14 Mayıs 2023

Öykümüzün ustası Sait Faik'in 'ilerici aydın duyarlığı'

Seçip okuyacağınız bir Sait Faik kitabıyla yaşanabilir dünyaya ilk adımınızı atabilirsiniz...

Sait Faik (18 Kasım 1906 -11 Mayıs 1954), doğum ya da ölüm günlerini bahane ederek hakkında yazdığım birkaç isimden biridir. Şiirleri, röportajları, denemeleri ve iki de romanı olsa bile Sait Faik öykücüdür, üstüne üstlük edebiyatımızın usta öykücüsüdür. Onun yazdıklarını okuyanlar, türler arasında oluşturduğu ilginç metinlerarasılık durumuna tanık olmuşlardır. Öykülerinin yazar karakterleriyle ilgili bir yazım ("Sait Faik'in Öykülerinde Anlatıcıların Yazı Tutkusu", Üç Duraklı Yolculuk, 2021) için bütün öykülerini okuduğumda Sait Faik'te sözünü ettiğim, türlerin iç içeliğini bizzat görmüşümdür. Kime yazdığı ve gönderilip gönderilmediği de bilinmeyen bir mektubundaki şu cümleler, benim tanıklığımı onaylar: "Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin." (Karganı Bağışla, 2011; haz. Sevengül Sönmez. Yazımdaki 'mektup' alıntıları bu kitaptandır.) Onun, "Bir Zamanlar" (Şimdi Sevişme Vakti) şiirindeki, "Bazı akşamüstleri, oturur/ Hikâyeler yazardım,/ Deli gibi!/ Ben hikâye yazarken/ Kafamdaki insanlar/ balığa çıkarlardı." dizeleri, öykü yazma tekniğiyle öykülerinin içeriğini anlamamızı kolaylaştırır. Yazdıklarına nedense 'kurmaca' sözcüğünü pek uygun düşüremediğim Sait Faik, yaşamın içinden gelen bir yazar olarak 'konu' ve 'çevre' ölçeklerine hapsedilemeyecek çeşitlilikle yazan bir öykücüdür. Dikkatle bakınız, Tanpınar'ın deyişiyle "insanı yakalamanın sırrı" olan Sait Faik'in öykülerinde bizi kuşatan bütün bir hayatın yansıması vardır.

Afşar Timuçin, Sait Faik'in Dünyası (2013) kitabında, "siyasetten hiç hoşlanmaz" dediği öykücünün "ilerici aydın duyarlığı" taşıdığına dikkat çeker. "Sait Faik'i tam anlamında toplumcu bir yazar diye nitelendirmek aşırıya kaçmak olur." diyen Timuçin, kitabının, "Sait Faik'de Toplumcu Bakış" başlıklı ikinci bölümünde öykücüyle ilgili yargısını genişletir. "Sait Faik'in insancı bakışı da doğal olarak toplumcu dünya görüşüne açılacaktı. Bu toplumculuk özel olarak tasarlanmış bir toplumculuk olmamakla elbette içeriği çok iyi saptanmış ve sınırları çok belirgin biçimde çizilmiş bir toplumculuk değildir, olsa olsa her geçek aydının bir tür kaçınılmazlıkla yöneldiği genel anlamda bir toplumculuktur. Evet, haktan ve adaletten yana her aydın belli bir ölçüde toplumcudur. Haktan ve adaletten yana olmayan kişiye de aydın denemez." Sait Faik öykülerini bir de bu gözle okumakta yarar var.

Saadettin Gökçepınar adlı avukatın "Akşam" gazetesinde (10 Eylül 1949 - 29 Kasım 1949) yayımladığı "Muharrir Neden Yetişmiyor?" anketine cevap verenler arasında yazıyı iş edinmiş Sait Faik de vardır. Ankete verdiği cevaplar, Sait Faik'in yalnızca balıkçıların ve küçük insanların öykücüsü olmakla kalmayıp "ilerici aydın duyarlığı" taşıdığını da gösterir.

"'Medarı Maişet Motoru' isimli bir hikâye kitabı çıkarmıştım. Hayatı tozpembe görmüyorum diye mahkemeye verildim. Üç beş kuruş kazanalım derken iki bin lira mahkeme masrafı ödedim, üzüntüsü de caba. Kahramanlarım rahat etmek için hapse giriyorlardı. Bütün sebep bu!

