02 Mayıs 2021

İktidarın Taksim Meydanı korkusu

Meydanlar, herkesin kullanımına açık kamusal alan; kentlerde simgesel değerleri de olan ortak yaşam alanları

Pandemi yasaklarındaki lebalep kongreler bir yana, meydanlarda toplanma tarih boyunca iktidarların korkusu olmuş. Özellikle güçten düşmüş, destekleyeni azalmış, icraatlarıyla eleştirilerin odağı olmuş, zayıflamış iktidarlar döneminde, halkın meydanlarda bir araya gelmesi çoğu kez engellenmeye çalışılmış, insanların birlikte olmasının önüne geçmek için farklı yollar denenmiş. Tarih boyunca çok sayıda ayaklanma meydanlarda başlamış, halk hareketleri meydanlarda yaşanmış ve yaşananlar zaman zaman iktidarların sonunu getirmiş. Geçtiğimiz yıllarda gözümüzün önünde yaşanan "Arap Baharı" ismini verdiğimiz halk hareketlerine bu şekilde bakarsanız, rejimleri çökerten ivmenin, bir ölçüde adları aklımıza yerleşen meydanların ürünü olduğunu görürsünüz. Korkmakta haksızda sayılmazlar; meydanlarda toplanan insanların sayıca çokluğunu gösteren görüntülerinin sosyal medyada hızla yayılmasının, muhalif duygular içinde olan kararsız kitlelere cesaret vererek katılımı artırdığı, farklı ağızlardan yükselen sesleri yükselttiği biliniyor; tabii ki bundan da korkuluyor...

Sosyal ve fiziksel faaliyetlerin de gerçekleştirildiği meydanlar konusunda düşünürler, kamusal alanların sosyal- ekonomik ve fiziksel boyutlarını ele alarak farklı tanımlamalar yapmışlar. Max Weber, kamusal alanları farklı sosyal sınıflardan, değişik etnik yapılardan insanların karşılaştığı, zıtlıkların ve benzerliklerin ayırdında olarak diyalogların kurulduğu, anlaşmaların yapıldığı alanlar olarak tanımlamış. Sennett, halkın ortak tarihini ve anılarının zeminini kentin kalbi olarak gördüğü bu alanlara bağlamış, yurttaşlık bilincinin oluşabilmesinin meydanlarda olabileceğini söylemiş. Habernas, kamusal alanları fiziksel - sembolik anlamlarıyla incelemiş; kamusal alanları oluşturan cadde, park ve meydanları, toplumun şikâyetlerini belirttiği, iktidara karşı muhalefet oluşturduğu ve yeni bir düzenin kurulması için çağrıda bulunduğu ortak alanlar olarak görmüş.


Taksim Cumhuriyet Anıtı'nın İtalya'dan gelen parçaları monte edilirken

Tarih boyunca meydanlar

Antik Yunan'da, ilk kamusal toplanma yerleri genellikle bir tepe üzerinde bulunan, çevresi surla çevrili, içinde sarayın, önemli idari yapıların ve ibadet yerlerinin yer aldığı iç kale yerleşimleri "akropol" olarak anılmış. Geç Yunan döneminde kamusal alanları oluşturan "agoralar", kamusal fonksiyonların gerçekleştiği alanlara dönüşmüş; şehir insanları arasında müzakere alanı olmuş. Agoralar aynı zamanda kentin toplumsal merkezi olarak kabul görürken, şehrin siyasal ve yönetsel bağımsızlığının göstergesi yerine geçmiş; genellikle kamu yapılarıyla çevrili, popüler politik toplantı yeri olarak kullanılan, seçim ve yargılama gibi önemli olayların da gerçekleştirildiği pazaryeri olarak da kullanılan ortak meydanın adı olmuş.

