimiz şey yoksullar için de gerçekten yaşamak olduğunda daha az virüsle savaşır ve daha uzun hayatlar yaşayabiliriz" demiştim. Bir yıl boyunca öyle olmadığını gördük. Bir türlü tedavi edilemeyen SMA hastalarında gördük. İşsiz kalan yüz binlerin çığlığında gördük. Çöpten yiyecek arayan, "açım yardım edin" diye bağıran insanlarda gördük. Çocuğunu emziremeyen, bez yerine poşet bağlayan annelerde gördük. 38 yaşında bir kadının bağıra bağıra ölmesinde gördük. Kimsenin onun sesini duymayışında gördük. Nefessiz kalışında gördük.
Sosyal medyada iki gündür Sağlık Bakanı'na bir soru soruluyor:
"Aslı neden öldü? Erdal Yetimova neden özel uçakla getirildi? İkisinin arasında vatandaş olarak ne fark var?"
"Ne hakla böyle soru sorarsınız" diyenler var. Olaya politika karıştırıldığını yazanlar, bu soruların "kirli bir oyunun parçası" olduğunu iddia edenler… "Ne hakla soruluyor" sorusunun yanıtı basit; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası.
Anayasa'nın 10 maddesinde "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" der. 56. Maddesi ise "Devlet herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlama; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler" der. Kısaca insanlar bu soruyu Anayasal haklarına dayanarak soruyor.
Politik kayırmacılık bu ülkede ne yazık ki yeni bir durum değil. Yanında ve yakının olanı, oy vereni korumak kollamak nicedir makul görülüyor. Liyakat değil sadakat geçer akçe biliyoruz.
Bir insanın bir koltuğunun olması için birilerinin yanında olmasına alıştırıldık. Bir insanın yüksek mevkide biriyle fotoğrafı var diye işlediği bir suçun göz ardı edilmesi olağan hale geldi. Bir insanın "tanıdık" var diye ihaleler almasında tuhaflık görmüyoruz.
"Benim yanımda olan yönetsin, benim yanımda olan iyi işlerde çalışsın, benim yanımda olan iyi okulda okusun, benim yanımda olan yüksek mevkide olsun diye diye benim yanımda olan nefes alabilsin"e kadar geldi iş.
Yani alışa alışa, dura dura, göz yuma yuma, susa susa en sonunda nefessiz kaldık…