02 Eylül 2024

 30 Ağustos 1922 Zafer Bayramı

Çeşitli vilayetlerimizde 4 yıla yakın süren işgalin kaldırılmasında ve tüm dünyaya Türk Milletinin bu defa bir “ümmet” değil, “millet” olarak; milletler ailesinin laik bir üyesi kabul edilerek katılması ile sonuçlanan bu sürenin her saniyesinde Atatürk vardır

Bu tarihi olay, büyük Atatürk’ün 19 mayıs 1919’da 10 yıllarca harpler ve işgaller ile darmaduman edilmiş Anadolu’nun Samsun şehrine çıkıp, kongreler neticesinde, 23 Nisan 1920'de “Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'nce işgaline direniş göstermek üzere” kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından başkumandan ilan edilmesi ile, 2 yılda, Osmanlı ordusu dışında, yepyeni bir Milli Anadolu-Türk Ordusu kurup, donatıp, eğitip, İngiliz destekli Yunan ordusunu Kütahya'ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922'de yenmesini anlatır.

Yani, adından da anlaşılacağı gibi; 30 Ağustos Zafer Bayramı, muzaffer olan Türk ordusu ve Başkumandanı Mustafa Kemal Paşa’nın dehasının eseridir. TBMM tarafından vazifelendirilen Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen yönetildiği için Başkumandanlık Meydan Muharebesi olarak da anılır.

Genelde, nerede ise tüm Batı dünyasına karşı verdiğimiz “İstiklal Savaşı’nın” dahili ve harici her platformda kesin bir Türk zaferiyle sonuçlanmasını sağlamıştır.

Kurtuluş Savaşı’nın son evresi 26 Ağustos 1922’de Afyonkarahisar – Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de Türk ordusunun İzmir’e girmesiyle sonuçlanmıştır.

Çeşitli vilayetlerimizde 4 yıla yakın süren işgalin kaldırılmasında ve tüm dünyaya Türk Milletinin bu defa bir “ümmet” değil, “millet” olarak; milletler ailesinin laik bir üyesi kabul edilerek katılması ile sonuçlanan bu sürenin her saniyesinde Atatürk vardır.

TBMM orduları, bu zaferleri şehitler şehit, gaziler gazi oldu diye kazanmadı.

Bu tarihlerden önce 1800’lerden 1922’ye kadar, Osmanlı orduları, imparatorluk Anadolu ortasında kalan bir avuç ülke parçasına düşene kadar 6 milyon kilometre kare toprak kaybetti. Bu esnada da yüzbinlerce şehit ve gazi verdi ama hiçbir muharebeden de kazanarak çıkamadı.

Bir Osmanlı Generali olan, daha sonra da TBMM Başkanı ve Türk Orduları Başkumandanı olan Mustafa Kemal Paşa ise bir karış toprak kaybetmedi.

Yani, tarihin yanılmaz ışığında bakarsak, Zafer Bayramı doğrudan ve kişisel olarak Türk milletine Mustafa Kemal Paşa’nın hediyesidir.

Bu duygular ile benim ve 3 nesil Atatürkçü olan kızımın 30 Ağustos’tan neler anlamamız gerektiğini yazacaktım.

Dedem Miralay Mehmet Halit, Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûndan, (İstanbul Teknik Üniversitesi) 1900’de Topçu Üst teğmeni olarak mezun oldu.

Trablusgarp’tan, Mısır’a, Çanakkale’den İzmir’e kadar, nerede ise tüm ömrü boyunca harp etti. Sağ elinin baş parmağı yoktu; Çanakkale’de topa sıkışıp koptuğunu babaannemden öğrenmiştim. Kendisi “Dolama çıktı!” derdi.

Annemin Babası Mehmet Kaptan, Bosna’dan Karamürsel’e gelmiş, Yunan mezalimini yaşamış, yerel Kuvay-ı Milliye teşkilatı kurmuş, yıllarca dağlarda harp etmişti.

Kızım Defne’nin anne dedesi ise yine bir istiklal gazisi Albay Emin Vehbi Erdil idi. Ailede benim en çok sevdiğimi, Defne’nin büyük dedesi Suvari Yedek Teğmen İrfan Sönmez dede idi.

Dumlupınar’da bindiği atından İzmir 1 kordonda inince bir gün ayakta duramadığını anlatırdı.

Hepsinin İstiklal madalyası vardı…

Aile büyüklerimiz gibi birinci nesil Atatürkçülerin yetiştirdiği ben ve bana benzer Türkler, tarih de okuduğumuz için, Atatürk bizim için çok farklı bir “varlıktır.”