Helenistik dönemin sonlarında "Hippodamian" planına göre düzenlenen klasik Yunan kentlerinde, kentin ortasında yer alan agoralar temelde bir pazar yeri olmasına karşın, giderek daha nitelikli işlerin ve ticaretin mekânları haline gelmiş; büyüyen kentlerde gündelik ihtiyaçlara yönelik malların satışı için ikinci bir agoranın kurulması da gerekli olmuş. Zaman içinde, günlük yaşamla yoğrulmuş çok fonksiyonlu meydan yapısı, Roma döneminde az fonksiyonlu bir "politik prestij" meydanına dönüşmüş, meydanlar simgesel önem taşımaya başlamış.


Taksim Anıtının 8 Ağustos 1928 tarihinde gerçekleştirilen açılışı

Rönesans döneminde 14. ve 15. yüzyılda kent kavramının gelişimiyle avlu, sokak ve meydanlar da farklılaşmış, simetrik bir şekilde daha düzenli tasarlanmış kentleri saray bahçeleri kuşatmış. Saraylara bitişik açık mekânlar, kralların saygınlığını ve gücünü gösteren bir düzenleme içinde ticaretin, dini merasimlerin ve yönetimle ilgili işlemlerin gerçekleştiği meydanlara dönüşmüş.

Uzmanların görüşlerine göre, Osmanlı kentinde kamusal açık alanların sınırları belli belirsiz olarak kendiliğinden oluşmuş. Bizans İstanbul'undan miras kalan "At Meydanı" gibi binicilik yarışlarının yapıldığı, cirit oyununun oynandığı, gösterilerin yapıldığı belirli bir işlevi olan büyük geniş alan, Osmanlıda külliye avluları, namazgâhlar, açık hava kahveleri gibi hallerde Avrupa'daki örneklerinden farklı gelişmiş. Osmanlı kentinin büyük açık mekânları olan mezarlıklar, türbeler, çayır ve bostanlar kamu yaşamı için önem arz etmiş. "Mesire" olarak adlandırdığımız bu alanlar, insanların bir araya geldiği renkli alanlar olmuş; seyyahların ve yabancı devlet adamlarının ilgi gösterdiği şekliyle yeni bir yaşam kültürünün izlerini taşımış. Tabii ki bu renklilikten korkulduğu da olmuş; halkın politize olabileceği endişesiyle bazı dönemlerde, bu canlılığa da çeşitli yasaklamalar ve cezalar getirilmiş.


Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde fotoğraf çektiren iki çift. Arka planda Taksim Stadyumu önündeki mağazalar, şirketler…

Ülkelerin simge meydanları

Meydanlar, tarihin her devrinde açılan yeni sayfaların savrulduğu yerler olmuş. Örneğin, Siena'daki Piazza del Campo, Venedik'teki Piazza San Marco, Milano'daki Piazza del Duomo, Roma'daki Piazza San Pietro, Floransa'daki Piazza della Signoria, Paris'de Place de la Concorde, Rusya'da Kızıl Meydan, İngiltere'de Trafalgar Meydanı, Mısır'da Tahrir ve bizim Taksim Meydanı, bulundukları kentlerin simgeleri olmuşlardır. İlginçtir, batı-doğu yönünde Liman Kapısına kadar uzandığı bilinen geniş alanıyla bir zamanlar Avrupa'nın en büyük meydanı Kıbrıs'taymış.

Tarihsel süreç içerisinde kent meydanları agora, forum, campo, piazza gibi değişik isimlerle anılmış, önemli toplumsal hareketlerin simgesel mekânı haline gelmiş. Tarihin farklı dönemlerinde çeşitli amaçlar için kullanılan meydanların en etkin kullanımı Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde olsa da, ortaçağ, sanayi devrimi, kapitalizm, modernizm ve küreselleşme dönemlerinde kent meydanlarının işlevlerinde ve fiziksel olarak yapılarında değişimler yaşanmış. Günümüzde özellikle az gelişmiş ülkelerdeki kentleşme sürecinde kentsel nüfusun artması ile birlikte kentlerde ortaya çıkan düzensiz yapılaşma, yoksulluk, gürültü ve çevre kirliği gibi birçok sorun kendini meydanlarda ortaya çıkartmış, olumsuz gelişmelerden kentsel mekânın bir parçası olan meydanlar doğrudan etkilenmiş. Günümüz kentlerinde meydanlar, festival, konser, etkinlik gibi kültürel değerlerden çok miting ve belli tarihlerde anma programları gibi amaçlarla anılır olmuşlar.


