Özür; sayın okurlarımdan gecikmiş bu yazı için özür dilerim. Yazıyı aslında 2 Nisan’da, belediye seçimlerinden sonra bitirmiştim. Fakat daha sonra, özellikle İstanbul için -itirazlar filan- bir sonuç alalım da öyle yollayayım dedim; belki değişiklik yapmak gerekebilirdi. Ancak hâlâ bir “kesin netice” olmadığı için öylece yolluyorum.
Başlık bir film adı. “Bir Yıldız Doğuyor” çok klasik bir konu ve müzikli olduğu için birden çok defa çevrildi. Ben üçünü izledim. İlki 1937 de çevrilen ve Frederich March’ın başrol oynadığı film; ikincisi zamanın en önemli yıldızını, Judy Garland’ı sundu. Ancak, daha sonraki (1970’ler) versiyonunda Barbara Streisend öyle bir “esas kız” yarattı ki bence hepsinden daha etkili oldu.
Bir Yıldız Doğuyor, klasik bir “usta-çırak” ilişkisi; tabi olarak işin içine bir de aşk karıştırılmış. “Usta”, “çırak’ın” “usta” olması için gayret gösterir; ancak sonunda “çırak” ustayı geçecektir.
Ekrem İmamoğlu-Kemal Kılıçdaroğlu ilişkisini –aşk hariç- genel çizgileri ile bu filme benzettim.
İşin siyasi tarafı yazılarımı ilgilendirmiyor; ancak sayın İmamoğlu da hakikaten kalpleri kazanan bir siyasetçi. Kemal Kılıçdaroğlu da CHP başkanı seçildiği vakit ayni yumuşak Gandi vâri tavrı göstermişti..
2002 yılında sayın Erdoğan’a gösterilen teveccüh bugün ona gösteriliyor. O gece öyle bir laf etti ki; bunu yazmam gerek dedim; öte yandan hakikaten bu sözü sadece bir “Yıldız” söyleyebilirdi.
TV’lere çıkıp; “Ben iyi istatistik bilirim arkadaşlar, rahat olun biz bu seçimi kazandık!” dedi. Bu çok önemli bir söz...
Şimdi bunun bilimle, endüstri ile otomobil ile ne alakası var diyeceksiniz; anlatayım:
Bu söz, bilimin mugalataya (mantık yanıltmacası) her zaman galip geleceğinin ifadesi ve çok doğru.
Kimine göre ise istatistik yalana kılıf bulma sanatıdır. Oysa
istatistik ciddi bir bilimdir; iktisadi olgular, matematiksel olarak incelenir ancak; yılların getirdiği tecrübeler ve kişisel görüşler de sonuç değerlendirmesinde ihmal edilemez.
Günümüzde bilgisayar teknolojisinin gelişmesi ile çok kolay kullanılır hale de gelmiştir.
Ancak, yine bütün diğer bilim denebilecek konularda olduğu gibi bu “sihirli rakamların” ne dediğini anlamak, “tercüme etmek için” için de muhakkak bir de “tecrübe” gerekir.
Öte yandan endüstriyel üretimde sadece istatistik ile karar verilebilecek konular olduğu gibi, hiç uymayanlar da var; yeni bir otomobilin piyasada tutup tutmayacağı gibi. Her türlü istatistik size tasarladığınız otomobilin “tutacağını” söylese dahi; insanın “değişkenli” yapısı, hesapta öncelik verilmesi gereken temel faktördür.
Bir “yeni” buzdolabı için böyle bir problem yoktur. İstatistik bilimi size o pazarda hangi ölçülerde, hangi renkte (beyaz temizlik ifadesi olduğu için çok genel olarak buzdolabı –hatta bulaşık çamaşır vs. vs. makinesi- için kullanılır) olacağını söyler. Size de “iyi tanıtım” ile üretiminizi pazarlamak kalır.
Tekstilde yıllık modalar “örtünme-ısınma” ihtiyacının nerede ise önünde gider. Silah sanayiinde ise jeopolitik ve tarihsel durumunuzu dikkate alacaksınız.
