Venezuela’yı yeni yılda daha vahim günlerin beklediği açıkça görünüyor. Başka ifadeyle, halkının çilesi maalesef 2019 yılında da devam edecek, ülke dışına kaçışlar aynen sürecek. 2018 yılı mayıs ayında devlet başkanı Maduro’nun, ülke içinden ve dışarıdan yükselen tüm itiraz ve uyarılara rağmen erken seçimler düzenlediğini hatırlıyoruz. Muhalefetin boykot kararıyla sandıklara gitmediğini, katılım oranının yüzde 50’nin altında kaldığını, böylelikle Maduro’nun seçimleri rahat biçimde kazandığını, ABD, AB ve önde gelen Latin Amerika ülkelerinin seçim sonuçlarını tanımayacaklarını duyurduklarını biliyoruz.
Cumhurbaşkanı Maduro, 6 yıllık yeni başkanlık dönemi için, 10 Ocak günü törenle yemin ederek göreve başlayacak. 13 bölge ülkesi ve Kanada’dan oluşan Lima grubu, bir kaç gün önce, ortak bir açıklamayla, Maduro’nun yeni dönemini yasal kabul etmeyeceklerini ilan etti ve yemin ederek göreve başlamaması yönünde uyarıda bulundu.
Muhalefetin çoğunluğu elinde tuttuğu Venezuela parlamentosu ise, yeni seçilen başkanının ağzından, Maduro’nun devlet başkanlığını yasa dışı ilan etti, 10 Ocak günü başlayacak ikinci Maduro dönemini tanımayacaklarını duyurdu, Maduro’nun başkan seçildiği mayıs seçimlerinin iktidar tarafından “gasp edildiğini” ileri sürdü.
Başkan Maduro’nun, ikinci dönemine yönelik, içeriden ve dışarıdan gelen bu ciddi itiraz ve eleştirilere her zamanki gibi kulağını tıkayacağını gayet iyi biliyoruz. Nitekim Venezuela Dışişleri Bakanı, Lima Grubu’nun ABD Başkanı Trump’dan emir alarak hareket ettiğini, Washington’ın talimatlarına boyun eğen grup üyesi ülkelerin kendilerini küçük düşürdüklerini öne sürdü.
Venezuela’nın yaşadığı derin ve çok yönlü krizden çıkması yanında, ülkede barış ve demokrasinin hakim olması hedefiyle, 2017 yılında kurulan Lima Grubu’nu sakın hafife almayın. Latin Amerika’nın Brezilya, Meksika, Arjantin, Kolombiya ve Şili gibi önde gelen devletlerinin de dahil oldukları 13 ülkesi ile Kanada’dan oluşuyor.
Lima Grubu’nun Maduro’nun yeni dönemini yasa dışı ilan etmesi sürpriz değil. Zira Maduro’ya altı yıllık ikinci dönemin kapılarını açan 20 Mayıs seçimlerinin ertesinde, seçim sonuçlarını kabul etmediklerini tüm dünyaya açıkladılar. Muhalefet liderlerinin yasaklı olarak seçimlere giremediklerini, bağımsız gözlemcilere izin verilmediğini, “serbest, adil ve şeffaf” seçim süreci için şartların ve standartların yerine getirilmediğini, bu itibarla sonuçların meşruiyet taşımadığını ilan ettiler. Bu noktadan hareketle, Maduro’nun yeni bir dönem için ülkeyi yönetmesinin yasal olmayacağını savunuyorlar. Ülkenin izlenen baskıcı ve diktatörce politikalardan ötürü derin bir siyasi ve insani krizden geçtiğine inanıyorlar.
Lima Grubu, 4 Ocak tarihli kararında, Maduro’nun yeni seçimler düzenlenene kadar iktidarı ulusal parlamentoya devretmesini tavsiye ediyor, Maduro yönetiminde görevli üst düzey yetkililerin Lima Grubu ülkelerine girişlerini yasaklıyor, Venezuela’ya karşı mali yaptırımlar başlatıyor.
