Dış politika mı ekonomiyi belirler? Ekonomi mi dış politikayı? Üzerinde çok kafa yorulan bu soruyu, Karl Marks yaklaşık iki asır önce kendi ideolojisinde yanıtlamış. Marksist öğretiye göre, toplum altyapı ve üst yapıolmak üzere iki katmandan oluşur. Üretim güçleri ve üretim ilişkileri (ekonomi) alt yapıyı; hukuk, kültür, devlet ilişkileri gibi kurumlar üst yapıyı teşkil eder. Altyapı ve üstyapı karşılıklı etkileşim içerisinde olmakla birlikte sonuçta daima altyapı üst yapıyı belirler.
İtfaiyeci büyükelçiler
Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren, Atatürk’ün çizdiği yolda, ”Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi çerçevesinde, dış ilişkilerinde daima temkinli ve gerçekçi bir politika izleyen Türkiye, 2000’li yıllarda dış politikasında gözle görülür bir değişikliğe gitti. Hariciye'nin kılı kırk yararak şekillendirdiği ihtiyatlı politikalar küçümsenerek bir kenara bırakıldı. Başka ülkelerin içişlerine karışmak pahasına dünyanın farklı coğrafyalarındaki sorunlara dahil olunmaya başlanıldı.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk dönemlerinde hükûmetin izlediği dış politikada belirleyici bir rol oynayan Ahmet Davutoğlu’nun, 2010 yılındaki Büyükelçiler Konferansı'nın açılış konuşmasında, büyükelçileri birer itfaiyeciye benzeterek nerede bir yangın varsa, koşarak söndürmeye gitmemiz talimatı verdiğini hiç unutmuyorum. Gelin görün ki Suriye’de yangını söndürelim derken ateşe su yerine gaz döküldü. Arap Baharı'nın doğru okunmaması sonucunda Orta Doğu'da mezhep temelli yapılan yanlış tercihler, dış politikada Türkiye’yi “muhteşem” diye nitelendirilen büyük bir yalnızlığa itti. Avrupa Birliği ve ABD ile bozulan ilişkiler bu yalnızlığın tuzu biberi oldu. Uzun bir süre Türkiye’nin kapısını çalan olmadı.
Dış politikada revizyon
Son 1-2 yıldır ister adına,” fabrika ayarlarına dönüş” deyin, ister yeni ismiyle “sorunsuz çember” politikası deyin, bozulan ilişkiler birer birer onarılmaya çalışılıyor. Düne kadar 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün arkasındaki dış güçlerden birisi olarak değerlendirilen Birleşik Arap Emirlikleri'yle (BAE) ilişkiler büyük ölçüde rayına oturtuldu. ”Öldürmeyi iyi bilen” İsrail’le ilişkilerde, Netanyahu son anda bir sürpriz yapmazsa epey mesafe alındı. Aynı masada otururken görüntü vermekten kaçınılan Mısır Devlet Başkanı Sisi ile, el sıkışma fotoğrafları tüm dünya basınına servis edildi. Türkiye sınırları içerisinde Cemal Kaşıkçı'nın buharlaştırılmasından en ağır ifadelerle sorumlu tutulan Suudi Arabistan’a dava dosyası iade edildi. Ardından da ayağına gidilerek Veliaht Prens'le kucaklaşıldı. ”Katil Esed” ile görüşebilmek için Rusya’nın da gayretleriyle büyük bir diplomatik çaba harcanıyor.
Normalleşme neden şimdi?
İnsan ister istemez şu soruyu sormadan edemiyor: Normalleşme iyi de, peki neden şimdi? “Diplomaside ebedi düşmanlık, küslük, dargınlık olmaz” söylemi bu soruyu yanıtlamaya tam anlamıyla yeterli olmuyor. Son dönemde ekonomi alanında yaşananlar, tüm bu çabaların siyasi bir tercihten ziyade ekonomik darboğazdan çıkabilmek amacıyla mali kaynak arayışıyla bağlantılı olduğunu akla getiriyor. Türkiye, 500 milyar dolara yaklaşan borçlarını çevirebilmek ve cari açığını finanse edebilmek için 2023 yılında 216 milyar dolara ihtiyaç duyuyor. Hükümet, IMF’ye gitmek istemiyor. Yakın dönemde bir iktidar değişikliği olup da sihirli bir değnekle, bir yılda 100 milyar dolarlık doğrudan yatırım çekilmezse, yabancı yatırımcının geleceği yok.Turizm gelirleri ne kadar patladı denilse de bir sınırı var.Elde kala kala zengin Arap ve Körfez ülkelerinden sağlanacak fonlar ve krediler kalıyor.
Türkiye’nin aldığı dış yardım ve krediler
Bu çerçevede önce yılın ilk aylarında BAE ile 5 milyar dolarlık bir swap anlaşması yapıldı. Birkaç gün önce de Suudi Arabistan, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nda 5 milyar dolarlık hesap açacağını duyurdu. İkinci bir 5 milyar doların yolda olduğu söyleniyor. Suudi Arabistan bu hamleleri atmadan önce Mısır Devlet Başkanı Sisi’yi en azından bilgilendirmiş olmalı. İsrail ile normalleşmenin arkasında rafa kaldırılan “East Med”in yerine, Türkiye üzerinden geçecek yeni bir doğal gaz projesinin yattığını söylemek mümkün. Suriye ile barış çabalarının bir amacı da sığınmacıları geri göndererek ağır bir ekonomik yükten kurtulmak.
Marksist teori doğru mu çıkıyor?
Bir zamanlar tüm Dünya’da 68 kuşağını sokaklara döken Marksist ideolojinin günümüzde esamesi okunmuyor, sadece ders kitaplarında okutuluyor.
Türkiye’de ise, son dönemde adeta Marks’ın dedikleri doğru çıkıyor; altyapıdaki ekonomi, üstyapıdaki dış politikayı belirliyor.
Hasan Göğüş kimdir?
Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.
Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.
Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.
Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor. |