“Binek Otomobil” hiç bunlara benzer bir şey değil.
Otomobil tarihinde büyük ümitlerle yapılmış, yapanların çok büyük beğenisini kazanmış; ancak hiç satamamış, batı tabiri ile “limon” denilmiş otomobiller var. Burada “marka” çok önemli değil. Çok satan bir “marka” öyle bir otomobil yapıyor ki; nerede ise hiç satmıyor. Bu tip “limon”lara en iyi örnek FORD’un EDSEL’i. Edsel; Henry Ford’un erken kaybettiği oğlunun adı. Ford planlayıcıları General Motors’un Cadillac ile Buick arasına girebilecek bir “prestij” otomobili yapmayı tasarlıyorlar. Çalışmalar 1947 de başlıyor; o dönemlerde markalar sadece birkaç tip otomobil yapıyorlar.
Yani kasa aynı, sadece tek kapı, 4 kapı, tenteli ve station tipleri var. 52 FORD tek bir çizim. Ancak General Motors FORD gibi “bir otomobil fabrikası” değil, çeşitli markaları bünyesinde satın alarak toplamış bir “Holding” Yani GM diye bir “otomobil markası” yok. Ancak belki Chevrolet bir istisna olabilir; ama O da Amerika da ün yapmış bir İsviçreli otomobil yarışçısının adı.
GM; Buick’i satın alarak başladı. Sonra da diğer markalar geldi
İşte Ford bu iki “prestij” otomobiline rakip bir otomobil çıkartmak için tam 10 yıl 250 milyon dolar harcayarak EDSEL’i geliştirdi. Otomobile de patronun oğlunun adı veriliyor. Yani iddia büyük. EDSEL, Mercury (Ford markası) gibi ayrı bir “marka” olacaktı; özel bir fabrika yapıldı. Yılda 400.000 otomobil üretecekti. İlk Edsel 1957 sonunda satışa çıktı. 1958 ve 59’da toplam 100.000 civarında sattı; 1960 ise 3000 civarında sattı ve aslında Amerika pazarında bir manası olmayan “EDSEL” markası tarihin derinliklerinde kayboldu.
Her pazarın kendine göre özellikleri vardır. Türkiye dünyanın gelişmekte olan önemli pazarlarından biri.
Şimdi bizim “yerli otomobili” yapacak insanlar ciddi baskı altında. Üstelik aralarında otomobilden anlayan da yok. Çok iyi yöneticiler var; ancak otomobilciliğin “farklı” olduğunun farkında değiller. İstatistik yaptırıyorlarmış; çok iyi de yeterli değil... Bir de küçük bir detay daha var. Yatırımı özel sektör yapıyor; yani yatırımcı 5 iş insanı para kazanacak…
Sistemin başına getirilmiş kişi sektörde yükselmekte olan parlak bir yönetici. Ancak “otomobilci” değil. Çok önemli bir “otomobil parçacısı” yan sanayici. Tayini şuna benziyor; “Madem sen dünyanın en iyi bistrülerini yapan fabrikalardan birinin başındasın; sana ihtiyacımız var; hadi şu hastanın beyin ameliyatını da yap!”
Üstelik, kimi devlet ricalinden kimi piyasadan (ben dahil!) her kafadan bir ses çıkıyor. Bir yandan da dolar olmuş 6 lira; faiz ise yüzde 30’a dayanmış. Yap bakalım beyin ameliyatını…
Dünyanın en gelişmiş markalarından biri olan FORD Edsel macerasında otomobilin dış görünüşünü tasarlamış olan Roy Brown Jr., Edsel (2013 de 96 yaşında öldü. Hayatı boyunca da EDSEL kullandı.) Ben “müthiş bir otomobil çizdim; satışına karışmam onu yöneticilere sorun” demişti.
O zaman çıkan dedikodular, EDSEL’in yanlış zamanda yanlış söylemler ile yanlış pazar segmentine satılmaya çalışıldığı için “çuvalladığını” söylediler.
İnşallah bizim otomobil böyle olmayacak…