İçerdeki karmaşaya ilaveten, böylesine aleyhte bölgesel ve uluslararası şartlar altında, Maduro’nun yeni dönemde işinin pek çok zor olacağını, ülkesinin bu ortamda krizden çıkabilmesinin adeta imkânsız hale geldiğini artık görmek gerekiyor. Yönetimin içinden bu gerçekleri kabul edenler çıkar mı? Ordu giderek kötüleşen durumu nasıl değerlendiriyor? Muhalefet bu defa ülkenin bekası için birlik halinde hareket edebilir mi? Bu suallerin cevaplarının yıl içinde ortaya çıkacağını tahmin ediyoruz.
Peki, Maduro’yu destekleyen devletler yok mu? Tabiatıyla Latin Amerika’nın geleneksel solcu ülkeleri, Küba, Bolivya ve Nikaragua, yaşanan insani drama rağmen, ideolojik dayanışmaya öncelik vererek Venezuela yönetiminden yana tutumlarını sürdürüyorlar. Rusya ve Çin ise, global rekabet gereği, Maduro’dan yana durmaya devam ediyorlar.
Maduro’yu ne hikmetse Türkiye’de destekliyor. Geçtiğimiz aralık ayında, Arjantin’de G-20 zirvesine katılan sayın cumhurbaşkanımız, dönüşünde Karakas’a ikili ziyaret gerçekleştirdi. Venezuela’nın sorunlarının çözümüne yardımcı olacağımızı duyurdu, uygulanan yaptırımları eleştirdi. Çok sayıda bölge ülkesinin tepki amacıyla iştirak etmeyi reddedeceği Maduro’nun 10 Ocak tarihinde düzenlenecek yemin merasimine, ülkemizi temsilen Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın katılacağı basına yansıdı. Bu noktadaki tereddütlerimizi dile getirelim: Venezuela ile ikili ilişkilerimizi, 2008 yılından itibaren çok başarılı bir açılım gerçekleştirdiğimiz Latin Amerika’daki dost ülkelerin, Batılı müttefiklerimizin, tepkilerine yol açmadan geliştirmek varken, niye kendimize zarar veriyoruz? Ülke kredimizi düşürüyoruz? Venezuela’dan geçtiğimiz yıl, rafine etmek ve işlemek üzere, bir milyar dolar karşılığı altın ithal ettik. Bu ticaret yasaldır, kimsenin de karışmaya hakkı yoktur. Ancak komşularının ve bölge ülkelerinin, demokrasiden uzaklaştığı gerekçesiyle afaroz ettikleri bir yönetimi yükses sesle ve göstere göstere savunmanın manasını anlamakta zorluk çekiyoruz.
Son bir kaç yıldır yaşanan krizden ötürü 32 milyon nüfuslu Venezuela’dan kaçanların sayısı 3 milyona ulaşmıştır. Yılların alışkanlıklarıyla kamplara ayrılan yönetim taraftarlarıyla (chavistas) muhalefet, birbirlerini artık rakip değil düşman olarak görmektedir. Kriz halen öyle bir boyut almıştır ki, tek başına ne iktidarın ne de muhalefetin aşması artık mümkün değildir. Tarafların aynı masa etrafında toplanmaları, asgari müştereklerde birleşerek ülkelerini krizden birlikte çıkarmayı denemelerinden başka çare görünmemektedir (geçen sene T24 de yayınlanan iki Venezuela yazımıza bakınız). Bu çerçevede, Lima Grubu’nun bir süre önce telaffuz ettiği ,Venezuela ile ilişkilerin kesilmesi, Karakas’daki büyükelçiliklerin kapatılması gibi radikal önlemlerden vazgeçilmesi isabetli olmuştur. Grubun kurucularından Meksika’nın Venezuela’nın tecrit edilmesinin yanlış olacağı, diyaloğun açık tutulması gerektiği, Yönetim ile muhalefet arasında arabuluculuk yapılmasının yarar getireceği istikametindeki görüşleri makul ve yapıcı önerilerdir. Avrupa Birliğinin de benzer amaçlarla bir temas grubu kurulması önerisi mevcuttur.
Venezuela’da yaşanmakta olan büyük insani trajedi karşısında, ülkemizin şaibeli görülen tarafı tutmak yerine, tarafsız kalması veya tarafların barışmasına gayret göstermesi, diplomasi geleneğimizle daha uyumlu olacağı gibi, aklı-selimin de gereğidir.