Geçenlerde arkadaşım Eyuboğlu'na edebiyatla uğraşmaktan bıktığımı ve artık yazmayacağımı söyledim. Bana, son mütalâada [görüşmede] seni okuyan bir lise talebesi varsa onun için yazmalısın, dedi. Ben de şimdi onları düşünerek yazıyorum.

'Kestaneci Dostum' diye bir hikâye yazmıştım. Orada çocuğun mangalına tekme vuruluyordu. Ertesi gün polisten çağırdılar ve kestanecinin mangalına tekme vuranı sordular. Ben ne bilirim, hatırlayamadım ki. Belki bir bekçi vurmuştur, dedim.

'Bari bu çocuğu bulun da okutalım, kestanecilik etmesin, adam olsun.' dediler.

Güçlükler bundan ibaret değildir. Patronlardan gelenlerde var. Bir zamanlar Varlık'ta muntazaman hikâyeler yazıyordum. Mevzularım hoşlarına gitmedi. Başka şeyler yazmamı söylediler. Ismarlama şeyler yazamıyorum, ayrıldım. Zaten verdikleri ne? Bir hikâyeye 5, 7,5, haydi bilemediniz 10 lira. Ayda dört hikâye yazacaksınız da bu zamanda kazancınızla geçineceksiniz!

Mamafih [bununla birlikte] daha fazla para verenler de oldu, oldu amma bu sefer de başka şeyler çıktı. Aile mecmuasına yazdığım hikâyelere 25 lira veriyorlardı. Bir gün Vedat Nedim Tör, 'Kendinizi aşacak hikâyeler getirin.' dedi. Bu da bir başka türlü sipariş… Oradan da vazgeçtim.

(…)

Düzensizlikten de şikâyetçiyiz. Mesela bir gün ortaya birisi çıkıp da bu kitap zararlıdır dedi mi tamam! Haydi, eser toplanıveriyor. Neden zararlı? Arayıp soran yok. Bunun zararlı olduğuna kim karar verecek? Bu da malum değil. Sorgusuz, sualsiz ve mahkemesiz eser toplatılmamalı. Her işte olduğu gibi bu işte de emniyet esastır. Yazdıklarımızın okuyucunun eline ulaşacağından emin olmazsanız iştahınız kalır mı?

Şunu da ilave edeyim ki zarar gördüğümüz bir hâl daha var: Başını bir yere sokmuş bazı muharrirler var ki bizde edebiyat yoktur diye dışarıdaki kıymetleri inkâra kalkışıyorlar. Maişet [geçim] kaygısıyla böyle yapıyorlar diye düşünsek de zararları büyük oluyor.

(…)

Bize gelince: cemiyeti düzeltmek hususunda hiçbir iddiamız yok. Biz cemiyette insanlarımızla birlikte aynı hayatı yaşamak istiyoruz. Yeni edebiyatın yerle bir olmasını hatta çamura batmasını istiyoruz. Ben mahdut [sınırlı] bir zümre için değil büyük kütle için yazıyorum. Fikrimce sanatkâr cemiyetin ham insanlarıyla meşgul olmalıdır. Olmuşlar zaten olmuş. Endişem onlara hoşça vakit geçirtmek değil, büyük kütleye hitap etmek, onları olgunlaştırmaktır.

(…)

Bugünkü edebiyatın vazifesi, halkı anlatmaktır. Bu, bazılarının zannettiği gibi siyaset değildir. Hatta siyasetle alâkalı bile değildir. Sanatkârın samimiyetinden şüphe edilmemelidir. Bir sanatkârın satılmış olmasına imkân yoktur. Bu maalesef bizde henüz anlaşılmamıştır.

Devlet adamları da sanatkâra lakayttırlar. İstiyorlar ki sanatkâr kendilerini hep övsün. İşlerini iyi görüyorlarsa bu esasen vazifeleridir. Kötü görüyorlarsa sanatkârdan ancak tenkit beklemeli. Bizde ise buna tahammül yok." (Akşam, 11 Kasım 1949; Saadettin Gökçepınar, Muharrir Neden Yetişmiyor?, 2015; haz. Nurcan Ankay - Deniz Depe)

Sait Faik ilgililerinin haberdar olduğu anket cevabındaki alıntıyı özellikle uzun tuttum. İlk amacım, dağınık bilgilerle yetinmişlerin "özel olarak tasarlanmış bir toplumculuk olmamakla" birlikte Sait Faik'in bir dönemin edebiyat anlayışını eleştiren 'toplumcu' yönüyle ilgili derli toplu bilgi edinmeleri içindir. Yetmiş beş yıl önce yayımlanmış metinden uzunca alıntı yaparak 'geçmiş' ile 'bugün' arasında edebiyat-toplum karşılaştırması yapmayı da istedim açıkçası. Hemen belirteyim Sait Faik, alıntıladığım metindeki görüşlerini başka röportajlarında, mektuplarında ve öykülerinde yine benzer açıklıkla anlatmıştır.

