11 Kasım 2022

Tuhafiye | TOGG ve Suat Yiğit diye bir adam…

Bu olay otomobil tanıtımından çok "iktidar partisi tanıtımı" ve seçime yönelik gibi görünüyor

Bu hafta TUHAFİYE haftası. Aslında siz okuyucularıma TOGG yazmam lazım. Çünkü iki haftadır, 1 Kasım'daki TOGG lansmanından beri Türkiye TOGG ile yatıyor, TOGG ile kalkıyor. Gazetelerde TOGG var, TV'lerde TOGG var. Anlayan anlamayan TOGG konuşuyor; bakın ben de ne kadar çok TOGG yazmışım!

Otomotivde geçirdiğim yarım asırdan fazla sürede, kaç "otomobil lansmanı" gördüğümü unuttum. Dünyanın hemen her otomobil üreten ülkesinde fabrika da ya da distribütör otomobil fuarlarında "lansman" yapar ve yeni model tanıtılır.

Bu manada TOGG'un yeni model değil tamamen yeni bir marka olduğu için farklı bir lansman yapması çok doğal. Ancak söylendiği gibi eğer bu en üst seviye segmentteki otomobil "dünya"ya satmak için üretiliyor ise, lansman niye Gemlik'te yapıldı acaba. Global pazar çapında "yeni marka" lansmanları mümkün olduğu kadar, büyük pazarlara yakın "media coverage-medya kapsamı" alınabilinecek merkezlerde yapılır. Paris, Newyork, Tokyo vs gibi...

Bu olay otomobil tanıtımından çok "iktidar partisi tanıtımı" ve seçime yönelik gibi görünüyor.

Kimi yazar (ben dahil) bu yerli filan değil diyor; kimisi de "yerli ve milli; gurur kaynağımız" diyor.

Toplantı organizasyonunu yapan şirket beni (ülkenin en eski otomobil yazarını) davet etmedi. Sizlere "tahmin" yerine sahici ve doğru bir şeyler yazmalıyım.

Gözlerim ile görmem gerektiği için TOGG Basın Sorumlusu eski dostum Hakan Özenen ile konuştum. "Seni özel olarak davet edeceğim" dedi. Ben de sizlere doğruları yazmak için şimdi davet bekliyorum.

Yeri gelmişken; benim anlayışıma göre "köşe yazarı - columnist" denilen insanlar konularında daha çok "olması gerekeni" yazarlar, kimseyi "işini yaptığı için" alkışlamazlar; hatta kritik ederler. Eğer şaşırtıcı derecede iyi ve eşsiz bir şey yapılmışsa başka. O zaman alkışlamak gerekir. En azından ben öyleyim.

Neyse, sevgili okur; bu can sıkıcı konudan uzaklaşalım; size çok iç açıcı bir şeyler anlatacağım.

1968 yılında Uganda/Kenya'da yapılan CocaCola 500 isimli bir Ralli'ye üstelik yanımda co-pilot olarak efsanevi Kenyalı Beyaz yarışçı Johnny Boyes oturmuştu.

Ondan Ralli sporunda çok şey öğrendim.

Aynı yıl Türkiye'nin ilk Rallisi "Trakya Rallysi" bu sporun babası Ali Sipahi tarafından organize edilmiş; kadim dostlarım (rahmetli) Renç Koçibey ve Demir Bükey kazanmıştı.

Ben Doğu Afrika'da, her türlü yol ve hava şartında rahmetli dostum Cengiz Saner ile Anadol testi yapıyorduk.

Test başarı ile 7 ayda bitti. Ülkeye tek parça halinde tekerleklerimizin üzerinde döndüm ve heves ile o dönemde yaşadığım Ankara'da ülkenin ilk "otomobil sporu klübünü" kurmağa başladım.

İnsanlar söylediklerime şüphe ile bakıyordu; "Otomobilin sporu mu olurmuş?", "Otomobilin içine boru mu kaynatacakmışız?", "Toprak yolda hızlı mı gidecekmişiz?", "Buzun üstünde niye kayarak viraj dönülür ki?"

O dönemlerde "otomobil sahibi" olmak çok ciddi bir şeydi. Dünya kadar para, ama müthiş bir prestij… Benim için ise prestij önemli değil; spor yapmak istiyorum. Ralli Antrenmanı yaptığımız Beypazarında'da Belediye Başkanı bir defada bana "Raalleyi kazanınca kaç para veriyorlar? Arabaları hep kırdın!" diye sormuştu. Ben de "Para yok. Kupa kazanıyoruz!" deyince "Sizde hiç akıl yok!" demişti.

O gün Ankara ve İstanbul'da bir avuç meraklı ile başladığımız bu spor (ama eğri ama doğru!) ülkede Formula 1 pisti kurmağa kadar gitti. Avrupa şampiyonlukları, Dünya Milli Takım Şampiyonaları kazandık.

Okurlarım bilir ben otomobil ve deniz, severim, bilirim ve yazarım.

