Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Durban şehrinde düzenlenen ve iki hafta süren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği toplantısı pazar sabahı sürpriz bir anlaşma ile sonuçlandı. Uzun süren pazarlıklar sonucu varılan bu anlaşmanın iki önemli özelliği var. Birincisi, ABD dahil tüm ülkelerin bu anlaşmanın kanuni bir bağlayıcılığı olmasını kabul etmeleri. İkincisi ise bu anlaşmanın hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin sera gazı salımlarına kısıtlama getirmesi. Taraflar 2015 yılına kadar kimin ne kadar azaltma yapacağına karar verecekler, sonrasında bu anlaşma tarafların meclislerinde kabul edilecek ve 2020 yılında uygulamaya başlanacak.
Varılan bu anlaşmanın daha önceki anlaşmaların tümüne olan iki üstünlüğü de bu iki özellikte yatıyor. Daha önce hiçbir iklim anlaşması tüm dünya ülkeleri açısından kanuni yaptırımlar içermemişti. Buna benzer kanuni yaptırımlara en fazla Kyoto Protokolü'nde yaklaşılmıştı. Ancak Kyoto Protokolü hem tüm dünya ülkelerini kapsamıyordu, hem de ABD tarafından imzalanmış olmasına rağmen Amerikan Senatosu tarafından onaylanmadığı için Amerikalılar açısından bir yaptırım içermiyordu. Amerikan Senatosu'nun kabul etmemesinin ardındaki temel gerekçe de bu anlaşmanın sadece gelişmiş ülkelere sınırlama getirmesi ve gelişmekte olan ülkelerin sera gazı salımlarını azaltmalarına yönelik bir kural koymamasıydı. Bu anlaşma taslağı Amerikalıların bu itirazlarını da karşıladığı için gelişmiş ülkelerin tamamından kabul görecek gibi görünüyor.
Peki o zaman tüm taraf devletler bunu bir başarı olarak sunarken tüm çevre örgütleri neden bir bozgun havası içerisindeler?
Bu soruya cevap verebilmek için bu anlaşmanın sağlanmasında en fazla kimlerin çıkarı olduğuna bakmalıyız.
Yeni iklim anlaşmasının en büyük çıkar sahibi Avrupa Birliği'dir çünkü bu anlaşma olsun olmasın AB ülkelerinde yaşayan kişilerin baskısıyla AB sera gazı salımlarında bir azaltmaya gitmek zorundaydı. Ancak AB bu azaltmaya kendi başına gittiği zaman diğer ülkelere göre ciddi bir ekonomik zararla karşı karşıya kalacaktı. Bu anlaşmanın varlığı AB'yi bir yanda sera gazlarının salımını azaltma yolunda karşılaşacak ekonomik sorunlar diğer yanda da kamuoyu baskısı ile uğraşmaktan kurtardı.
İkinci kazanan ABD'dir, çünkü artık dünya kamuoyu karşısında uzlaşmaz ülke görüntüsünden çıkacaktır.
Üçüncü kazananlar da Çin ve Hindistan'dır, çünkü her iki ülkenin ekonomileri dışarıya sattıkları ürün ve hizmetlere dayalıdır. Bu durumda bu ülkelerin ürünlerini satın alan gelişmiş ülke tüketicileri her geçen gün bu ürünlerin sebep olduğu sera gazı salımlarını sorgulayarak yakın gelecekte Çin ve Hindistan ekonomileri için ciddi bir sorun haline gelebilirlerdi.
Peki bizler neden üzgünüz?
• Çünkü, gerekli olan 2020 yılını beklemeden hemen kesintiye gidebilmekti. Bilimsel açıdan 2020 yılını beklemek dünyanın ortalama sıcaklığının 2oC'den fazla artacağını kabullenmek demektir. 2oC'lik bir artış psikolojik bir limit gibi görünse de aslında iklim değişikliğini durdurabilmek için konulmuş bir hedeftir, çünkü 2oC üzerine çıkan bir sıcaklık artışı geri besleme mekanizmalarının devreye girmesiyle artık durdurulmaz bir hal alacaktır.
• Çünkü bu toplantıda kesin sayılara dayalı bir anlaşmaya varılmamış olması yakın gelecekte tüm ülkelerin bir koyun pazarlığı seviyesinde sera gazlarını azaltma konusunu masaya yatırıp sonuçta kimsenin ekonomik açıdan canının yanmayacağı bir anlaşmaya varacaklarının bir göstergesidir. Her ülke kendi ekonomik çıkarlarını önde tutacağı için üzerinde anlaşılacak indirim miktarı gereken miktarın çok altında kalacaktır.
• Çünkü Amerkalıların bu anlaşmaya “evet” demiş olmaları, aslında anlaşmaya meraklı olduklarına değil, yıllar süren koyun pazarlığının onların dünyadaki konumlarını korumalarına yardımcı olacağını gördüklerine işaret eder. Yeni anlaşma üzerinde ne kadar uzun süren bir pazarlık olursa aslında bu anlaşmaya varmak istemeyen ülkelerin de hiçbir şey yapmadan devam etmek için o kadar uzun süreleri olacaktır.
Aslında sonun başlangıcı Durban'da değil, bundan iki sene önce Kopenhag Toplantısı'nda belirlendi. O toplantı sonucunda Kyoto Protokolü'nün sona ereceği 2012 yılı sonrası için tüm ülkeleri içine alan bir anlaşma imzalanabilmiş olsaydı dünyanın geleceğini kurtarmak için ciddi bir şansımız olabilirdi. Ancak esas dertleri alacakları oyları arttırmak olan politikacıların yapacakları anlaşmalarla doğa ile ilgili problemlere çare bulamayacağımız Durban'da bir kez daha yüzümüze vurulmuş oldu.