18 Eylül 2021

OBİT, Orta Doğu'daki sorunları çözebilir mi?

İster kabul edelim, ister etmeyelim, Türkiye Orta Doğu’daki ülkeler tarafından kendilerinden biri olarak görülmüyor.

Bu ay başında Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı başkanlığında, beş kişilik bir Cumhuriyet Halk Partisi Heyeti, Kuzey Irak'ı ziyaret ederek Erbil ve Kerkük'te temaslarda bulundu. Ziyaret gerek zamanlaması, gerek merkezi hükümetin başkenti Bağdat'a gidilmemesi, gerekse Dışişlerinin önceden bilgilendirilip bilgilendirilmediği gibi konularda yoğun tartışmalara yol açtı. Hatta parti içerisinden bile ziyareti eleştirenler oldu. Bu yazıda, tüm bu iç politik tartışmalara girmeden, Kuzey Irak'taki görüşmelerde öne çıktığı ifade edilen "Orta Doğu Barış Ve İşbirliği Teşkilatı" (OBİT) önerisini irdelemeye çalışacağım.

CHP'nin 2018 yılı seçim bildirgesinde yer almayan OBİT önerisinin, ilk kez 25 Temmuz 2020 tarihindeki Parti Kurultayı'nda kabul edilen, "İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi"ne dahil edildiğini görüyoruz. Öneri, birkaç kez Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun konuşmalarında dile getirilmiş olsa da Irak,İran ve Suriye'nin dahil olacağı dışında, OBİT hakkında herhangi bir açıklayıcı bilgiye rastlanılmıyor.

İsminden de anlaşılacağı gibi, OBİT'in Avrupa'daki, "Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı"ndan esinlenerek ortaya atılmış olduğu söylenebilir. Ancak başlıkta "güvenlik" yerine hangi nedenle, "barış" sözcüğünün tercih edildiği izaha muhtaç. Güvenliğe değinmeden doğrudan barıştan söz etmek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Hele Orta Doğu gibi yoğun güvenlik endişelerinin yaşandığı bir coğrafyada.

Orta Doğu Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı önerisi (OGİT)

Orta Doğu'da AGİT benzeri bir örgüt kurulması fikri yeni değil. Orta Doğu ülkeleri arasında, AGİT bölgesindekine benzer güven ve güvenlik artırıcı önlemler geliştirilmesine ilişkin ilk çalışmalar, Orta Doğu Barış Süreci çoklu görüşmeleri çerçevesinde,1991 Madrid toplantısında oluşturulan "Silahların Kontrolü ve Bölgesel Güvenlik Çalışma Grubu"nda başladı.

Türkiye'yi temsilen emekli Büyükelçi Süha Umar'ın katıldığı bu toplantılarda sağlanan birikimle, 90'lı yılların ortalarında "Orta Doğu Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı" (OGİT) önerisi, ilk kez Türkiye tarafından gündeme getirildi. O tarihlerde bakanlık yapan Hikmet Çetin ve Tansu Çiller'in de konuşmalarında yer verdiği OGİT'in en hararetli savunucusu,daha sonra Ürdün Veliaht Prensi Hasan oldu.

Orta Doğu'da her melanetin altında parmağı bulunan İngiltere de, OGİT'e dışardan destek verdi. Ancak başta Suudi Arabistan olmak üzere, bazı Arap ülkeleri, AGİT'i Sovyetler Birliği'nin ve Varşova Paktı'nın dağılması için Batılıların kurduğu bir tuzak olarak gördüklerinden, OGİT'e sıcak bakmadılar. Demokrasiden nasiplerini almamış Orta Doğu ülkelerinin çoğunda iktidarı elinde bulunduran yönetimlerin bu endişelerinin hala devam ediyor olması kuvvetle muhtemeldir. Hatta Arap baharı deneyimi korkularını daha da artırmış olabilir.

Asya'da İşbirliği Ve Güvenlik Artırıcı Önlemler (AİGK) Konferansı

AGİT benzeri oluşumların bir diğer örneği Asya'da gerçekleşti. İlk kez 1991 yılında Birleşmiş Milletler Genel kurul toplantısında Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev'in önerdiği Asya'da İşbirliği Ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Konferansı(AİGK), 1999 yılında hayata geçirildi.

Türkiye Nazarbayev'in hatırına bu öneriye de güçlü destek verdi. Kurucu belgesi niteliğindeki "Almatı Senedi"nin ilk taslağı, AGİT'i Dünya'da en iyi bilen uzmanlar arasında sayılan, AGİT Daimi Temsilciliğimizde yardımcılığını yaptığım emekli büyükelçilerimizden Ali Hikmet Alp tarafından kaleme alındı.

