Sömürgeci ülkeler denince hepimizin aklına hemen İngiltere, Fransa ve İspanya gelir. Bunların ardından, Belçika, Portekiz ve Hollanda sıralamaya dahil olurlar. 1884 yılından itibaren listeye dahil olan ancak Birinci Dünya Savaşı yenilgisiyle sömürgelerini kaybeden Almanya’nın sömürgeci geçmişi dünyada fazla bilinmez. Alman kamuoyunda da kolonyalist tarih nedense fazla dikkate alınmaz, ülkenin emperyalist sömürgeci geçmişi bakımından bir çeşit sessizlik hakimdir. Bu sessizlik geleneği, Almanya’nın Namibya’da yaptığı soykırımın 100. yılı vesilesiyle 2004 yılından itibaren kısmen ve tedricen ortadan kalkmaya başlamıştır.
Almanya, Alman birliği 1871’de tamamlanabildiğinden, sömürgecilik faaliyetlerinde öne çıkan Avrupalı devletlere göre geç kalmış, sınırlı sayıda sömürgeye sahip olabilmiş, bu macerası toplam 30 yıl sürmüş ve Birinci Dünya Savaşı yenilgisiyle defteri kapatmak zorunda kalmıştır.
Almanya’nın, o dönemde Güney-Batı Afrika olarak bilinen, Namibya’ya girişi 1884 yılına rastlamaktadır. 1904 yılında, sömürgeci ülkenin girişimleri neticesinde topraklarını ve hayvanlarını kaybeden Herero kabilesi sonunda isyan eder, ayaklanma neticesinde önemli sayıda Alman sivil ve askerin hayatlarını kaybetmesi üzerine, Alman General Lothar Von Trotha isyanın bastırılması ve Herero’ların tamamının öldürülmesi emrini verir. Bir sene sonra, bu defa Nama’lar ayaklanırlar ve onlar da aynı akıbete maruz kalırlar. 1904-1908 yılları arasında, toplam 60 bin Herero, 10 bin Nama, Alman generalin yazılı emir ve talimatları çerçevesinde ölüme gönderilir. Bir kısmı doğrudan, bir kısmı temerküz kamplarında susuz bırakılarak, bir kısmı çöle sevk edilerek toplu imhaya uğrarlar. Kurbanların kemikleri ve kafatasları “bilimsel deneylerde” kullanılmak üzere Almanya’ya sevk edilir. (Namibya soykırımını merak edenler için, Avrasya İncelemeleri Merkezi’nin (AVİM) web sitesinde, Namibya başlığı altında toplanan makale ve yazıları okumaları tavsiye olunur).
Namibya soykırımına ilişkin son 15 yıl içinde çok sayıda yazılı araştırma ve görsel belgesel hazırlanmıştır. Her şeyden önce Alman general Lothar Von Trotha’nın imzaladığı toplu imha emri halen mevcuttur. Bilindiği üzere her katliam soykırım olarak tanınmaz ve kabul edilmez. Toplu şiddet ve imha vakalarının soykırım sayılabilmesi için belirli koşulların bir arada bulunması gerekir. Birleşmiş Milletler’in 1948 yılında kabul ettiği ve 1951 yılında yürürlüğe giren “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme”de, bir grubun varlığını ortadan kaldırma amacıyla işlenen vakalara mahsus bu çok özel terim ayrıntılarıyla tanımlanmıştır. Namibya’da, 1904-1908 yıllarında, Almanlar tarafından Herero ve Nama kabilelerine karşı gerçekleştirilen katliamın soykırım sayılması bakımından, Alman makamları dahil, genel bir mutabakat bulunmaktadır. Bu açıdan, bu özel hukuki teknik terimin Namibya vakasında kullanılmasıyla ilgili kayda değer bir tartışma mevcut değildir. BM İnsan Hakları Alt Komisyonu bünyesinde, soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması konusunda 1985 yılında hazırlanan Whitaker Raporunda da, Namibya soykırımına atıf yapıldığı bilinmektedir (1915 olaylarına da değindiği cihetle, bu rapor ülkemiz araştırmacıları tarafından yakinen bilinir).
Almanların sömürgelerde işledikleri gühahlar Namibya’yla sınırlı kalmamıştır. Alman güçleri 1884 yılından itibaren, Afrika’da, Namibya’ya ilaveten, Tanzanya, Ruanda, Burundi, Kamerun ve Togo’yu sömürgeleştirmiş, Uzak Doğu’da, Samoa ve Papua Yeni Gine’yi Alman kolonisine dönüştürmüştür. 1905-1907 yıllarında Tanzanya’da yaşanan Wahehe isyanının (Maji-Maji savaşı) bastırılmasında Alman güçlerin soykırımcı yöntemlere başvurduğu yönündeki iddialar yaygındır. 2017 yılında, Tanzanya hükümetinin Almanya’dan özür ve tazminat talep edeceğine dair haberler yayınlanmıştır. Kamerun’da da benzer usullerin kullanıldığı bilgilerine rastlanılmaktadır. 1900 yılında Çin’in, Japonya ve batılı ülkeler tarafından sömürgeleştirilme sürecinde yaşanan ve “Boksör ayaklanması” olarak hatırlanan isyanın bastırılması sırasında, Alman askerlerinin Qingdao bölgesinde uyguladıkları aşırı sert yöntemler aynı kapsamda eleştiri konusu yapılmaktadır (Qingdao şehri Alman yerleşimcilerin 1903 yılında kurdukları bira fabrikasıyla tanınmaktadır).
