Sabah vakti erken
ıhlamur ağacının altında
oturmuş Boğaz’ı,
gökyüzünü seyrediyorum.
Bulutların acelesi var,
güneşin üstünden
çabuk çabuk geçip gidiyorlar.
Harikulade sessizliğin içinde
yapayalnızlık…
Keyfini çıkarıyorum.
O cümle de aklımdan çıkmıyor:
Zaman bizden kaçıp gidiyor! (*)
Desen: Selçuk Demirel
Hem de nasıl.
Bu hüzün yüklü duygu yaş ilerledikçe
içimde daha sık kıpırdıyor.
Zaman hızlı hızlı kaçıp giderken,
beni geçmişle baş başa bırakıyor.
Ama tam bıraktığını da söyleyemem.
Çünkü bu alem memlekette
geçmiş bir türlü geçmiş olamıyor.
Tarih paçalarımızdan
çekmeye devam ediyor,
bizi bir türlü kendi başımıza bırakmıyor.
Yıllar yılı faili meçhul cinayetler dedik.
Devlete hukuk lazım dedik.
Devlete demokrasi lazım dedik.
“Faili meçhul cinayetler” karanlıkta kaldıkça,
bu cinayetlerin hesabı yargı önünde sorulmadıkça,
Türkiye’de hukuk da demokrasi de lafta kalır dedik.
“Söz konusu vatansa,
gerisi teferruattır”
zihniyetinden kurtulmadıkça,
yani devlet hukuk dışına çıkmaya
devam ettikçe demokrasi de,
hukuk da,
adalet de,
barış ve huzur da
kapımızı çalmaz dedik.
Yıllar yılı dedik de dedik…
Ama değişen bir şey olmadı.
Bakın yine parti kapatıyorlar.
HDP’nin kapısına kilit vurulmak isteniyor.
Bunca yıldır Kürt partileri
kapatıldı da ne oldu?
Kürt siyasal hareketi yok mu oldu?
Dağın yolu mu kapandı?
Şiddet ve terör defteri mi kapandı?
Hayır, hiç birisi olmadı.
Yaşananlardan ders alınmıyor.
Shakespeare’in sözüdür:
Bütün dünler, bugünleri
aydınlatan fenerlerdir.
Bizde ne yazık ki öyle değil.
HDP’nin kapatılacağına dair haber gelince
bir tweet attım:
HDP'yi kapatmak...
Demokrasi ve hukuka
bir darbe daha...
Hep aynı şeyi yapıp
farklı sonuç beklemek,
bizim memlekete mahsus
bir ahmaklık değil mi?..
Hazin ama öyle...
Kim bilir bunu kaç kez yazdım.
İşte bunun içindir ki,
içimden artık yazı yazmak gelmiyor.
Yıllar yılı demokrasi, hukuk, adalet, barış,
insan hakları diye yazıp
değişen bir şey olmayınca da
hayal kırıklığı yaşamak gerçekten usanç verici.
Galiba benimki de ahmaklık!
Hep hüzün hep hüsran…
Bir başka deyişle, sevgili Çetin Altan’a,
“hayal ettiğim ülke bu değildi”
dedirten o duygu…
Yazı yazmayınca da olmuyor.
Yeterince yazdın, çekil kenara artık,
diyemiyorum kendime…
Bir süre yazmayınca,
kendimi bir işe yaramaz bir adam gibi
hissetmeye başlıyorum.
Gitgide derinleşen bir huzursuzluk hali
içimde dallanıp budaklanıyor.
Yine öyle oldu.
“Sedat Peker videoları”yla birlikte,
yazmadan yaşayamayacağımı
bir kez daha anladım.
Sedat Peker videoları bu memlekette
“Saray düzeni”nin nasıl içten içe çürüdüğünü
biraz daha sergilemeye başladı.
Uzun lafın kısası:
Saray düzeni çöküyor!
Bu konuda kuşkum yok.
Ama bu çöküş nasıl olacak?
“Çöküş”ten doğacak boşluk nasıl
ve hangi güçler tarafından doldurulacak?
Muhalefet, çöküşten kaynaklanacak
bu boşluğu bir demokrasi ittifakı ile,
demokrasi ve hukukla doldurabilecek mi?
Bilemiyorum.
Fazlasıyla tedirginim.
Tayyip Erdoğan’ın
Rize saldırıları sonrasında
Meral Akşener’e yönelik şu sözleri
beni kaygılandırıyor:
Dur bakalım,
bu daha başlangıç,
daha neler neler olacak?..
Zaman bizden kaçıp gidiyor!
Öyle ama bizi geçmişle de pek baş başa
bırakmıyor.
Çünkü bu memlekette
geçmiş bir türlü geçmiş olamıyor.
Tarih paçalarımızdan
çekmeye devam ediyor.
Yazın bir kenara:
“Bu daha başlangıç, daha neler neler olacak”
sözü hayra alamet değil.
Neler olacak?
Siyasal cinayetler mi?
Kanlı provokasyonlar mı?
Katliamlar mı?
Hangisi?...
“Çöküş”le birlikte Türkiye’nin nerelere
savrulabileceğini kestiremiyorum.
Ve önümü göremiyorum.
Seyrek de olsa yazılara devam…
Yazacak o kadar çok şey var ki.
CAN DÜNDAR'A
KIRMIZI BÜLTEN
Yazımı noktalarken
T24'e bir son dakika haberi düştü:
Can Dündar'a kırmızı bülten...
Berlin'den sevgili Can'ı arıyorum,
şöyle diyor:
Ankara'nın zaman zaman
oynadığı bir oyun...
Ankara'da mahkemelerin
ya da Adalet Bakanlığı'nın
böyle bir yetkisi yok
Interpol kaç yıldır hakkımda
herhangi bir kırmızı bülten çıkarmış değil.
Çünkü bu yöntemle Erdoğan'ın Türkiye'de
muhalefeti etkisiz kılmak,
temizlemek istediğini biliyor.
Bu sefer de Sedat Peker videolarıyla
bizim MİT tırları haberi doğrulandığı için,
onun etkisini kırmak için anlaşılan
bu yola bir daha başvurdular.
Gerisi hikaye...
Kısacası:
Can Dündar çok iyi bir gazeteci,
çok iyi bir yazardır.
Ondan ne bir casus,
ne de bir vatan haini çıkartabilirsiniz.
* Geçenlerde seyrettiğim Steven Spielberg yapımı bir kovboy filmi bu cümleyle sona eriyordu.