"Üstadım" başlıklı, muhatabı ve tarihi bilinmeyen mektubun şu cümlelerine bakınız:

"Ev yaptıranlar, yolların çimenlerini kerpiç kerpiç çıkarıp bahçelerine taşıyorlar. Kimseler aldırmıyor. Büyükada'yı bilmem, ama öteki adalarda çamları dibinden söküp götürsen kimsenin haberi yok."

Edebiyatımızda 'çevre' dersine müfredat sayılacak "Son Kuşlar" (Son Kuşlar) öyküsünde çimleri söküp satan bir mühendis Ahmet Bey vardır ve öykü, şu tarihsel uyarılarla biter:

"Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi."

Evet, 'hikâyesi benden' sözüyle hikâye anlatmakla edebiyatın iyileştirici yanını seçmiş öykücü, edebiyatın eleştiri/mücadele alanında da vardır. Yazıyı, edebiyatı öykülerinin odağına Sait Faik ölçüsünde alan başka öykücümüz var mıdır bilemiyorum. Hiç olmazsa Az Şekerli kitabındaki "Aşiyan Müzesi" ve "Genç Edebiyatçılar" yazılarına 'edebiyat' için bakılsın isterim.

Âlemin malumudur ya hatırlatayım yine de. Anket cevabında "hikâye" olarak adlandırılan Medarı Maişet Motoru, yazarın 1944'te yayımlanan ilk romanıdır. Mahkeme kararıyla toplatılan kitap, sansür kurulunun müdahalesiyle bazı bölümleri değiştirilerek 1952'de Birtakım İnsanlar adıyla yeniden yayımlanmıştır. Yalnızca "Kestaneci Dostum" (Mahalle Kahvesi) için değil, "Çelme" (Şahmerdan) adlı öyküsüyle de 'halkı askerden soğutmuş olduğu' gerekçesiyle hesap vermiştir Sait Faik. (Orhan Veli, 29.02.1941 tarihli mektubunda "Çelme hikâyesini buldum ve okudum ve bu işi başına açanlara küfrettim" der öykücü dostuna.) Avukat Fuat Ömer Keskinoğlu, 21.10.1940 tarihli mektubunun, "Seninle beraber gazetenin sahibi Sabri Esat'ı da takip ediyorlarmış." cümlesiyle uyarır öykücüyü. Ölümünden sonra yayımlanan Az Şekerli kitabındaki "Müthiş Bir Tren" adlı çeviri öyküyü Sait Faik'e ait bilen yönetmen Metin Erksan, öyküyü filme çektiğinde (1975) 'komünizm propagandası yapıldı' diye film eleştirilmişti. Öyküdeki sakallı yaşlıdan Lenin çıkartmak pek akla yatkın bir iş değildi elbette. Ne var ki Erksan, filmi çekerken öykünün sonlarında arkadaşını dinleyen adamın "Tren geçtikten sonra yağmur dindi mi?" sorusunu, "Tren geçtikten sonra yağmur yağdı mı?" olarak değiştirince propaganda yapılmıştı çünkü "yağmur yağdı mı" diye sormak bir tür komünizm propagandası çağrıştırıyormuş nedense. Sait Faik, yayıncı Yaşar Nabi'ye yazdığı bir mektupta "Yücel" dergisine gönderdiği "Stelyanos Hrisopulos" adlı öyküsünün, "kozmopolit" olduğu gerekçesiyle yayımlanmadığından yakınır.

11 Kasım 1949'da yayımlanan anketten alıntıladığım bölümlere yetmiş beş yıl sonra bakılırsa 'edebiyat' cephesinde değişen pek bir şey olmadığı görülür. Arpa boyu bile değilmiş aldığımız yol, edebiyatın bürokrasiyle ve kendi iç güçleriyle çatışmaları devam ediyor. Sait Faik'in yakınmaları, bugünlerin edebiyat ilgilisi "ilerici aydın duyarlığı" taşıyan kimin sorunu değildir ki… Öncekilerin sorunlarını, gelecek kuşaklara devir için bize bırakıp gitmiş olsa bile gençlerden ümitlidir öykücü: "Artık bu memlekete temizliği, yaşamayı, düşünmeyi, eğlenmeyi, çalışmayı getirmek zamanı gelmiştir. Boş lafları, pehpehleri, büyük lakırdıları bir tarafa bırakıp layık oldukları güzelliği, Avrupa'yı bu memlekete sizler getireceksiniz."

