Sevgili okur, ülke çok önemli bir seçime gidiyor. Bu çerçevede ben izninizle, daha az otomotiv, daha çok “tuhafiye” yazacağım.
Sağ ve sol terimlerinin “devlet ekonomi politikasında” kullanılışı Fransız Devrimi ile başlamıştır.
İhtilalden sonra var olan “Halk Meclisi” Kral 16. Louis’ten bir “Ulusal Meclis” kurmasını ve yeni anayasa hazırlaması istedi.
Farklı düşüncedeki üyelerden oluşan ilk meclis toplantı salonunda, bunlar arasında birlikte oturma eğilimi oluştu.
Ulusal Meclis üyelerinden krallığı ve eski yönetim sistemini ve Katolik Kilisesi'ni destekleyenler (bir nevi bizim hilafet yanlıları gibi) meclis başkanının (kralın) sağına, devrimciler, destekçileri ve yeni bir yönetim sistemi isteyenler ise soluna oturdular.
Bir milletvekili, Baron de Gaulle, "Birbirimizi tanımaya başladık; dine sadık olanlar ve kral, karşı kamptaki bağırışlardan, yeminlerden ve ahlaksızlıklardan kaçınmak için salonun sağında pozisyon aldılar" dedi.
Ulusal Meclis 1791'de tamamen yeni üyelerden oluşan bir Yasama Meclisi ile değiştirildi. Kral, vatana ihanetten giyotine yollandı. "Yenilikçiler" solda, "ılımlılar" merkezde toplanırken, "anayasanın vicdanlı savunucuları" kendilerini eski rejimin savunucularının daha önce toplandığı sağda otururken buldular.
Neticede dünya “devlet yönetimi” jargonunda sağcılık, solculuk diye tanımlar bilinir oldu. Bizde de daha sonra Ecevit ile birlikte “ortanın solu” kavramı gelişti.
Dünyadaki tüm ülkelerde bugün sağcılık ve solculuk daha çok ekonomi politikaları farklılığına işaret eder. Temel fark sermaye ve sahip olunmada bulunur. Yani üretimin sahibi kim olacaktır?
Patron kim, devlet mi, özel sektör mü?
İlk TBMM’de sağcı solcu pek yoktu. Daha çok padişah ve eski statükoyu devam ettirmek isteyenler (geleneksel olarak bunlara sağcı denilebilir) ile başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere “Cumhuriyeti ve vatandaşları” olabilecek en yüksek seviyeye getirmek isteyen insanları vardı. Bunları düşünce olarak “solcu” idiler, yani onlar için “vatandaş gelişmesi ve kalkınması” geliyordu. Öyle ya asırlardır Osmanlı, Anadolu insanını asker olarak kullanmış; üstelik parasını almıştı. Şimdi artık iş tersine dönmeli idi..
Bunu gerçekleştirmek için bilim ve akıl kullanıldı; sermaye yok, borç var; işçi yok, mühendis yok, o yok bu yok… Tam tersi birde dini yönetim hevesleri için kullanan bir cahil ruhban sınıfının takoz koyması, yenilik istememesi, yabancı devlet hayranları vs. var. Düşünün üstünüzde Fenerbahçe forması ile derbi maçına çıkmışsınız; ama Galatasaray’ın daha iyi takım olduğunu düşünüyorsunuz!
Bütün bu problemleri çözen, başta Atatürk kurucu kadrolar, bir din imparatorluğundan düzgün bir dünya devleti çıkardılar.
Atatürk, özellikle “hükümeti denetleme” açısından çok partili parlamenter rejimin faydasına inanıyordu.
Yönetimdeki CHP’nin kurucusu olmasına rağmen, kendisi 1930’da yeni ve farklı “bir liberal parti” kurdurdu (Serbest Cumhuriyet Fırkası) fakat maksat yerine gelmedi. Parti kısa bir süre sonra bazı tatsız olaylar sonucu kapandı. Türk siyasetçileri bu olayı en küçük detayına kadar bilmez. Muhtemelen duymayan bile vardır. Ancak, başta siyaset (devlet yönetimi) hayali olan herkesin, tüm yönleri ile “iç mihraklar, dış mihraklar;” bu olayı ders çalışır gibi çalışmalılar.
O güne kadar ülkede 1923'te Atatürk’ün temel kurallarını koyduğu “İzmir İktisat Kongresi” kararları uygulanıyordu.
Sözünü ettiğim siyasilerin kaçı acaba bu kongrenin en ince detayına kadar bilir? Her dakikasını ezberlememeliler.
Bunlar şöylece özetlenebilir.
