Sn. Cumhurbaşkanımız, sık sık televizyonda bas ile bariton karışımı bir ses ile; (Epeyce detone ama olsun; ne de olsa Sn. Cumhurbaşkanı ses sanatçısı değil, ekonomist...) NEREEDEEN NEREYEEE diye bir şarkı söylüyor; dinlemeye bayılıyorum. Çok sempatik.
Bende şarkıya uygun olarak hakikaten “nereden nereye” gelmiş Türkiye diye biraz araştırma yaptım.
Bu konuda sanal medyada hakikaten epey bilgi var. Bunları okuyan bir insan AKP’ye asla oy vermez. Çünkü bu kadar uzun ve tek başına iktidar olmuş bir partinin kendisine oy veren büyük kitlelerin hayatına hiçbir şey katmadığını, hatta nasıl kararttığını sayısal olarak görüyorsunuz.
Bunun sebebi tamamen “kişisel vasıf”tır.
AKP’nin tüm kurucuları muhakkak saygıdeğer insanlardır.
Türk Devleti'ni kuran yöneticiler, Başta Atatürk, koca bir imparatorluğu hiç kardeş kanı dökülmeden Medeni ve Aydınlanmış bir Cumhuriyete döndürebilmişlerse; sizin bu insan gurubunu yönetebilmek için “saygıdeğerlik” dışında vasıflara sahip olmanız gerekir.
Devlet adamı olmak, şöyle ya da böyle seçim kazanmak ile olmuyor. Arkanızda önce çağdaş bilgi, sonrada bunu doğrulayan “müktesebat” (edinç) olması gerekiyor.
Avrupa’nın en önemli ve devrimci Ülkelerinden olan Fransa’nın düşünürleri, 200 yıla yakın “aydınlanma” gayreti gösterdi. Başta Kilisenin Devlet işlerine karışmamasını sağlamaya çalıştılar.
Devletin “Bilgi”, Dinin ise “İnanç” doğrultusunda hareket ettiğini anlamaları ve anlatmaları gerekti.
Bir ihtilal ile tam bu noktaya vardıklarını düşündükleri anda, Fransa bu defa Avrupa tarihinde “Jakobenizm” denilen bir cahil güruhunun elinde kaldı ve değerli insanlarını giyotine yolladı.
Büyük Atatürk ve arkadaşları bize bu dramları yaşatmadılar. Hepsi tam tabiri ile “Deve Dişi” gibi insanlardı ve bir Vatan kurarak, halklarını saygıdeğer bir Cumhuriyette Demokrasi içinde yaşayan müreffeh bireyler yapmaya çalıştılar. Başarılı da oldular.
Bugünleri hazırlayan siyaset ise 1950’den sonra gelişti.
O Günün Yöneticileri, etki altında kaldılar; Rotayı değiştirdiler. Çok partili hayata “Kapitalizm/serbest Pazar vs” yakışırdı. Sistem kapitalist idi ama “Kapital” yoktu! “Olacak o kadar! Batıdan borç alırız dendi!!”
Harplerin ve muzaffer güçlerin de büyük etkisi oldu. Ülke insanı her şeye rağmen ciddi ilerlemeler kaydetti. Devlet, Vatandaşlarına ölçülü de olsa keyifle yaşama, istikbalini hayal edebilme olanağı verdi.
Ancak 2002 yılına gelindiğinde şimdiye kadar olandan çok farklı bir insan gurubu Yönetimi ele aldı. Vatandaş ve benim gibi kendini “vatansever Aydın” olarak görmeye çalışanlar ümitlendi. Söylenenler pek güzel, çizilen resim müthişti.
AKP Başkanı, aynı zamanda İstanbul Belediye Başkanı olan zat bir çay simit hesabı yapıyor ve Yönetimin asgari ücret ile vatandaşı bir çay-simit’e mahkum ettiğini söylüyor ve “Bunların peşinden nasıl gideceksiniz!!” diye çok kuvvetli bir argüman geliştiriyordu.
"Bu zalim yönetim bir bardak çayla bir simidi bu aziz millete layık görmüyor" demişti.
2002 yılında AKP, Bülent Ecevit’in sağlığının da bozulması ile yapılan seçimi de kazanarak Hükümet oldular.
İlk 10 yılın sonunda yavaş yavaş Milletten Ümmete dönüşme çalışmaları ile artık “Millet” geri plana atılmış, “Türkiye” ön plana çıkmıştı.
İşte o tarihten bugüne kadar “NEREDEN NEREYE” gelmişiz temel olgulara bir bakalım. Mustafa Balbay özetlemiş;
10 Haziran 2001 10 Haziran 2024
Ecevit hükümeti Erdoğan hükümeti
Dolar 1.13 TL Dolar 32.22 TL
Benzin 1.24 TL Benzin 41.21 TL
Motorin 0.77 TL Motorin 40.61 TL
Çeyrek altın 32 TL Çeyrek altın 4175 TL
Ekmek 20 Kuruş Ekmek 10 TL
Et 8.20 TL Et 720 TL
Bu rakamlara bakınca, Çay-Simit misalini bizzat iktidar tarafından defalarca negatif yönce geliştiği görülüyor.
İş sadece numerik ölçüde değiş. Vatandaşın Günlük hayatına ne gibi katkıda bulunulmuş diye bakarsak, koca bir sıfır görüyoruz. Hatta bazı konularda negatif bile denilebilir.
