06 Ekim 2018

Annen seni sormaz mı?

O kadınlar biraz da senin için orada. Annen seni sormak zorunda kalmasın diye…

Telefonun kapalı, saatlerdir sana ulaşılamıyor. Annen seni merak etmez mi?

Arkadaşlarınla maç yapmak için halı sahaya gittin. Düştün, ayak bileğin incinmiş. Hastaneye götürüyorlar.  Arkadaşlarından biri anneni aramış. Annen korkmaz mı?

“Erken gelirim” diye çıktın evden. Gece yarısı geçiyor hâlâ dönmedin. Annen endişelenmez mi? Sen gitmeden annen uyur mu?

Sabah evden çıkarken hava iyiydi. Birden karardı gökyüzü. Bir fırtına ki kıyamet. Üstünde ince bir gömlek var. Annen endişelenmez mi?

“Eve geliyorum” diye anneni aradın. Bir saatlik yol iki saat oldu yoksun. Annen seni merak etmez mi? Bir saat daha bekleyip arkadaşlarını patronunu, seni tanıyan tanıdığı herkesi tek tek arayıp seni sormaz mı?

Annen seni sormaz mı?

21 Mart 1995… Hasan Ocak işyerinden çıkmadan annesini arayıp ablasının doğum günü için erken geleceğini söyledi. Hep birlikte balık yiyeceklerdi. Emine Ocak o saatten sonra bir daha oğlunun sesini duymadı. Hasan evine hiç gidemedi, o doğum günü balığı hiç yenmedi.

Görgü tanıkları vardı. Hasan gözaltına alınmıştı. Ailesi arkadaşları 58 gün boyunca çalmadık kapı bırakmayıp Hasan’ı sordu. Emine Ocak oğlunu sordukça dayak yedi, gözaltına alındı hatta hapse atıldı. Ailesi ve arkadaşları “Hasan Ocak nerede” diye sordukça devlet “biz de yok” dedi.

26 Mart 1995’te köylüler, Beykoz’da ormanlık alanda cansız bir beden görüp jandarmaya haber verdi. Beykoz Cumhuriyet Savcılığı cenazeden kan örneği ve parmak izi aldı, fotoğraf çekti. Kimlik tespiti yapılmadı ama kemersiz pantolon, bağcıksız ayakkabı, parmaklardaki mürekkep izi gözaltı kanıtıydı. Böylece devletin “bizde yok” dediği Hasan Ocak kimsesizler Mezarlığı’na “meçhul şahıs” olarak gömüldü. Ailesi Adli Tıp Kurumu kayıtlarından Hasan Ocak’ı teşhis etti. Ölüm nedeni tel veya iple boğulmaydı. Vücudunun her yerinde işkence izleri vardı. Hasan’ın ailesinin yaptığı suç duyuruları sonuçsuz kaldı, failler asla bulunmadı.

Emine Ocak çocuklarını, eşlerini kaybeden ailelerle her hafta saat 12.00’de Galatasaray'da bir araya geldi. Defalarca gözaltına alındı, saçından sürüklenerek karakola götürüldü. Emine ana adalet istiyordu… Emine ana 23 yıl boyunca o meydanı mesken tuttu. Artık tutmayan dizlerine, yaşlanan bedenine, hastalıklarına rağmen orada olmaktan kayıpların akıbetini sormaktan vazgeçmedi. 700. Haftada iki polis koluna girip sürükleyerek 82 yaşındaki Emine Ocak’ı gözaltına aldı. Devlet oğlunun katillerini yargılamadığı Emine anaya Galatasaray Meydanı’nı yasak etti.

 “Ben oğlumun akıbetini öğrenmek istiyorum. Beni engelleyemezsiniz” diyen Hanife Yıldız’a yasak edildi o meydan. “23 yıldır babamın mezarını arıyorum. Verin mezarını gidip evimde oturacağım”  diyen Besna Tosun’a Galatasaray Lisesinin önüne gitmek yasak.  38 yıldır abisi Hayrettin Eren’i arayan İkbal Eren’e yasak… Devlettin 31 yıl sonra öldürdüğünü kabul ettiği sorumluları hala yargılamadığı Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır’a yasak. Evinin önünden beyaz bir Toros’a bindirip götürülen Ferhat Tepe’nin kardeşi Aysel Tepe’ye yasak.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) 1980-2000 arasındaki rakamlarla oluşturduğu verilere Türkiye'de 757 kişi gözaltında kayboldu. 757 evlat, eş, kardeş… Bu insanlar yer yarılıp içine girmedi. Kuş olup uçmadı, buharlaşmadı. Neredeler?

Evladınızın sesini iki gün duymasanız özlersiniz. Bir hafta yüzünü görmeseniz hasretlik çekersiniz. Bir yıl görmeseniz burnunuzda tüter. En az 800 aile evladını ne gördü, ne sesini duydu, ne de haber alabildi.

 “Onlar da… “ diye başlayan her cümle kaybedilmeleri kadar kanunsuz ve suçtur. Devlet her ne yaparlarsa yapsınlar tüm vatandaşlarının yaşam hakkını korumak zorundadır. “Neden bizim başımıza gelmiyor böyle şeyler?” diye sorulan her soru ahlaksızcadır. Senin başına gelmemesinin nedenlerinden belki de en birincisi o kayıp ailelerinin her hafta Galatasaray Meydanını mesken tutmasıdır. “Teröristler öldürülmeli” diye başlayan her cümle katildir. Her anne için evladı biriciktir ve herkes adil yargılanma hakkına sahiptir. Devlet dediğiniz mekanizma tam da bunun için vardır.

Eşine, evladına üç öğün şiddet uygulayan, yolsuzluk yapan, başkasının emeğini, ekmeğini çalan, zulmeden herkesin ne kadar, nasıl yaşama ve adil yargılanma hakkı varsa “terörörö” diye yaftaladığınız insanların da vardı. Kaybedildiler… Katilleri hâlâ dolaşıyor.  Ve ne yazıktır ki o katilleri de anneleri, eşleri merak ediyor. Geç kaldıklarında soruyor.

Her kim olursan ol annen seni sorar. Annen seni arar. Annen seni merak eder. Annen seni özler. Annen seni sever. Annen senin için ölümüne dayak yemeğe razı gelir. Annen senden vazgeçmez, vazgeçemez…

Her hafta Taksim polis panzeri ile çevik kuvvetle doluyor, sen de rahatça gezemiyorsun, ‘ o kadınlara çok sinir oluyorsun’ ya o kadınlar biraz da senin için orada. Annen seni sormak zorunda kalmasın diye… Çünkü bir gün dahi haber alamasa annen seni sorar…

Yazarın Diğer Yazıları

Makul isyandan makus tarih çıkar

Ülkenin batısında bir yerlerde bir yıkım, yangın adaletsizlik olduğunda avazı kadar çıkan sesimiz doğusunda yaşandığında içimize kaçıyorsa hak ve adalet meselesi ile ilgili derin çelişkimiz var demektir...

Sokak güzeldir

Kayboluyoruz… Küçük hesaplarımızla didişirken o büyük bir denizin ortasında kayboluyoruz. Ve bunun için bir fırtına olması da gerekmiyor. Çünkü hayat insanı fırtınadan daha şiddetli savuran bir şey

Neyi seçeceğiz?

Biz 14 Mayıs'ta kimin şampanya patlatıp, kimin namaz kılacağını seçmeyeceğiz; isteyenin şampanya patlatıp, isteyenin dua edeceği, inancı, dili, dini nedeniyle kimsenin ötekileştirilmediği bir ülkede yaşama arzusunu seçeceğiz