Ancak, 30 Ağustos sabahı, Sn. Erdoğan’ın Anıtkabir defterine yazdıklarını okuyunca, daha önce defalarca işaret ettiğimi gibi; “Kim, Kimdir?” yine karıştırdım.

Sayın Erdoğan konuşmalarını bazen Cumhurbaşkanı, bazen de AKP ve İktidarın Başı sıfatı ile yazıyor. Ancak, bazen de bu olayda olduğu gibi, ayni konuşmanın bir bölümünü Cumhurbaşkanımız, bir bölümünü ise Siyasi İktidar’ın başı olarak yapıyor.

İşte benim buna itirazım var.

Dünyanın her ülkesinde bir Cumhurbaşkanı var. O, tüm halkın Cumhurbaşkanı; yani hem iktidarı hem de muhalefeti, ayrıca siyasi gurupları ve farklı düşünen insan kitlelerinin de ortak değer ve kanaatlerini temsil eder. İşte bu yüzden Sn. Cumhurbaşkanını kritik etmek yasak. (Mahkemelerin söylediğine, ya da bizim vatandaş olarak anladığımıza göre!) Hakaret sayılabilen söz edince (Hakaret olduğuna kim karar veriyor bilemiyorum; Acaba Türk Dil Kurumu’na mı soruyorlar? Ya da Türk Dili ve Edebiyatı Fakültelerine mi??. Çünkü Hakimlerin meslek öğretileri arasında bu detay yok. Belki “hakaret bilirkişisi!” atıyorlar??.. Karadenizlinin dediği gibi!) “Her ihtimale karşı!!” vatandaşı içeri atıyorlar.

Geçen bir kız çocuğu TV’de “Tanımadığım bir Arap ölmüş diye niye benim Instagram’ımı kapıyorsun!” dedi; Hooop içeri!!

Ben de işte bu yüzden Sayın Erdoğan’ın hangi sıfatı ile ne dediğini çok dikkat ediyorum; çünkü bu yaştan sonra içeri girmek de var!.. Ama bazen karıştırıyorum.

Atatürk’e yazdığı 30 Ağustos yazısına beraber bir bakalım;

"Aziz Atatürk, bugün ezeli ve ebedi vatanımız olan Anadolu'daki varlığımızı perçinleyen, millet olarak bağımsızlığımızı sağlayan Büyük Zafer'in 102. yıl dönümünü heyecanla ve iftiharla kutluyoruz. Her türlü imkansızlığa rağmen kazandığımız bu zaferle şanlı tarihimizin zaferler silsilesine yeni bir halka daha eklemenin yanı sıra, Cumhuriyetin ilanına giden yolu da ardına kadar açtık.”

Buraya kadar Sn. Cumhurbaşkanı sıfatı ile güzel, söylenmesi gereken sözler söylüyor. Her ne kadar ülkede “Keşke Yunan kazansaydı” diyen meczupların sırtı sıvazlanıyorsa da bizler; yani Cumhurbaşkanının yazısında “…İftihar ile kutluyoruz…” diyen T.C. Vatandaşları bu söze huzurlu kalp ile katılıyoruz..

Ancak hemen arkasından birdenbire, bu defa AKP Başkanı söz alıp “Büyük bir inancın, sarsılmaz bir imanın ve zorlu mücadelelerin eseri olan Türkiye Cumhuriyeti'ni, muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarma hedefimize adım adım yürüyoruz” diyor! Nereye doğru? Kim yürüyor?

Hayır Sayın Erdoğan, hiç öyle bir şey olmuyor!! Hiçbir yere yürümüyoruz. Partinizin iktidara geldiği günden beri hiçbir şey düzgün gitmedi. Bir tek eğitim sisteminin tarikatlara doğru “yürütülmek istem dışı” kesin; Ancak Yusuf nam kişinin bu işi yapabilecek her hangi bir vasfı olmadığı da kesin… Yapamayacak… Bugün AKP ve yandaş siyasi görüşlüler sabah öğle akşam bir “Varlık meselesinden” bahsediyorlar. Nedir bu?? Başımıza “FETÖ” denilen belayı bu siyasi hareket getirmedi mi? Sn. Erdoğan, ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden tasarlama hareketinde kendini “eş başkan” ilan etmedi mi??