Aradan seneler rüzgar gibi geçti. Şimdilerde bol bol TV seyrediyorum! Eski bir adam olduğum için bu medya işini "zaman içinde!" öğreniyorum. YouTube diye bir internet kanalı var. Tube; Batı dillerinde TV'ye takılan "isim" You da sen demek. Yani "Senin televizyonun. Programları sen yap; ben yayınlarım" manasına; YouTube'da bu programları yapanlara da YouTuber deniliyor.

Ülkemizde yüzlerce "YouTuber" varmış meğer. Kimi yemek pişiriyor, kimi otomobil test ediyor, kimi alet tamiri, aklınıza ne gelirse.

Bunlar arasında bir de "balıkçılar" var. Hepsi müthiş kendilerinden büyük balıklar tutuyorlar. Klasik balıkçı değiller. YouTubeR bunlar. Yaptıkları balıkçılık TV programı için.

Tüm "balıkçıları" keyif ile izliyorum. Ancak aralarında farklı biri var: Suat Yiğit. Bu genç adamı kendime çok benzetiyorum. Çünkü ülkemizdeki diğer "balıkçı YouTuber'lara" kısa zaman içinde farklı bir şey öğretti. Balıkçı jargonunda "Catch and release" deniyor. Yani "tut ve bırak!" bu genç adam yeteri büyüklükte olmayan (yani daha büyüyebilir olan) balıkları tutuyor, resim ve film çekiyor ve geri salıveriyor.

Ülkemizde de yaygınlaşan "balık avı müsabakalarında" Suat sayesinde "yakala bırak" şampiyonaları önem kazanmış

Şimdi düşünün binlerce lira edecek balıklar yakalıyor geri bırakıyor. Geçen gazete yazıyordu, Suat Yiğit'in yakalamakta usta olduğı Orkinosların en büyük olanları Tokyo balık pazarın da 1 milyon TL'ye satılıyormuş.

Suat'ın beraber balığa çıktığı dostları ona çaktırmadan balıkları tutup yemeğe çalışıyorlar…

Bizim 1960'ların Beypazarı Belediye Başkanı duysa idi adamcağız hepten dehşete kapılırdı herhalde.  

Suat, sadece balıkçı da değil, tam bir deniz adamı. Bütün tahsilini deniz vasıtaları elektroniği üzerine yapmış. Şirket kurmuş, imalat yapıyor. İthal edilen bir sürü aleti yerli üretiyor. Yenilikler yapıyor. Çok dalgalı havalarda dahi süratle balık "meralarına" gidebilecek tekneler tasarlıyor. Dünyada kim ne balık avlıyor diye oralara gidiyor. Tekne kiralıyor. Balık avlıyor. Global dostluklar ediniyor.

Ben medyaya yazı yazmağa başladığımdan beri "Deniz Bakanlığı" sayıklarım.

Düşünün dakika başı "üç tarafı denizler ile çevrili ülkemiz" diyip dururuz.

Balıkçılığı Tarım Bakanlığına bağlamışız. Bir ara veteriner genel müdürü balık yerine "deniz hayvanı!" derdi.

Dünyanın en verimli ve enteresan iç denizi Marmara sadece bize ait. Başarı ile öldürdük; şimdilerde sıra Ege ve Akdeniz'e geliyor.

İstanbulda trafikte oturmak yerine denizi daha iyi kullanmak Ekrem İmamoğlu'nun aklına geldi.  

Bizim coğrafi konumumuzda olup da denizle bu kadar minimal ilişkisi olan bir başka ülke yok.

Seçim geliyor. Hangi siyasetçe "Ben Deniz Bakanlığı" kuracağım derse benim oyum ona…

Bakan isterseniz alın size aslan gibi bir Deniz Bakanı: Suat Yiğit.  

Seyredin YouTube'da. Programın adı "SUAT YİĞİT İLE BALIK AVI" Hak vereceksiniz.

Yazarın Diğer Yazıları

Eğitim, eğitilmesi gerekenler…

Hakikaten Atatürk Türkiye’sinin sonunda değiştireceklerini sanıyorlar... Böyle bir gücü kendilerinde vehmediyorlar... Aptallık bile değil bu…

Türkiye Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu'na mektup

Dünyanın hiçbir organizasyonu aynı şahıs tarafından 22 yıl yönetilmez. Her türlü yönetim bilimi ve etik uygulamasına karşıdır. Aile şirketlerinde bile yeni nesil yönetime gelir. Sen niye 22 yıldır oradasın?

Kükreyen fare Selçuk Pehlivanoğlu

Benim ve benim gibi birinci nesil Atatürkçü olan Türklerin, Yusuf Tekin'i anlaması ve muhatap alması olası değil... Ancak, bizi kolejli Selçuk ilgilendiriyor. Onu yeni tıraş olmuş, Fransız kravatları ile sarayda eğitim politikası geliştirirken görmek istemiyoruz

"
"