27 Kasım 2018

Yerli otomobil epilog…

Otomobil, buzdolabı veya beyaz eşya gibi üretilip satılmaz; çünkü hem düşünemeyeceğiniz kadar büyük rekabet vardır; hem de “çok kişisel” bir “varlıktır

Yerli otomobil yazılarımı ilgi çekmiş olacak ki epeyce sual geldi.

En önemlisi insanların önemli bölümünün “yerli otomobil yapılsın” diye yazması. Bir başka okur gurubu, ülkemizde bir bazı insanlar arasında popüler olan “Herkes otomobil yapıyor, biz yapmasak da olur, başka konulara yatırım yapılsın!” diye tekrar etmiş. Oysa geçen yazılarımda elimden geldiği kadar herkesin anlayabileceği şekilde rakamlar ile niçin yerli otomobil yapmalıyız diye izah etmiştim.

Türk vatandaşına, dümen suyunda gitmeye, hatta yakalamaya gayret ettiğimiz “muasır medeniyet sahibi ülke” insanlarının sahip olduğu miktar otomobil vermek istersek, 30 milyon açık var; kabaca 300 milyar dolarlık bir endüstriyel faaliyet demek. Bu bizim “pazarımız.” Oluşturmuşuz, sahibiyiz! Bundan biz bir pay almayalım mı yani?

İşin moral yanı ise bence çok daha önemli; bunu becerirsek, bana itimat edin; daha az trafik kazası olacak, teknik kafalı olmamak yüzünden kendimizi yakmamız, elimizi atağımızı kesmemiz, çöp altında kalıp can vermemiz azalacak; “gâvur icadı” “Türk icadı olacak. “Gavur yapmış azizim; biz yapamayız!” aşağılık duygumuz hafifleyecek... Tamirciniz “Karbüratöre buji kaçmış azizim, biraz masraflı olacak!!!” diyemeyecek. Öte yandan, başka endüstrilerde de bir hareketlendirme yaratacak. Buzdolabına farklı yumurtalık çizip patentini almayı bırakıp daha teknik konularda “Yerli Üretim” yapabileceğiz.

Kimi okur da suali devlete bir eleştiri aracı olarak kullanmış “Biz 50 yıldır konuşuyoruz, daha 1 tanesini bile yapmaya başlayamadık” diyor. Bir diğeri “Nereden çıktı 3 tane yerli otomobili? Hele bir tane yapalım da” demiş.

Tarihsel gerçeği bir daha hatırlatayım: Otomobil, buzdolabı veya beyaz eşya gibi üretilip satılmaz; çünkü hem düşünemeyeceğiniz kadar büyük rekabet vardır; hem de “çok kişisel” bir “varlıktır.”

200 yıla yaklaşan otomobil üretim tarihinde, irili ufaklı binlerce marka batmıştır. Gözümüzün önünde bu ülkenin otomobili Anadol ilk birkaç yıl ite kaka sattı. “İnek yiyor” dediler!!! Büyük bir yatırım olmadığı için Koç Grubu dayanabildi.

Bu dönemde bu “5 babayiğit” markası (Allah saklasın) bir batarsa, bu tarihten sonra ikinci şansımız olmaz. Onun için Güney Kore Başkanı Park’ın yaptığını yapmak gerek. Dört marka “icat etti ve destekledi;” üçü başarılı oldu. Kore’yi otomobil üretiminde onlarca endüstrileşmiş ülke arasında 5’inciliğe taşıdı.

Bu noktada bir de “yönetsel” kritik yapmak isterim. Konu sadece yerli otomobil değil; rahmetli Turgut Özal’dan buyana ülkede “serbest Pazar ekonomisi” uygulanıyor. Yani devlet ekonomik hayata karışmıyor, sadece “kamu yararına” denetleme görevi yapıyor. Bu durum Türk bürokratının çok hoşuna gitti. Türk yatırımcısı için devletin gerek günlük gerekse uzun vadeli varlığı, en kibar deyimi ile “aşılması gereken zor bir merhale” Osmanlı zamanında Fransızların muhtemelen “bu Türkler gelişemesin” diye bize kakaladığı bir sürü gereksiz “devletsel formalite.” Bu “bürokrasi” den kurtulmak için yönetim sistemini bile değiştirdik; şimdi uygulamada yani hükümet etmede “Cumhurbaşkanlığı” sistemi var. Ancak, İnsan yapısı icabı galiba şimdi de herkes yapması gerekeni Cumhurbaşkanı’na soruyor.

Benim bizzat hatırlayabildiğim yıllardan beri Türk devleti “Hayır olmaz!” “Öyle yapma böyle yap!” der durur. Şirket kurarken de para alıyor, batarsa da para alıyor. Muaffak olursan çok daha fazla alıyor. Ülkede yüksek vergi var. Ancak, vergi mükellefi verdiği paranın karşılığını alamadığını söylüyor.

Aynı yıllarda Devlet Planlama Teşkilatı, TÜBİTAK benzeri kamu kuruluşları vardı. Bunlar iyi işler de yaptılar. Ancak sonra gelen iktidarlar, “Endüstrileşme politikalarını” kendi verilerine güvenerek yapmağa çalıştılar. Ancak bugün görüyoruz ki öyle olamıyor.

Ben siyasetçi değilim Devlet yönetmeye talip de değilim, zaten beceremem; ancak neticeye baktığımız vakit, Global olarak Her türlü Endüstri yatırımında, özellikle başta, yani bilimsel olarak “Initial risk-İlk risk” döneminde; devlet desteği olmadan (sadece başarı değil) uygulama olmuyor.

