19 Ocak 2024

Kızıl Goncalar gereklidir

“Kızıl Goncalar dizisi RTÜK tarihinde rekor olan 36 bin şikâyet aldı. Sebep budur”  

Konulara girmeden önce, siz sevgili okurlara özel bir şey yazmak isterim. Bana sık sık e-posta yolluyorsunuz. Çok memnun oluyorum. Ancak, bazen kitap, sergi, konser tanıtımlar ve konum (Ben bir endüstri yazarıyım) ile ilgili olmayan, (mesela bir ülkeden deporte edilmiş insanların dramı gibi) mektuplar alıyorum; bunlar için bir şey yapamıyorum, üzülüyorum.

Bana lütfen sadece yazılarım -bazen hayati önem verdiğim siyasi konuları da yazıyorum- ve endüstri konusunda yazı yollayınız. Lütfen devam edin, cevaplamaya çalışıyorum. Bazen biraz kabaca tenkit de ediyorsunuz. Ayrıca bazen yazım hataları da yapıyorum; yaşıma veriniz...

Geçen yazımda RTÜK ile Kızıl Goncalar’a verilen ceza konusunu yazmıştım. RTÜK’e başvurmuş ancak istenilen sürede bilgi alamadığım için düşüncemi yazamamıştım.

Çünkü yaşadığımız günlerde büyük bir cesaret ile “dinî” bir konuyu ele alıp inceleyebilen bu TV dizisi favorim oldu. Toplumun belirli bir kısmı için faydalı olabileceğine inanıyorum.

Hele hele bir profesörün “MS, Allah’ın verdiği cezadır” demesi, adliye binasında birilerinin “şeriat bayrağı” ile “Şeriat isteriz” diye bağırdığı, Milli Eğitim Bakanı’nın tarikatları STK zannettiği günümüzde, tüm halkımıza hayatî fayda getirebilir.

Nasıl olsa “RTÜK’ten cevap gelmez” demeye kalmadı; Basın Sorumlusu Sayın Ertan Ömeroğlu’ndan bir mesaj geldi. Şöyle diyor:

“Kızıl Goncalar dizisi RTÜK tarihinde rekor olan 36 bin şikâyet aldı. Sebep budur.”  

Daha sonra telefonda görüştüğümüzde kendisine teşekkür edip kutladım. Çünkü Sayın Ömeroğlu şimdiye kadar bir devlet dairesinde hiç rastlamadığım bir davranış ile geri aramış ve samimiyet ile sorduğum suallere (verebildiği nispette) cevap vermişti.

Kızıl Goncalar

Durum şu imiş:

RTÜK’te tüm TV yayınlarını (gerektiği kadar) izleyen 50 civarında uzman varmış. FOX TV’yi izlemekte olan uzman (Kim bilmiyoruz; söylenmiyor) 36 bin şikâyet üzerine diziyi inceliyor ve raporunu yazıyor. Rapor, 6112 sayılı Kanun’un 8 maddesi F bendine göre diziyi “kanuna aykırı” sayıyor.

Uzman, raporda AB ülkelerinde de buna benzer yasaklar bulunduğuna işaret etmiş.

6112 sayılı RTÜK Kanunu’nun ilgili fıkrası aynen şöyle diyor:

“f) Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.”

Yani karşımızda yine bir “çelik jant, alüminyum jant” problemi var. Her yerde karşımıza çıkan “terminoloji” canavarı...

Bizim milli ve manevi değerlerimiz nedir? Bu konuda çeşitli göstergeler var:

Destici namında bir kişi var; arkasında bir miktarda taraftarı olan bir siyasi partinin üstelik genel başkanı.

Bu adama göre “Allah-u teâla bu dünyayı insanlar için yaratmış.” Buradan hareketle köpekleri öldürmeliyiz!.. İdam cezasının geri gelmesini de istiyor. Bu zat, İmam Hatip mezunu ama felsefe tarihi üzerine yüksek lisans yapmış! Güreşçi ve futbolcu. Ancak buralarda pek başarılı olamamış anlaşılan...

Geçenlerde verdiği bir demeçte; ülkedeki 25 siyasi partiyi “terörist” ilan etti. Partiler savcılığa vermişler. Anlaşılan çok zeki bir kimse de değil.  Bakalım ne olacak…

Destici adlı vatandaşın “milli ve manevi değerleri” bu çerçevede. 

Öte yandan kimisinin “TBMM’deki teröristler” olarak suçladığı DEM Partisi Eş Genel Başkanı Hatimoğulları, “Gelin güvenlik zirveleri yerine asıl güvenliğin teminatı olan barış zirvelerini hep beraber örgütleyelim” diyor.

Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan, “Kadın ile erkek eşit değildir” diyor.

İktidardaki AKP Genel Başkanı, önce söylediğinden sonra epey farklı başka şey söylüyor.

Yani gerek genel kültür gerek dünya ile kurulan ilişki bakımından halkımızın her sosyal seviyesinde nerede ise birkaç yüzyıllık görüş; yani milli ve manevi değer farkları var.                

Sosyal demokrat partiye, sosyal desteğe ihtiyacı olanlar oy vermiyor; acından ölecek, gidip kapitalist partiye oy veriyor.   

Peki bütün bu curcuna içinde konuya birazcık da olsa “bilimsel” açıdan yaklaşıp “Toplumun millî ve manevî değerleri nedir acaba?” diye sorarsak; karşımıza kurucumuz olan Mustafa Kemal Atatürk başkanlığındaki TBMM’nin koyduğu değerler gelir. Gelmek mecburiyetindedir; başka bir parametremiz yok.

Yepyeni bir devlet kurmuşsunuz ve bu devletin vatandaşı olanlar için, beraber yaşamanın temelini teşkil edecek bazı sosyal, ekonomik, idari vs. kurallar koymuşsunuz. Bunlar oylanmış, kabul görmüş. Öte yandan, “taraf olmanız istenen” yöresel adetler, dini ve benzer inançlar var; buralarda da bir “milli davranış”tan söz etmek olası değil.

İnsanların 10 binlerce yıl önce mağaralarda, kuytularda beraber yaşamaya başladıkları günden günümüze “yöneten ve yönetilenler” arasında ve doğrudan vatandaşlar arasındaki ilişkiler için kurallar konmağa gayret edilmiş. 

Tarihte Hammurabi kanunları, Roma Hukuku, Medine Anlaşması falan da var ancak bunlar tam “anayasa” tarifine uymuyor. “Karşılıklı görev” kavramı pek yok.

Bunların doküman haline getirilmiş, ilki Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) olan, 1215 yılında İngiltere Kralı 1. John ve yöresel yöneticiler (vatandaşlar) arasında imzalanmış bir belgedir.                                                                                            

Kralın yetkileri kısıtlanmış, yöresel yöneticilere (arazi sahipleri, derebeyler, lordlar vs) dolayısı ile halklara bazı haklar tanımış.

Magna Carta, tüm dünyada insanlığın anayasal düzene ulaşana kadar yaşanılan tarihsel sürecin ilk yazılı basamağıdır. Böylece beraber yaşamanın ilk kuralları, "Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke yasalarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, yasa dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır" ifadesi ile imza altına alınmıştır.

Kızıl Goncalar

Tarihsel gelişmede aslında bu dokümanın dini liderin (Papa 3. İnnocentus) yetkilerinin kısıtlanması için yapıldığı biliniyor. Bu olay neticesinde İngiltere Kralı ve Papa arasında savaş çıkmış, Kral savaşı kaybetmiş ancak, Magna Karta önemini kaybetmemiş, uygulanmaya devam etmiştir.

İlk defa insan hakları genel hatlarıyla belirlenmiş ve “insan devlet için değil,  devlet insan içindir” ilkesi hayata geçmiştir.

Bundan sonra, tek adam rejimlerinin (krallıklar, imparatorluklar, sultanlıklar) zayıflamaları ile 18. yüzyıldan itibaren (1791 Polonya ile başlamak üzere) Avrupa’da anayasalar yapılmaya başlanmış, 2. Dünya Harbi sonrası, kurulan çeşitli federasyonlar ve milli devletler ile ise yaklaşık bugünkü halini almıştır.

Burada dikkat çekilmesi gereken; ilk yazılı devlet anayasasının Avrupa’da değil, 1787’de ABD'de yazılmış olmasıdır.  

ABD’liler “Biz, Birleşik Devletler halkı, daha mükemmel bir birlik yaratmak, adaleti sağlamak, ülke içinde huzuru güvence altına almak, ortak savunmayı gerçekleştirmek, genel refahı artırmak ve özgürlüğün nimetlerini kendimize ve gelecek kuşaklara sağlamak için bu Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nı takdir ve tesis ediyoruz” demişlerdir.

Bizim anayasamız, 1920’den başlayarak 1950’ye kadar, yaşayarak öğrenilen çeşitli değişikler ile temel ilkeleri koruyarak günümüze kadar gelmiştir

Ciddi tek fark yönetim uygulaması sisteminde yapılmış, 2017’de vatandaşların nerede ise yarısının kabul, yarısının reddettiği anayasa ile “Tek Adam Yönetimi” denilebilecek rejime geçilmiştir.