1930'lu yıllarda Taksim Meydanı'nın havadan görünümü

Klostrofobi, demokratik çarkların iyi dönmediği ülke liderlerinde çıkıyor

Devlet gücüne dayalı politik iktidarların meydanlardan korkması tarih boyunca her coğrafyada yaşanmış, her dönemde kontrolsüz kalabalıkların meydanlara doluşmasına engel olunmaya çalışılmış.  İletişimin ulaştığı seviyede, varlığını halkın desteğinden değil de devletin gücünden alan "sanal iktidar erki" gelişmeleri endişe ile izlediği için, Amazonların imara açılmasına engel olmaya çalışan Brezilya halkından, Covid-19 nedeniyle sokaklarında toplu halde ölenlerin yakıldığı Hintlilerden, Trafalgar Meydanı cesetlerle dolsa da tam kapanmaya gitmem diyen Trumpvari yeni nesil İngiliz devlet adamları vatandaşlarının tepkisinden -dün olduğu gibi- bugün de çekiniyorlar! Artık eleştiriler meydanlarda dile getiriliyor, çözüme dönük görüşler ve aydınlık için yakılan mumlar meydanlarda ateşleniyor. İktidar, düşen oylarıyla beraber Kaz Dağlarında yaşananlardan, İkizdere'de kesilen ağaçlardan, Akkuyu'da yapılanların meydanlarda dile getirilmesinden de korkuyor, karşıt oyların hep birlikte halay çekmesinden, şarkılar söyleyerek 1 Mayıs'ı kutlamasından ve gelecek planları yapmasından da çekiniyor.


29 Ekim 1933 Cumhuriyetin 10 Yıldönümünde, sabah yapılan kutlamalardan sonra anıtın görünümü. (Arka planda, bir zamanların ünlü Kristal Gazinosu görülüyor)

Nedense iktidarların Taksim Meydanı korkusu hiç bitmedi. Oysa İstanbul'a her gelen yabancının resim çektirdiği, bugün yerlerinden yeller esse de meydanı çevreleyen yapıları konuştuğu Taksim Meydanı, günümüzde bambaşka hale dönüşmüş durumda. Taksim Meydanı girişlerinde, eli kalkanlı, yüzü maskeli savaşa hazır donanımlı güvenlik kuvvetlerini sık sık görmeye neredeyse alıştık gibi. Oysa modern şehirleri gözle görülmeyen güvenlik önlemleri, güler yüzlü olduğu kadar halkının parasıyla ülke insanlarına silah göstermeyi doğru görmeyen anlayışlar yönetmeye çoktan başladı bile.

Tematik "kent koleksiyonları" şehir tarihine ışık tutuyor

Koleksiyoncuların gözünde Taksim Meydanı bir başka özeldir. Tematik olarak toplanan Taksim fotoğraflarından yılların değişimini görürsünüz. Osmanlı döneminden kalan kışla, ezeli rekabetin yaşandığı stadyum, şehre su dağıtan "Taksimhane" binası için söylenecek şeyler satırlara sığmayacak kadar çoktur. Osmanlı dönemi sirklerinin, çadır tiyatrolarının varlığı koleksiyonlardaki efemeralarda hala yaşamakta. Hareket ordusunun şehre girmesiyle yaşanan çatışmaları, 2. Mahmut'un yeniçerileri ortadan kaldırmasının izlerini tematik olarak Taksim Meydanını araştıran koleksiyonerlerin birikimlerinde görebilir. İstanbul kadar eski bir tarihe sahip Taksim Meydanı ve civarında kaldırım döşenirken bile karşılaşılan insan kemikleri, yaşamını İstanbul'da geçirmiş hemşerilerimizin hatıraları ile yoğrulmuştur.