AİGK'in 26 üyesi arasında Türkiye'nin yanı sıra OBİT'e alınması düşünülen İran ve Irak da bulunuyor. Aradan geçen 22 yılda, AİGK'in Asya'da güvenliğin sağlanmasına en ufak bir katkısı olmadı. Bırakın Türkiye'yi, merkezinin bulunduğu Astana'da bugün Sokağa çıkıp 10 kişiye "AİGK nedir?" diye soracak olsanız, tek bir kişinin adını duymamış olduğuna eminim.

Avrupa Güvenlik Ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)

OBİT'e örnek olarak alınan AGİT ise, zor günler geçiriyor.10 yılı aşkın bir süredir, bakanlar toplantılarında nihai bildiri dahi kabul edilemiyor. Gündemindeki Moldova, Yukarı Karabağ, Abhazya gibi sorunları dondurarak rafa kaldırdı. Yukarı Karabağ meselesi, AGİT bünyesindeki Minsk grubu dışlanarak Azerbaycan'ın askeri harekatı ve Rusya Federasyonunun arabuluculuğuyla çözülebildi. 1994 yılında konferans sürecinden Teşkilata geçilmesi, bir anlamda AGİT için sonun başlangıcı oldu.

İster kabul edelim, ister etmeyelim, Türkiye Orta Doğu'daki ülkeler tarafından kendilerinden biri olarak görülmüyor. Her Arap Ligi toplantısından sonra Türkiye'yi dışardan kendi işlerine karışmakla suçlayan ardı ardına zehir zemberek bildiriler kabul ediliyor.

Suriye bu kadar olup bitenden sonra Türkiye'den gelecek her öneriyi iki kez düşünecektir. OBİT ile ilgili temaslara Bağdat yerine, Kerkük ve Erbil'den başlanılması mutlaka Irak'ta bir şüphe yaratmıştır, ikna edilmesini zorlaştıracaktır. OBİT'in AGİT'te olduğu gibi insani boyutu da içeren üç saç ayağına(siyasi/ askeri, insani, ekonomik) oturtulması düşünülüyorsa, insan haklarının bir ülkenin iç işi olmadığını, İran'a nasıl kabul ettireceksiniz?

İsmi Orta Doğu ile başlayan bir Teşkilata İran'ı alıp İsrail, Ürdün ve Mısır'ı dışarıda bırakmak bölgede yeni ayrışmalar yaratılmak isteniyor endişesini doğurabilir. Bugün için Orta Doğu'nun en az ihtiyaç duyduğu yeni bölünmelerdir.

Umarım OBİT'in içi doldurulurken yukarıda örneklerini vermeye çalıştığım deneyimler dikkate alınır. Amerika'yı yeniden keşfetmeye çalışmanın hiç gereği yok.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye sarmalında kırk yıllık kani olur mu yani?

Türkiye’nin işi o kadar kolay değil. Suriye’nin Afganistanlaşması, Güneyimizin Peşavirleşmesine yol açabilir. HTŞ’nin içerisinde çok sayıda cihatçı gruplar yer alıyor. Bu grupların HTŞ’ye egemen olması halinde YPG/PYD’nin terör koridorunu önleyelim derken güney sınırlarımızda HTŞ’nin oluşturacağı bir terör koridoru ile karşılaşmamız pekâlâ mümkün

Kadınların fendi Netanyahu’yu yendi

Kamuoyunda “Lahey’i basma yasası” olarak da bilinen “Amerikan Askeri Personelini Koruma Yasası”, (ASPA) ayrıca Amerikan askerlerini kurtarmak için ABD’nin her türlü önlemi alabileceğine ilişkin hükümler içeriyor. Trump yönetimi devraldığında hasbelkader bir Amerikan askeri UCM’lik olursa, maazallah, Trump bu yasaya dayanarak Lahey’i “cehenneme çevirmeye” kalkışabilir

“Amerika’yı seversen, İsrail’i sevmek zorundasın”

Kesin olan bir öngörü varsa, o da Trump 2.0’ın İsrail’e olan desteğinin her hâl ve kârda artarak devam edeceğidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak konuların ilk sıralarında da İsrail ile ilişkiler, Filistin meselesi ve Hamas konusundaki görüş ayrılığı gelecek gibi görünüyor

"
"