- Hammaddesi yurt içinde bulunan sanayi kurulmalı
- Fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmeli.
- Devlet yeni yatırım görüş ve bilgileri olan organ olmalı.
- Özel sektörün kuramadığı devletle birlikte ele alınmalı.
- Özel teşebbüse kredi için bir Devlet Bankası kurulmalı.
- Dış rekabet karşısında sanayinin toplu ve bütün olmalı.
- Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalı.
- Sanayi ve ticaret teşvik ve milli bankalar kurulmalı.
- Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
Amele değil, işçi denmeli. Sendikal hak tanınmalıdır.
Sektörüm (otomotiv) için yarım asırdır tüm çalışmalarımda kendime şiar edindiğim Atatürk’ün, 29 Ekim 1933. 10 Yıl Nutku'nda gösterdiği yol "Milletimizi en geniş, refah vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız" sözü olmuştur.
1950 Demokrat Parti ile birlikte tam anlamı ile “sağcılar” direksiyona geldiler. O gündür arada küçük “teneffüsler” ya da “solcu sağcıların (ne demekse o!) varlığı sayesinde vatandaşa da bir miktar rahatlama sağlandı.
Ne kadar kolay yazıyorum değil mi sayın okuyucu, kolaycacık tenkit ediyorum. Çünkü bahsi geçen yılları ben bire bir yaşadım; yaşıyorum.
Bugün Cumhuriyetimizin geçirdiği 100 yıllık tecrübeyi kullanmayan bir yönetime sahibiz.
Ben başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere hiç kimsenin “iyi niyetinden” şüphe etmiyorum. Ancak başta “iktisaden serbest pazarcı” olduklarını deklare ettiler. "Yani “sağcı” bu zatlar. Yeterince bilgili değiller."
Çok temel bir düşüncemi aktarayım. Kişi başına milli geliri 10 bin dolar civarında olup, her sektörde dış ticaret açığı veren, farklı (turizm vs.) gelirleri bu açığı kapatmağa yetmeyen ülkede serbest pazar ekonomisi uygulanamaz. Bir daha yazayım:
Kişi başına milli geliri 10 bin dolar civarında olup, her sektörde dış ticaret açığı veren, farklı (turizm vs) gelirleri bu açığı kapatmağa yetmeyen ülkede serbest pazar ekonomisi uygulanamaz.
Bu oyun kişi başına 40- 50 bin dolarlık ülkelere has bir oyun. O noktaya varmak için devlet adamının bilgili olması gerek. Matematik öğretmeninden Sanayi Bakanı, pilottan Tarım Bakanı yaparsan olmaz.
Soğan tüccarı soğanını en iyi pazar şartını bulduğu an satmak için uğraşır. Kimse karışamaz. Bunu tüm tüketim mallarına uygulayın. Serbest pazarın ruhudur bu. İstemeyen almasın!
Peki ne alacak o zaman? Soğansız kuru fasulye mi yapacak?
Türkiye’de ev fiyatları ikiye katlandı. Niye? Alabilen, isteyen var da ondan; yani talep fazlası var. Hangi açlık sınırı 3 misli artmıştı? Demek ki birilerinin karın doyurma parası, başka birilerine gidip ev satın alma parası oluyor!
Türkiye (tüm dünya gibi) hem endüstri hem tarım maliyetini ABD Doları ile yapar. Her yıl daha az dolar kazandığınız için TL fiyatlarınız artar. Kime artar? Sade suya vatandaş için artar. Bunları maaşını arttırırsan, bu defa üretim maliyetin artar mal satamazsın; daha beter fiyatlar artar. O zaman maaşı arttırmazsın, ya da azcık arttırırsın zaten iki ayda ayni yere gelir; yine ev alamaz!
Atam, 'millet refahı'ndan bahsediyor. Sen 'savunma sanayimiz dünya çapında oldu' diyorsun.
Yani vatandaş aç kalsın ama 'benim çok iyi yerli ve milli füzelerim olsun'; veya 'milyonluk yerli ve milli otomobil yapayım; ev alabilen onu da alsın' diyorsun. İşte sağcılık-solculuk böyle bir şey.
Enflasyonu faiz arttırmaz; dolar paritesi arttırır. Bunun bir tek çıkış noktası var; 1923 İzmir İktisat Kongresi çalışacaksın, uygulayacaksın.
Yazayım da hep beraber gülelim:
Dünyanın en güçlü ülkesi olmasına çeyrek kalmış olan Çin yönetimi Atatürk’ün solcu karma ekonomi politikası ile bugünlere gelmiş. Biz kimin ekonomi politikası ile bugünlere geldik?