Taksim Gezi'de ağaçlar büyümeye başlamış. Cumhurreisi İsmet İnönü'nün heykelinin konulacağı kaide yerleştirilmiş. Ve gezinin adı İnönü Gezisi olmaya başlamış. (İnönü istemediği için heykeli buraya dikilmedi, şu anki yerine, Maçka Parkı'na götürüldü)

Bu çalışmama görsellerini açarak zenginlik katan sevgili dostum, koleksiyoner ve araştırmacı yazar Turgay Tuna da bir Taksim Meydanı sevdalısı. Turgay Tuna, açtığı sergilerde, katıldığı seminerlerde ve yaptığı sunumlarda anlattıklarıyla farklı değerlerin izdüşümlerini gösterirken detaylardan bulup çıkardıklarıyla kent tarihine katkı sunan bir koleksiyoner. İstanbul'un 24 saat yaşayan kalbi olan Taksim Meydanını ondan dinlediğinizde alanın göbeğinde 1928 yılında dikilen ve Taksim'in simgesi haline gelen bugünkü anıtın hikâyesinin az bilinen özelliklerini duyarsınız. Yapımı 2,5 yıl süren, maliyeti için halktan para toplanan, Cumhuriyetin kuruluşunu figüratif bir şekilde anlatan bu anıtla ilgili gizemli özellikleri yıllar içinde özenle topladığı efemeralardan yola çıkarak yaptığı yorumlarda bulabilirsiniz. Anıtta yer alan, Atatürk, silah arkadaşları ve halkın yanı sıra Kurtuluş Savaşı mücadelesindeki katkılarından ötürü iki Sovyet subayının da figürlerinin bulunmasının öyküsü koleksiyoncuların kent tarihine tuttuğu ışık gibidir.


Taksim Cumhuriyet Anıtı, makbuz mukabili toplanan bağışlarla tamamlandı

Eski Türk Filmlerinin arka yüzünde görülen haliyle İstanbul'a ve Taksim Meydanına yaptığımız haksızlıklarla yüzleşmek için geç kalmış sayılmayız. Temiz ve ütülü giysilerle Beyoğlu'nda volta atmak ve Taksim Anıtı önünde resim çektirmek, büyüklerimizden duyduğu cümleler arasında olsa gerek. Taksim Meydanı ve Beyoğlu özelinde yaşanmış hatıralar üzerine kurulmuş öykülerde tiyatro, opera, sinema seyrini ve sinematografinin ülkemizdeki gelişiminin izlerini de görürsünüz, ilk kez hamburger lezzeti ile karşılaşma anının hatıralarımızda bıraktığı izdüşümlerini de.


1960'lı yıllara ait, bu kartpostalda 27 Mayıs İhtilalinin anısına dikilmiş "süngülü heykel" görünüyor

1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü kutlu olsun; güzellikleri biriktirmenizi dilerim.

Yazarın Diğer Yazıları

Koleksiyoncunun kaleminden: Kurabiyenin öyküsü

İnsan kurabiye ile yüzlerce yıl öncesinde tanışmış; kurabiye sevince de kedere de eşlik etmiş

Koleksiyoncunun kaleminden: Eski gazetelerden kasım ayı gündemleri

Geçmişin gelecekle bağını kuran “eski gazete koleksiyonları” kültür hazinelerini sararmış sayfalarında saklıyor

Koleksiyoncunun kaleminden: Yumurtanın öyküsü

Yumurta, yüzbinlerce yıldır sofrada olmuş; tek başına yenilmesi yanında, çok şeyle birlikte de pişirilmiş

"
"