Bundan 34 yıl önce, 27 Mart 1984 akşamı, Tahran’daki evimin telefonu çaldı. Büyükelçiliğimiz müsteşarı Kutlu Bey, ticaret müşavirimiz Işıl Ünel’in arabasına bomba yerleştirdiği sırada, bombanın zamansız patlaması sonucunda Ermeni teröristin öldüğünü, arabanın tamamen tahrip olduğunu, civardaki evlerin camlarının kırıldığını söyleyerek, ertesi gün Büyükelçiliğe gelirken dikkatli ve tedbirli olmamızı tembihledi.
28 Mart sabahı, T.C. Stuttgart Başkonsolosluğundaki görevim sırasında edindiğim tabancamı da yanıma alarak evden ayrıldım. Aynı semtte oturan kadim dostum (T24’den köşe arkadaşım) Başkâtip Oğuz Demiralp’i (halen emekli büyükelçi) almak üzere arabamla yola çıktım.
Evden 20-30 metre uzaklaşmıştımki, yanımdan geçen motosikletten üzerime ateş açıldı. 4 kurşun şoför kapısının açık camından, 2 kurşun ön camı delerek vücuduma sıkıldı. Saldırının şokuyla 15-20 metre ötedeki kavşakta, karşıdaki tahta garaj kapısına vurarak durdum, kendime gelince tabancamı bulup arabamdan indim, sağdaki sokakta saldırının sonucunu motosiklet üzerinde bekleyen iki terörist kendilerine ateş edeceğimi anlayarak uzaklaştılar.
Aynı sabah, Tahran Büyükelçiliği askeri ataşe yardımcısı İsmail Pamukçu, aracının güvenlik kontrolünü yaptığı sırada terörist saldırısının hedefi oldu, kafasına ateş edildi. Ataşe yardımcısı ile aynı hastahaneye götürüldük. Ben 3 gün yattıktan sonra taburcu oldum. Kurşunlar vücudumu sıyırmıştı. Astsubayımız maalesef benim kadar şanslı değildi, aylarca tedavi gördü, sonunda malulen emekliye sevk edildi.
Tahran’daki saldırıları gerçekleştirenler, bildiri yayınlayarak “soykırımın” intikamını aldıklarını duyurdular (bildirinin soluk fotokopisi hala dosyalarım arasındadır).
Bu saldırıdan 33 gün sonra, 1 Mayıs 1984 tarihinde, dönemin başbakanı merhum Turgut Özal’ın Tahran’ı ziyaret edeceği günün sabahında Ermeni teröristler bir daha saldırdılar. Eşi, büyükelçiliğimiz sekreteri sevgili Sadiye Yönder’i sefarete getirmek üzere arabasıyla kırmızı ışıkta beklerken, işadamı arkadaşımız Işık Yönder, kafasına isabet eden tek kurşunla şehit edildi.
Saldırı ertesinde, 10 gün Türkiye’de kaldım, büyük korku yaşayan ailemi, dostlarımı yatıştırdım. Dışişleri Bakanlığının arkasında isim bırakan müsteşarlarından büyükelçi Ercüment Yavuzalp beni kabul etti. Görevimi Tahran’da sürdürmemin sakıncalı olacağını, daha güvenli bir başkente gönderileceğimi söyledi. Tahran’dan ayrılmamın görevden kaçmak şeklinde yorumlanabileceğini, saldırıları yaşayan mesai arkadaşlarımı yalnız bırakmak istemediğimi ifadeyle, İran tayinimi tamamlamayı tercih ettiğimi kaydettim. Büyükelçi Yavuzalp’in görev anlayışıma dair sitayişkar sözleri Dışişleri koridorlarında birkaç yıl konuşulduktan sonra unutuldu, rafa kaldırıldı, bir daha hatırlanmadı. Tüm Türkiye’de her yıl 19 Eylül tarihinde resmen kutlanan gaziler gününde dahi dikkate alınmadı.
İran makamları, bize yapılan saldırılara karışan Ermeni çevrelere dair hiç bir bilgi vermedi, notalarımızı cevapsız bıraktı. O dönemde Tahran’ı bir kaç kez ziyaret eden Dışişleri Bakanı rahmetli Vahit Halefoğlu’nun tüm ısrarlarına rağmen İran Dışişleri ülkesinde teröre karışan çevreleri korumayı tercih etti.
İran’daki görevimi 1985 Eylülünde tamamlayarak Ankara’ya döndüm. Görevli olduğum dönemde İran-Irak savaşı devam ediyordu. Türkiye savaşta aktif tarafsızlık politikası izleyerek iki komşusuyla da arasını iyi tuttu. Savaşan taraflara kesinlikle silah ve mühimmat satmadı, insani yardım konusunda öne çıktı. Tahran ve Bağdat’ daki Irak ve İran büyükelçilikleri kapatılınca, Türkiye sözkonusu başkentlerde savaşan iki ülkenin menfaatlerini koruma görevini üslendi. Bu hassas misyon o dönemde bölgede Ülkemize gösterilen itibarın kanıtı olarak algılandı.
İran’daki görevimin kazandırdığı ilgiyle, bu ülkedeki iç dinamikleri, dış politika gelişmelerini yakından takip etmeye devam ettim. İran’ın Türkiye’ye daima rakip olarak baktığını, İslami rejimin ilkelerinin yayılmasında bir engel oluşturduğunu değerlendirdiğini izledim. İran İslam Cumhuriyeti fazla güvenmediği komşusu Türkiye ile PKK terörizmi konusunda işbirliğine sıcak bakmamış, Türk firmalarına ihale vermekten nedense kaçınmıştır. Yıllar sonra Küba’daki görevim sırasında (2012-2016) Latin Amerika’ya hitab eden uluslararası İran televizyon kanalının (Press Tv) Suriye iç savaşında Türkiye’yi karalayan iddialarını ısrarla tekrarladığına, defalarca, şaşırarak ve sinirlenerek şahit oldum.
Şehit edilişinin 34. yıldönümünde, arkadaşımız Işık Yönder’in aziz hatırasını saygıyla anıyorum. Işık ve Sadiye Yönder’in Tahran’da yaşadıkları evin yakınlarındaki bir sokağa veya bir parka onun adının verilmesi çok isabetli ve insani bir jest teşkil edecektir, bu umudumu korumak istiyorum.
İran makamları 1984 yılına ait karanlık dosyaları tozlu raflardan indirmeyi düşünürler mi? Ne dersiniz? Bizim nezdimizde bu dosyanın hiç bir zaman kapanmayacağını bu yıldönümü vesilesiyle Tahran’daki yetkililerin dikkatlerine bir kez daha getirelim.