15 Şubat 2022

Yolunuz açık olsun!

Altı muhalefet partisinin demokrasi için birlikte yola çıkmaları siyasal tarihimizde bir ilktir

Bizim çok partili siyasal yaşam
hep kavgayla patırtı gürültüyle geçti.
Demokrasinin "ikinci sınıfı"ndan
bir türlü kurtulamadık.
Liderler, partiler birbirleriyle gırtlak gırtlağa
didişmeyi siyaset bellediler,
hatta demokrasi sandılar.
Demokrasinin temel ilke ve kurumları
üzerinde uzlaşma sağlayıp
böyle bir ortak platformda siyaset yapmak
hiç akıllarına gelmedi.
Ya da böyle bir "siyaset kültürü"nden zaten yoksun
olduklarından demokrasinin yolu
nasıl açılır bilemediler.
Bu nedenle onar yıllık aralarla gelen
"askeri darbeler"e her seferinde teslim oldular,
darbelerin çektiği kırmızı çizgileri
ve "idam sehpaları"nı sineye çekip
sözde demokrasi oyununa devam ettiler.


27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile birlikte Yassıada'da idam edilen Başbakan Adnan Menderes

1950'ler Bayar-Menderes-İnönü kavgasıyla geçti.
1960'ta "27 Mayıs darbesi"yle idamlar,
hapisler, siyaset yasakları geldi.
1960'larda İnönü-Demirel-Ecevit
kavgaları vardı.
1971'de yine bir askeri darbe,
12 Mart vurdu ve yine idam sehpaları kuruldu.
1970'ler Demirel-Ecevit didişmeleriyle
geçip gitti, 1980'in 12 Eylül'ünde
bir sabah vakti yine tank sesleriyle uyandık.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra, eşleriyle birlikte gözaltına alınarak Çanakkale'de "zorunlu ikamete" tabi tutulan dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Nazmiye Demirel (sağda) ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit...

Darağaçları kuruldu, siyaset yasakları
devreye sokuldu.
Ama bu kez de askeri darbelere karşı direnmek,
kendi aralarında uzlaşarak sivil bir anayasa yapmak,
demokrasi için ortak bir platform kurmak
sivil siyasetçilerimizin akıllarına gelmedi.
1980'ler, 1990'lar da farklı değildi.
Özal-Demirel kavgaları...
Çiller-Yılmaz kavgaları...
Merkez sağ gibi merkez solun da
İnönü, Baykal, Ecevit kavgalarıyla
paramparça olması...
Siyaset sahnesinin bölünmüşlüğü
ve temel sorunların birikerek
derinleşmesiyle birlikte,
siyasetin merkezinde doğan boşluğu
"İslamcı gelenek"ten gelenlerin
doldurmaya başlaması,
Erbakan'ın, Tayyip Erdoğan'ın
sahneye çıkışı...
Ve 1997’de 28 Şubat post-modern asker darbesi...
1950'lerden 2000'lerin başına kadar
böyle geldik.
Askeri darbe süreçleri karşısında
sivil siyasi güçler, bütün yarım yüzyıl boyunca
yetti artık diyerek demokrasi konusunda
birleşemediler.
Bu ülkeyi "ikinci sınıf demokrasi"den kurtaramadılar.
Özellikle 2010'lardan itibaren Türkiye
bir uçtan öbür uca savrulmaya başladı.
Bu kez sivil darbe sürecine girdik.
Erdoğan'ın tek adamlığı uç verdi.


Ve en nihayet...
Türkiye'nin son elli yılında, askeri darbe
süreçlerinde görmediğimiz bir demokrasi ittifakı
bu kez "sivil darbe"ye karşı inşa edilmeye başlandı.
Bu bir ilktir.
Siyaset sahnemizde Cumhuriyet'in demokrasiyle
taçlandırılması yolunda
çok önemli bir adım atılıyor.
Farklı politik çizgilerdeki muhalefet liderlerinin,
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun, İyi Parti lideri Akşener'in,
Deva Partisi lideri Babacan'ın, Gelecek Partisi lideri
Davutoğlu'nun, Saadet Partisi lideri Karamollaoğlu'nun,
Demokrat Parti lideri Uysal'ın önce demokrasi
diyerek birlikte yürümeye başlamalarını
çok önemsiyorum. Evet öyle, bu bir ilktir.
Ve ortak açıklamadaki şu sözlerin altını çiziyorum:

Bugün Türkiye için tarihi bir gündür.
Birbirinden farklı altı siyasi parti olarak,
bizler, Türkiye'nin yıllardır görmeyi
umut ettiği tarihi bir çalışma için
bir araya geldik.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem
Mutabakat Metni'ni hazırlayan partiler
olarak bizler, etkin ve katılımcı bir yasama,
şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim,
tarafsız ve bağımsız bir yargı ile
kuvvetler ayrılığının tesis edildiği
güçlü, özgürlükçü, demokratik
adil bir sistem inşa etme
kararlılığı içindeyiz.

Yolunuz açık olsun.
Dileğim, cumhuriyetin en sonunda 
demokrasiyle taçlandırılmasını görmektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Taksim Meydanı 1 Mayıs'lara açılmadıkça, cezaevleri boşalmadıkça...

Bu ülkede demokrasiden, hukuk ve adaletten, özgürlükten söz edilemez

Ermeni kardeşlerimin 24 Nisan soykırım acısını, Hrant Dink'in "23,5 Nisan" yazısıyla paylaşıyorum

"Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle..."

Ortadoğu cehennemine Gazze'ye BARIŞ gelecek mi?

İsrail, İran ve Filistin'de iktidarlar değişmedikçe, Batı'nın İsrail'e kayıtsız şartsız desteği son bulmadıkça, Hamas şiddet ve terörden vazgeçmedikçe Ortadoğu'da barış kapısı açılmaz!