Yurt dışında hiçbir ağırlığımız yok; dün hakaret ettiğimiz yabancı devlet başkanlarının bugün peşinden koşuyoruz… Bir ülkenin başkanı bizim Cumhurbaşkanımızı kapıda nasıl beklettiğini canlı yayın yapıyor… Askerimizin kafasında çuval, savaş gemimize “yanlışlıkla” füze… Yunan Hücum Botu Balıkçımızı kendi karasularımızda öldürmeye kalkıyor; tık yok… Edirne’ye yürüme mesafesinde üstler kuruluyor; bilmezden geliyoruz…

Kimsenin bizi taktığı yok;

AKP geldiğinde dünyanın 16 ekonomisi idik. Bugün 21’inci…

Vatandaşın sabit gelirleri nerede ise 3 misli azaldı. Enflasyon dünya rekoru… Hani ekonomist idiniz? Bu işleri bilirdiniz?? Ne olacak şimdi? Kim ne yapmalı ??

Döviz 35 misli arttı… Yarım milyon çiftçi tarımı terk etti. Şehirlerimiz doldu; şehir vasfını kaybetti!! Dünyanın en önemli tarım ihracatı ülkelerinden biri idik; şimdi ithalatçıyız.

Eti de otu da ithal ediyoruz.

Batı dünyasından para alarak, gidip de orayı dejenere etmesinler diye tamamen farklı kültürlerden (hatta kültürsüzlükten) gelen bir sürü “tuhaf” yabancıyı ülkemize doldurduk. Biz dejenere oluyoruz…

Devlet “şunu yerli bunu milli yaptık” diye vatandaşına yalan söylüyor. Türk endüstrisi giderek kayboluyor. Çakma yerli otomobile 40 milyon euro, uzay turistine 55 milyon dolar, hatta manda kaymağına, ejder meyvesine bile paramız var; emeklimize, yaşlılarımıza, muhtaçlarımıza, analarımıza atalarımıza para yok… Büyük Atatürk “muasır medeniyeti geçme” yolunda kısacık hayatında, limon portakal satarak 50 fabrika kurdu; sizin yönetim 22 yılda kaç fabrika ekledi!

Yazmaya devam etsem, ansiklopedi olur. Bütün bu olguların tek sebebi AKP “yönetemezliği.”

Sayın Cumhurbaşkanı, Atatürk’e hitap ettiği yazısını, yine AKP ve iktidar başı olarak devam etmiş; “Milletimizin kızıl elmasına dönüşen Türkiye Yüzyılı vizyonumuzu hayata geçirene kadar azim ve kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğiz.” Hayır Sn. Erdoğan sürdüremeyeceksiniz… Kim dedi “kızıl elma” olduğunu?? Araştırma mı yapıldı? Bakanlar kurulu çalışanları mı uygun gördü?

Ben sizin “Türkiye Yüzyılı” dediğiniz “şey” nedir bilmiyorum. Yani bu “projeyi” açıklayan sayılar ve yapılacaklar listesi yayınladınız da biz mi görmedik?

“Türkiye Yüzyılı” global bir deyim gibi görünüyor; kim koydu bu adı? Birleşmiş Milletler mi?? Yoksa parti olarak kendi kendinize mi gelin/güvey oluyorsunuz?

Partiniz son genel seçimlerde yüzde 44, yerel yönetimlerde yüzde 35 aldı.

Bugün yapılan “ciddi” araştırmalar bu oranların da epeyce altına inmiş olduğunuzu söylüyor.

Yazıyı, “Bu gurur günümüzde zatı alinizi, silah arkadaşlarınızı ve gül bahçesine girercesine toprağa düşen aziz şehitlerimizi tekrar rahmetle yad ediyoruz. Ruhun şad olsun" diye bitirmişsiniz.

İşte, bunlar yeniden benim canım Cumhurbaşkanımın sözleri…. Sağ olun….

Yazarın Diğer Yazıları

Eğitim, eğitilmesi gerekenler…

Hakikaten Atatürk Türkiye’sinin sonunda değiştireceklerini sanıyorlar... Böyle bir gücü kendilerinde vehmediyorlar... Aptallık bile değil bu…

Türkiye Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu'na mektup

Dünyanın hiçbir organizasyonu aynı şahıs tarafından 22 yıl yönetilmez. Her türlü yönetim bilimi ve etik uygulamasına karşıdır. Aile şirketlerinde bile yeni nesil yönetime gelir. Sen niye 22 yıldır oradasın?

Kükreyen fare Selçuk Pehlivanoğlu

Benim ve benim gibi birinci nesil Atatürkçü olan Türklerin, Yusuf Tekin'i anlaması ve muhatap alması olası değil... Ancak, bizi kolejli Selçuk ilgilendiriyor. Onu yeni tıraş olmuş, Fransız kravatları ile sarayda eğitim politikası geliştirirken görmek istemiyoruz

"
"