Türkiye, öykünün ustası Sait Faik'i anlamada -Abdülhak Şinasi, Tanpınar ve Oğuz Atay benzeri- bir geç kalmışlık yaşıyor diyebiliriz. Bu geç kalmışlık, öykücünün kenarda kalmayı yeğlemiş kişiliğinden kaynaklı olabilir. Dönem itibarıyla 'toplumcu gerçekçi' edebiyat anlayışı önemsenmişken 'pasta' ile 'ekmek' karşılaştırmasında Sait Faik'in pasta kategorisine eklenerek dışlanması da önemlidir. Polis koordineli çalıştığı bilinen Peyami Safa'nın, öykücüye yönelik 'Marksist-solcu' suçlamalarının da Sait Faik'in göz ardı edilmesinde payı olmalıdır. Edebiyat dışı gerekçeler geçersiz oldukça Sait Faik var olacaktır.

Sait Faik, "Ay Işığı" (Havada Bulut) öyküsünde, "hükümetler hakkında, rejimler hususunda hiçbir fikri" olmayan, politik yazılar yazmayı düşünmeyen ve röportajlar yazmak, muhabirlik yapmak isteyen öykücüsüne, gazete başyazarının "nasıl bir dünya arzuluyorsunuz" sorusuna verdirdiği karşılıkla kendisinin arzuladığı dünyayı tarif eder:

"-Nasıl bir dünya mı? Haksızlıkların olmadığı bir dünya… İnsanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya… Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin, bol bol bulunmadığı… Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya… Sevilmeye layık, küçük kızların orospu olmadığı, geceleri hacıağaların minicik kızları caddelerden yirmi beş lira pazarlıklarla otellere götüremediği, her genç kızın namuslu bir delikanlı ile konuşabildiği, para için namus, ar, hayâ, hayat, gece, gündüz satılamadığı bir dünya… Muhabbet tellallarının günde otuz lira kazanmadığı bir dünya… Sokaklarda sefillerin bulunmadığı bir dünya… Kafanın, kolun, çalışabildiği zaman insanın muhakkak doyabildiği, eğlenebildiği bir dünya… İçinde iyi şeyler söylemeğe, doğru şeyler söylemeğe salahiyetle kıvranan adamın, korkmadan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya…"

Siz de anlatılan o dünyada yaşamak isterseniz seçip okuyacağınız bir Sait Faik kitabıyla yaşanabilir dünyaya ilk adımınızı atabilirsiniz.

Hasan Öztürk kimdir?

Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978).

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı.

Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı.

Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır.

Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Kültürün iktidarı: Doğu/İslâm coğrafyasında "iktidar" ya da "muktedir" olmak

Kültürün İktidarı & Siyasal Teoloji ve Kültürel Egemenlik kitabını Doğu/İslâm dünyasına kültür tarihi gezisi saymıştım. Öylesine geniş tarihî coğrafyada onca devletin, kişinin ve kitabın adı geçen bir gezi…

Elvan Kaya Aksarı ile "Saatçi İbrahim Efendi Tarihi" romanı hakkında: Saatlere değil, zamana memur edilmiş bir çelebi...

"Türkiye'nin aradığı kişi Saatçi İbrahim Efendi demek, bir mehdilik iddiası gibi algılanabilir. Türkiye bir kişiden ziyade bir ruhu arıyor. İbrahim Efendilere de tercih ve yaşama hakkının tanındığı bir hürriyet ortamı. Zekeriya sofrası yahut çilingir sofrası olsun adı. Kendin pişirip kendin yediğin sürece bunun kıymeti yok. Sofraya insanı meze yapan değil, insanı kazandıran bir toplum…"

Ahmet Hamdi Tanpınar'ı altmış iki yıl sonra hatırlamak…

"Tanpınar'ın romancılığını, onun zengin dünyasından seçeceğim birkaç sözcük ile anlatacak olsaydım -bu olmaz ya- Tanpınar için kültürün, hüznün, zamanın ve insanın romancısı derdim herhalde"