Türk köylüsü yüzyıllardır “anız” yakar. Yani farkında olmadan Toprağı öldürür. Topraktaki Karbon (C) ve Azot ( N) dengesi yok olur. Kısaca Doğal ekosistem yok olur ya da azalır, verim düşer. Üstüne üstlük, Orman yangınlarının en önemli sebepleri arasındadır anız yakmak. Şu anda, her sene tekrarladığı gibi Çanakkale ormanları anız yüzünden yanmaya devam ediyor.
22 yılda Köylüye zahmet edip bunu anlatamadınız mı?
Bu Ülkeyi kuranlar, vatandaşları 22 yıldan çok daha kısa sürede, teba olmanın cahilliğinden medeni bir Batı medeniyeti insanına dönüştürdü. En azından yolunu açtı.
22 yıldır sizin elinizi tutan neydi beyler?
Pandemi ve evden çalışma, tuhaf bir şekilde (Özel) Türk Denizciliğini nerede ise bir yılda zirveye çıkardı. Her isteyene dandik bir imtihan yapıp, Deniz Ehliyeti dağıttılar. Bodrum Limanı (Mesela) Yeni tenezzüh teknelerine ha babam “BAĞLAMA KÜTÜĞÜ RUHSATNAMESİ” veriyor. Ancak, küçük bir problem var; Tekneleri bağlayacak yer yok!! Ya tekne parası kadar parayı HER AY marinalara vereceksin, ya da sslen senin olan denize “park” edersen, cezayı yersin..
“Ne yapacağız bu tekneyi peki şimdi kardeşim!” diye sorarsan; cevap yok…
30 Yıldır bu sütunlarda, “Otomobil Endüstrisi” kurmamız gerek; “bir otomobili tasarlayıp mühendisliğini yapıp üretebilmemiz gerek” deyip duruyorum.
Karşılık olarak, Önce bir İsveç otomobili sonrada bir İtalyan otomobili “İŞTE SİZE YERLİ VE MİLLİ OTOMOBİL!” diye dünya para ödeyip önümüze koydular.
Milli Savunma Sanayimiz ve ürünlerinin ne ve nasıl olduğunu öğrenmek istiyorsanız TV’de Yılmaz Özdil’i dinleyin. Gülmekten gözünüzden yaş gelir…
Şimdi Gelelim Maârif-i Umûmiye Nezâreti’nin çıkardığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatına. (Sayın Maarif Nazırı Yusuf Efendi Arapçayı ve Osmanlıyı çok sevdiği için, böyle hitap ediyorum.)
Çok kısaca, bu işten anlayanlar “bu yeni “müfredatın” bilimi geriletirken, Dini öne çıkartmağa gayret ettiğini söylüyorlar.
Yani, Biz Suudi Araplar mayolu kızlar ile Güzellik müsabakası yapıp, Dünyaya “Bakın biz medenileştik!” demeye çalışırken, bizimkiler, 300 yıl kadar geri gitmeye çalışıyor.
Yusuf Tekin Efendi kardeşim; Bak yaklaşık 8 yıl evvel bir TV programında Osmanlının son şehzadesi, Abdülhamid’in torunu Ertuğrul Osman, kısaca ne diyor; “OSMANLIYI DİN EĞİTİMİ YIKTI!” Sizin gibilerin arzusu gerçekleşse idi, bu zat sizin Padişah olacaktı. Senden hangi müfredatı isteyecekti acaba?
Sen 10 yıl bu müfredat üstüne çalışmışsın!
İlk Türk Kavimlerinde (Hunlar, Sakalar, Köktürkler, Uygurlar) eğitim 4000 yıldan önce başladı. O zaman İslamiyet, Müslümanlık filan da yoktu.
M.S. 4-11. yüzyıl arası kültürel, siyasi ve iklimsel sebepler ile Batı’ya göç başladı, sonunda Anadolu topraklarına varıldı ve İlk Anadolu-Türk devleti Selçuklular 1031’de, Doğu Roma-Bizans toprakları üzerinde kuruldu.
1299’da Bilecik-Söğüt’teki Osman Bey’in “Osmanlı Devleti”ni kurması ile küçük torunu 2. Mehmet sadece 150 yıl sonra “Constantinopolis”i resmen alıyor ve Roma İmparatorluğu tarih sayfasından siliniyordu.
Türkler, Bütün bu asırlar boyunca kadim medeniyetlerin kültürünü birleştiren çeşitli “eğitim kurumları kurdular.” Kimisinin iyi kimisinin kötü olduğunu tecrübe ettiler.
Sonuncusu da Büyük Atatürk’ün kurduğu T.C.'nin bütün bu 4000 yıllık maceranın sonucu olarak kurulan MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI'NDA birleşti ve bir “PLANLANMIŞ EĞİTİM İÇERİĞİ” oluştu.
100 Yıldır, T.C. kendi insanına her türlü bilgiyi aktarmış, kimi dünya çapında Doktor, kimi bilim adamı olmuş, kimi Oskar almış..
Şimdi sen, Yusuf Tekin Efendi 10 yıl çalışıp, 4000 yıldan süzülüp gelen bir “müfredatı” değiştirmeye çalışıyorsun.
Hadi canım sen de!!!
Bu işte beni en çok ilgilendiren, ATATÜRK’ün kurduğu Türk Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanlı’nın tavrı.
Ben farkında değilim, TCCB EĞİTİM VE ÖĞRETİM POLİTİKALARI KURULU üyesi olmuş. İnşallah bir bildiği vardır.
Biz, TED Ankara Kolejliler, okulda her konuyu dürüst, doğru ve açık şekilde tartışmayı öğrendik. Önümüzdeki günlerde konuyu araştırıp yazacağım...