1924 Anayasası ile 1921 tarihli Teşkîlât-ı Esâsiye Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Atatürk ilkeleri de denilen altı ilkenin eklenmesi, devletin dininin İslam olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve laik devletin değişmez kurallardan biri olarak eklenmesi, kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi birkaç önemli değişiklikle 1961'e dek yürürlükte kalmış, 1960 ihtilali neticesi yeni bir anayasa hazırlanarak 1961'de kabul edilmiştir.

Bizim devletimiz neticede bir büyük imparatorluktan tevarüs ettiğimiz topraklarda yaşayan insanlardan oluşmuştur. Orta Asya’dan gelen Türkler ile Doğu Roma ve Bizans denilen ülkede yaşayan insanların çoğunlukta olduğunu düşündüğümüz bir halkımız var. Yani herkesi kapsayan bir “milli ve manevi değerler” bizim için geçerli olamaz.

Eğer çoğunluk derseniz, karşınıza “demokrasi” dikilir. Hani “azınlığın haklarının çoğunluğa karşı korunduğu” rejim.  

O zaman milli ve manevi sözcüğü önemini kaybediyor. Kendimden misal vereyim, yukarıda yazdığım kişi ve fikirlerin hiçbirini benimsemiyorum. Ben milliyet ve maneviyatı olmayan biri miyim? Hayır, bence ötekiler farklı. Asıl milli ve maneviyat sahibi TC vatandaşı benim... Kim karar verecek? Doğrusu nedir? Neden?

İşte RTÜK denilen teşkilat, bana benim milli ve manevi değerlerimin ne olduğunu dayatıyor.

9 tane siyasetçi (RTÜK Üst Kurulu; 4 AKP’li, 2 CHP’li, 1 DEM’li, 1 MHP’li, 1 İYİ Partili) benim verdiğim maaş ile geçinip, benim ne seyredip ne seyretmeyeceğime karar veriyor.

Ortada yazılı bir tarif, bir parametre var mı? Yok... 36 bin tane şikâyet dilekçesi var.

Peki bu diziyi 1. hafta seyreden 2 milyon 514 bin 548 kişi, 2. hafta seyreden 3 milyon 350 bin 821 milli ve maneviyat sahibi Türk vatandaşını nereye koyacaksınız?

Saygıdeğer RTÜK Üst Kurul üyeleri,

Yapacağınız ilk işle, “TBMM’ye yeni bir kanun yap, biz siyasetçiyiz, ülkeyi temsil edemeyiz” deyip istifa ediniz.

Yeni bir kurulun tarafsız, insanlardan ve sadece medeni dünyadaki RTÜKlerde olduğu gibi “evrensel ve global” değerlere bağlı olması gerektiğini söyleyiniz.

(Mesela AB veya ABD’de halka açık TV’lerde porno gösteremezsiniz. Veya bir kişiye alenen küfür edemezsiniz. RTÜK uzmanı bu kurallardan bahsediyor olmalı.)

Bende ne seyredeceğime kendim karar vereyim. Ben bir vergi mükellefiyim...

 

 

       

  

 

Yazarın Diğer Yazıları

T.C.’nin beka sorunu - 2

Beka, TDK’ya göre kısaca “kalıcılık”  yani konmuş olan kuralların devamı, değiştirilmemesi ya da  kaldırılmaması demek. Bundan sonra, tamamen “mantık olarak” bekanın değişip değişmediğini, partilere veya kişilere atıfta bulunmadan ve hiç kritik etmeden “beka sorunun” nereden geldiğine bir analiz yapalım

T.C.’nin beka sorunu

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti, zaten insanlarda var olan ve yukarıda sayılan bir çok filozof ve düşüncenin ışığı üstüne çağdaş Batı’nın hürriyet ve demokrasi anlayışlarını da katarak, dünyanın ilk laik, kadin eşit, demokrat devletini kurmuştur

Gündem, CHP, global kurumlar

AKP’nin iktidardan gitmesi, tuhaf anayasamızın tekrar Kopenhag kriterlerine uygun hale getirilmesi, ayrıca sivil toplum örgütlerinin tekrar tarif edilmesi ve devlet yönetiminden tamamen kurtarılması gibi olmaz ise olmaz bazı yönetim detayların uygulanmaya koyması ile ülkemiz tekrar Atatürk Türkiye’si normlarına dönmüş olacak ve AB ye katılacaktır

"
"