Namibya soykırımına geri dönersek, bu çetrefil konunun iki ülke arasında müzakereler yoluyla çözülmesi istikametinde mütevazi adımlar atıldığını söyleyebiliriz. Soykırıma uğrayan Herero topluluğunun liderleri, 1990’ların ortasından itibaren, soykırıma dair şikâyet ve taleplerini, çeşitli vesilelerle Alman makamlarına iletmelerine karşın, Berlin, uzun süre konuyu sürüncemede bırakmayı tercih etmiş, ancak 2004 yılından itibaren bazı Alman eyaletlerindeki yerel yöneticilerin faaliyet ve girişimleri neticesinde, gerçekleri yavaş yavaş kabul etme durumunda kalmıştır. 2004 yılında Namibya’da düzenlenen soykırımın 100. yılı anma törenlerine katılan Alman Kalkınma ve İşbirliği Bakanı Heidemarie Wieczorek-Zeul (SPD), Almanya’nın ahlaki ve tarihi sorumluluğunu kabul ettiğini duyurmuş ve üzüntülerini dile getirmiştir. Almanya’nın Namibya soykırımını resmen tanıması ise ancak 2015 yılında mümkün olmuştur. O tarihte Dışişleri Bakanı olan ve halen ülkenin Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in ağzından Almanya’nın bu konudaki sorumluluğu kabul ettiği duyurulmuştur. Aynı dönemde, Almanya Federal Meclis Başkanı Norbert Lambert, Namibya’da işlenen suçun soykırım sayıldığına işaretle, hükümeti gerçekleri tanımaya çağırmıştır. 2016 yılından itibaren iki ülke arasında başlayan ve Namibya taleplerini ele alan resmi görüşmeler halen devam etmektedir.
Namibya makamları görüşmelere dair açıklamalar yaparken, Alman makamlarının, görüşmelerin seyrine ilişkin bilgi vermekten kaçındıkları göze çarpmaktadır. Namibya tarafı müzakerelerde “Tazminat”, “Kabullenme”, “Özür dilenmesi” hususlarında ısrar etmektedir. Buna mukabil, Almanya tazminat ödemeyi reddetmekte, kalkınma yardımlarını artırmak suretiyle meseleyi çözmeye çalışmaktadır. Almanya soykırım yapıldığını kabul etmekle birlikte, konunun, 1948 BM soykırım sözleşmesi kapsamına girmediğini, bu sözleşmenin geriye doğru geçerli olmadığını, bu çerçevede hukuki bir sorumluluğun değilde, tarihi ve ahlaki bir mesuliyetinin bulunduğunu savunmaktadır. Bu anlayışla, tazminat ödeme fikrini kabul etmemekte, cömert kalkınma yardımları vasıtasıyla muhataplarını ikna ve tatmin etmeye gayret sarf etmektedir.
Müzakerelerin seyrinden memnun olmayan kesim ise, soykırıma maruz kalan Herero ve Nama toplumlarıdır. Liderleri aracılığıyla ve yükses sesle, Almanya’nın yaptığı yardımların doğrudan kendilerine ulaşmadığını, yardımın ülkenin tümüne hitaben verildiğini, bu sebeple mağduriyetlerinin devam ettiğini dile getirerek, bir yandan kendi hükümetlerine, öte yandan Berlin’e, serzeniş mesajları vermeyi sürdürmektedir.
Herero ve Nama toplumlarının, Almanya ve Namibya arasında devam eden müzakerelerden tatmin olmayınca, 2018 yılı başında New York Mahkemesi’nde, Almanya’nın ırkçı savaşından ötürü uğradıkları zararın tazmin edilmesi amacıyla açtıkları dava ilgiyle takip edilmektedir. Almanya, ilk aşamada devletlerin dokunulmazlığı tezini öne sürerek mahkemenin davayı baştan reddetmesini istemiş, ancak muvaffak olamamıştır. Geçtiğimiz mart ayında Amerikalı hakim, Herero ve Nama toplumlarının, ırkçı savaşın neticeleriyle bağlantılı biçimde Almanya’nın ABD’nde kazanç ve gayrimenkul elde ettiği iddiasını tatminkar bulmayarak davayı reddetmiştir. Bu sonuca rağmen, kararı temyize götüren davacı avukatları, hakimin yanlış değerlendirme yaptığını, temyizden Herero ve Nama toplumları lehine karar çıkmasını beklediklerini duyurmuşlardır.
41 yıla yaklaşan dışişleri mesaimizde, gerçekleri yansıtmayan, asılsız anlatılara dayalı ermeni iddialarıyla çok karşılaştık. Bunlar arasında en rahatsız edicilerden birisi, 1915 olaylarının yüzyılın ilk soykırımını teşkil ettiği savıydı. Bu yalanın son defa Papa Francis’in ağzından tekrarlandığını hatırlıyoruz. Bir diğeri ise Hitler’e ait olduğu ileri sürülen “Ermenilerin yok edildiğini bugün kim hatırlıyor?” lafı. Hitler, güya, bu noktadan hareketle Yahudi soykırımına cesaretlenmiş…
1904-1908 yıllarında, Namibya’da Almanlar tarafından gerçekleştirilen Herero ve Nama soykırımı, bir yandan, Hitler’in ilham kaynağının, İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlılar değil de, olsa olsa, kendi sömürgeci ordusu olabileceğini kanıtlamakta, diğer yandan, bir milyarı aşan Katolik dünyasının lideri Papa Francis’in, tarihi olayları bilmeden ve dersini çalışmadan, ahkam keserek bir ulusu lekelemeye cüret ettiğini ortaya koymaktadır.