Bizim devlet ise, muhtemelen dolandırılma korkusu ile destek vermiyor. (“Vereceğim” dediği desteği alabilmek için desteğe artık ihtiyaç duymadığın seviyeye gelmen lazım!!!) Bürokratımız “Hiçbir şey yapmazsan, yanlış yapmazsın!” mottosuna sarılmış, sadece hakemi oynuyor.

Bu durum, galiba yeni sistem ile “Cumhurbaşkanı yap demeden yapmazsan Yanlış yapmazsın!”a dönüşüyor. Ancak bir miktar daha bekleyip görmek gerek.

30 yıl evvel emekliliğimde meşgale olur diye Bodrum’da bir balık çiftliği kurmaya karar vermiştim. Tarım İlçe Müdürlüğü’nden izin alacaksın dediler; Başvurdum, “proje hazırla gel” dediler. Neler yapmalıyım, nasıl bir kuruluş üretken ve kârlı olur diye sordum; “Biz bilmeyiz!” dediler. Ankara’ya bakanlığa gittim, su ürünleri diye bir bölüm var; ancak yine aynı cevabı aldım; biz bilmeyiz; sen hazırlık yap, proje hazırla biz onaylayacağız! Dediler. Peki, biraz evvel “Biz anlamayız dediniz! Hangi bilgi ile projenin doğru olup olmadığını karar verip onayacaksınız” diye sorunca; Daire Başkanı biraz da kızarak “Usul böyle kardeşim!!!” dedi. Ben de “İnşallah çupralar ve levrekler sizinle aynı kanaattedir!” diyerek eski bir projeyi makyajlayarak sundum; onaylandı… Birkaç yıl sonra da devlet “meğer sizin yaptığınız iş denizi kirletiyormuş!” dedi sektörü açık denize attı. Boş kalan sahillere turizm el koydu.

Otomotivde durum balık çiftliğinden beş beter… Üstelik otomobil dünyada yeniden “elektrikli otomobil” olarak keşfediliyor. Bildiklerimi, uzun yılların tecrübelerini yıllardır devletimize aktarmağa gayret ettim; kendime muhatap bulamadım. Bu iktidarın sanayi bakanlarının tümü ile görüştüm. Hepsi değerli insanlar. Kendilerinden beklenen dünyanın 17’nci büyük ekonomisinin endüstri politikasını yapmaları. Endüstri demek zaten “uzun vade” demektir. Ancak geriye dönüp baktığımız vakit bu konuda herhangi bir uygulama, gelişme göremiyoruz. Sebebi sadece sanayi bakanlarının temelde “siyasetçi” olmaları ve otomotiv hakkında bilgi sahibi olmamaları değil; temel olarak bürokratın da yeterli bilgiye sahip olmaması. Görüştüğüm müsteşar ve genel müdürlerde de farklı bir durum yoktu.

Sadece sanayi bakanlığı veya otomotiv değil, diğer sektörlerdeki yatırımcı dostlarım da ayni teşhiste bulunuyorlar. Bunun bugünkü ya da dünkü iktidar ile de alakası yok. “Liberal ekonomi uygulaması” ile birlikte mesleki konular devlet memurları için iyice “flulaştı.” Yaptıkları işlere buzlu camın arkasından bakıyorlar; özellikle global olarak neyin nasıl yapıldığı hakkında bilgileri yok. Böyle bir durumda iken hem siyasetçiyi, hem yatırımcıyı yönlendirmeye çalışıyorlar. Daha doğrusu yönlendiriyormuş “gibi” yapıyorlar.

Peki “Muasır medeniyet” bu konuda ne yapıyor? Hani tarihte bize bürokrasiyi öğretenler filan?

Bu sualin cevabı aslında yaşanmakta; önce aksaklığı tek fikir ile tanımlamamız gerek; problem “kararsızlık veya geç ya da yanlış karar.” O zaman “karar alma mekanizmalarımız” yanlış veya yok. Girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği’nin bu tip konularda (yani mesela ülkede yerli otomobil yapalım mı veya nasıl yapalım, kim yapsın?” gibi.) “Karar alma mekanizması” temel bir kural ile çalışır. Bu sistem de tabii olarak bu yazının konusu olamaz, çünkü bu yazdığım bir rapor değil; köşe yazısı. Muhatabım da “gazete okuyucusu” onun için sayfalarca “nasıl” diye yazamam. Ancak ilkeyi yazayım belki bir işe yarar; “Karar; hakkında karar verilenler ile beraber alınırsa uygulanabilir…”

Bu “yerli otomobil” seri yazısı sonunda geçen sürede ve gelen reaksiyonlardan anladım ki, bir takım romantiklerin dışında yerli otomobil yapılmasını bir tek ben ve Sn. Cumhurbaşkanı istiyor…

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu'na mektup

Dünyanın hiçbir organizasyonu aynı şahıs tarafından 22 yıl yönetilmez. Her türlü yönetim bilimi ve etik uygulamasına karşıdır. Aile şirketlerinde bile yeni nesil yönetime gelir. Sen niye 22 yıldır oradasın?

Kükreyen fare Selçuk Pehlivanoğlu

Benim ve benim gibi birinci nesil Atatürkçü olan Türklerin, Yusuf Tekin'i anlaması ve muhatap alması olası değil... Ancak, bizi kolejli Selçuk ilgilendiriyor. Onu yeni tıraş olmuş, Fransız kravatları ile sarayda eğitim politikası geliştirirken görmek istemiyoruz

Pehlivanoğlu, Nasuh Mahruki, elektronik seçim…

İktidar elektronik seçime geçmek için vereceği parayı emekliye (bana!!!) versin. Millet var olan sistemi beğeniyor. Bir de parmak boyası getirilirse daha memnun olacağız. Lütfen icat çıkarmayın…

"
"